- 494 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
830 - TÜTÜN
Onur BİLGE
“Sigara da nefes alış veriş... Yavaş yavaş intihar... Ağır çekim harakiri... Bana hükmedemiyor. Demek ki iraden zayıfmış. Ben de seni güçlü bilirdim. Aman! Bir ota yenilmiş! Vah vah! Bir deli kadın kadar olamamışsın!” diye sataştı Neslihan Hanım Define’ye. Yüklendi de yüklendi!
“Tahrimen mekruh efendim. Tahrimen mekruh! Arabistan’da haram ilan edildi. İçin için ağlıyorsun. Bir zamanlar bana herkes eziyet ettiğinde "Neden?" diye sorar durur, ağlar, üzülür ve sigara yakardım. Yapan yaptıran Allah’sa, O’nun her yaptığına Eyvallah’sa ağlamak veya nefse zulüm, O’na isyan değil de ne! Bırakalım mı sigarayı? Yavaştan... Yerine başka şeyler koya koya...
Mesela ben el işleriyle uğraşırken bıraktım. Arada yakarım. Keyfi... Ancak anun beni yakmasına izin vermem. Ciğerimi yakar! “Git!..” derim.
Bir sigara yaktın, ikinciyi yakacaksın. Hatırım için yakma! Yine aradan zaman geçsin, yakmak istersen yak, tekrar istersen yakma! Böylece yarıya inecek. Her gün azar azar eksilecek. Onun yerine çay kahve iç, meyve ye! Olmaz mı? Gez eğlen! Dert etme hiçbir şeyi. Her şeyi hafife al! İnsana benzedikleri için insan olarak şahıslandırılanlara önem vermeyelim. Tamam mı? Devam mı?
A! Bu yarışmaydı! Bense karışmayı oynuyorum. Ben diyeyim senin yerine: “Çattık belaya! Nasılsa gören yok! At kızım at! Ufak at da serçeler yesin!” demek zahmetinden kurtarayım seni.”
“Gönülde olmak büyük keyif veriyor. Gönül gerçekten bir derya... Ondan çok yoksun yaşıyoruz. Öz benliğimiz sevgi sarayı... Allah’ı içine alacak kadar büyük...”
“Ancak o kaynar kazan kadar da tehlikeli...”
“Duyguların en güzeli ırmakların en kevseri, aşkın aşk olduğu mevsim... Gönül bir başka... Hiçbir tehlikesi yok!”
“Ne çektiysem gönülden çektim!”
“En büyük tehlikesi, dünya ve dünyadakilerden güzel ama gönlün dünyaya bakan kısmı var ya, onun padişahı nefis...”
“Nefisten korkun var mı? Yoksa onu hallettin mi?”
“Onun tersinin, ne dünya ne de ukba derdi var. Onun padişahı ruhtur. Acı çeken nefis yanı... Huzur duyan ruh yanı... Yukarıdan aşağıya sorularının kendileri cevap... Ayrıca cevaplanamaz.”
“Hâlâ nefis var mı?”
“O sadece uzun bir testten sonra anlaşılır.”
“Göreceğiz bakalım. Birinci sınav sigara... Virane’yi vilayet yapacaktık. Benim açtığım yaralara şiir basılır. Sigaranın yerine benim arkadaşlığımı koyarak yetinebildiğini görürsem, değerini anlayacağım ve söyleyeceğim. Tütünü ancak yakabilirsen içebilirsin. Her istediğinde yakma! Ben kolay bulunabilen bir arkadaş değilim. Yani arkadaştan öte... Yani dost... O zaman nasıl olsa düzelmeyecek şeyler için tütün içme. İçin için ağlama. Her şey ve herkes için... Üzülmek niçin?"
"Bu zamana kadar başıma çok şey geldi. En son ve en çetin şey sen oldun! Balıma bela oldun ama tatlı bela..."
"Baklava en son gelir. Ben de ondan uzak duruyorum zaten. Bela olduğumu bildiğimden..."
"Unutkan Ölü isimli şiiri biliyor musun? Adam ölü... Mezarında boylu boyunca yatıyor. Oradan bir kadın geçiyor. Başını kaldırıp bakıyor. Mendili düşüyor. O da aklı sıra kalkıp verecek! Unutmuş öldüğünü.”
"Yani şimdi sen de unuttun mu öldüğünü? Horoz ölür, gözü çöplükte kalırmış. Erkek milleti! Millet değil, illet!.."
“Göz ve nefis... Biri casus, biri şeytan! Göz üzerine destan yazılır! İnsan ölse de gözü, müptela olduğu yerde kalıyor demek ki! Sen de âhu gözlü müsün ne?”
“Nasıl olduğunu bilmem de çok güzel baktığımı söylerler. Ancak küçükken ağabeyim bana kızınca: “Ölü balık gözlü!” derdi. Yorgun bir ifade geldi oturdu şimdilerde. Benim için “Melek” diyen de çok oldu ama unutmamalılar ki Azrail de melek!”
“Benim gözlerim yuvalarına kaçmış. Kara kara... Küçücük... Feri kaçmış. Bu zamana kadar gözümü kimse bulamadı ki nasıl olduğunu söylesin! Sabahlara kadar deste deste kağıt harcadım. Yazdım çizdim karaladım. Ben kendimi paraladım! Özüm de beni aşar. Özümün gözü bile beni aşar. Gönül deryasına tutulan ayna gibi... Biraz da fettanca, bilerek ve ustaca... Bazen ateş yakmak, bazen de söndürmek için... Kiminle ya da kimlerle? Bir çift dünya gibi... Özüm öz sahibine ait... Şiir sözüm de, söz sahibine ait... Sen Azrail olsaydın, mutlaka öncelikle benim canımı almak isterdin! Bir tütünüm var tutunduğum, onu da elimden almaya çalışıyorsun!”
“Özler... Sözler... Ya ayetler? Rüya kanalının açılması için okunan Mülk Suresinin on dördüncü ayeti mesela... Ela ya’lemu men halak ve Hüvel Latiful Habîr.”
“Ayetler beni tir tir titretir! Sadece “El Hamd-ü Lillahi Rabbil âlemin!” hâlâ ayıltmadı beni! “Ve mâ erselnake illa Rahmeten lil âlemin!” Peygambersiz an yaşatmadı! Hakikatler dururken rüya derdine düşmek, Allah ve resulünü üzmez mi!”
“O, rüya görmez, yormaz, düşe önem vermez miydi!”
“Gerektiği zaman gereken rüya zaten gösterilmiyor mu! Hacca ne kadar gittim bilmiyorum düşümde! Sayısını unuttum. Dünyada dolaşmadığım ülke kalmadı gibi... ”
“Hangi bahaneyle olursa olsun, ayet okumak kötü mü! Okunan, mizana konmayacak mı!”
“Senin hiçbir önerine itirazım yok. Yanlış anlama ama bu benimki başka bir şey... Ne kadar günahkâr olsam da O’ndan ayrı değilim ki! Senin söylediklerini yıllarca yaptım. Ben de oralardan geldim. Altı ay aralıksız oruç tuttum. Çok büyük zatlarla oturup kalktım. Olağanüstü olaylar yaşadım. Bizden istenen kulluk... Nerede isterse, orada kullanır. Bak, şimdi de seni kullanıyor. Akıl işi mi bu! Son cümle: Sana muhalif değilim ama Allah’a da muhalif olmam. Çok kurcalama! Bir gün ikimiz de anlarız. Üzme kendini ama tavsiyelerine ihtiyacı olan o kadar çok insan var ki! Onların rızıklarını bana harcama! Darılma gücenme! Camı çerçeveyi de indirme! Sen üzülürsen, ben daha çok üzülürüm. Güzel gönlünü hoş tut ama tütünü bırakma önerine itirazım yok. O konuda saldır, saldırabildiğin kadar! Sesimi çıkarmam! Kim bilir, senin hatırına, elli yıllık dostumu terk edebilirim. Tamam mı? Haydi, suratını asma! Öfkeni dindir. Çok mu gücendin?
Nasıl “Ben de kullanıyordum!” dedin? “Bak şimdi kullanıyor muyum!” Beni sana Yusuf gibi satmadı mı! Onun işine karışmam. Öyle istedi, öyle oldu. Emrini seveyim! Sen, Züleyha gibi saraydasın. Ben kuyudan yeni çıktım. Sen saraydasın sarayda!..”
“Kötü bir evdeyim.”
“Saraydakiler efendidir. İyi bir gönüldesin. Saraylar ona kurban olsun!”
“Sen de Allah’ın huzurunda olduğunu söylüyorsun. Hangimiz daha iyi yerdeyiz? Dünyanın sarayı mı, Huzur-u İlahi mi?”
“Aynı yerdeyiz.”
“Kur’an okumuyor musun?”
“Ne olur, şimdilik bunları tehir edelim!”
“Ayetler, okunmak için... Tapılmak için değil... Ununu eledin, eleğini duvara astın, öyle mi? Bitti mi yani? Ben ödevimi yaptım, çantamı kapattım.”
“Bu yüzden çektiğim acıları anlamıyorsun, değil mi?”
“Ben o ayeti, rüya göremediğini, gördüklerini de hatırlayamadığını söyleyen, on yedi yaşındaki bir Kur’an talebesi için yazmıştım. O anda elime geçti, sana okudum. Üzerinde konuşabilirdik.”
“Ben de: “Onlara anlat! İhtiyaçları var!” diyorum.”
“Sen bir tek ayeti, tefsirlerdeki gibi yüzlerce sayfa anlamak ve anlatmak istersen bu “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” emrine aykırı olur. Herkes, kapasitesince anlar.”
“Sana ben bunu önermedim. Zorluk kendime... Sana değil...”
“Ayetler, okunmak ve anlaşılabildiğince anlamak içindir. Allah hiçbirimize: “Sen neden az anladın bakayım?” demiyor ki! Kimse de O’na: “O kadar akıl ve idrak verdin, o kadar anlayabildim!” demiyor. Nice müftüler, şeyhler var. “Okudum, bildim!” diyen şeytan, son derece bilgiliydi. Akıllı da geçiniyordu. Kıskandı, akıl yürüttü, bilgiçlik etti ve lanetlendi! “İkra!” diyen kim? “Okuyamam!” ne demek?”
“Biliyorsun, farz-ı ayın var, farz-ı kifaye var. Ben sana hiçbir şey önermedim. Telkinde de bulunmadım. Kulağını tersten gösterme! “Zamanı gelince konuşuruz.” dedim.”
“Tabii ki okunacak! Rüya, istek, dilek... Hiçbir şey talep edilmeyebilir ama okunacak! Ben onları, yani o ayetleri o kadar haşyetle göremiyorum. İdrak meselesi... Fakat cehennemle ilgili ayetleri okuyamıyorum Allah korkusundan! Demek ki az anlayabiliyor, az etkileniyorum. Sen okumuyor musun? O eskiden miydi?”
“Sen oku! Elinden alan mı var! Rüyalar da gör! "Görme!" diyen mi var!”
“Anlayamadım ve senin namına endişelendim. Anlamaya çalışıyorum. Zavallı kalın kafam almıyor! Bize zorlaştırdılar mı dini?”
“Evet! Bize zorlaştırdılar.”
“İyi etmemişler!”
“Hem Allah’a talip olacaksın, hem de kolayca ulaşacaksın! Yok öyle yağma! İyi ettiler! Hiç olmazsa papağanlıktan kurtulduk ama ötmek de zorlaştı.”
“Kureyş Güneşi, öksüz, yetim, ümmi ve garipti. Tefsirler devirerek mi buldu Allah’ı!”
“Ben zora âşığım! Sözlerinle çelişme! O zor buldu. Kolay bulmadı!”
“Ya Veysel Karani?”
“Onun ümmetiysek büyük cihat dediği nefis savaşımız zorlu olmalı!”
“Eyvallah!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GEC E ÖYKÜLERİ – 830
YORUMLAR
“Ayetler beni tir tir titretir! Sadece “El Hamd-ü Lillahi Rabbil âlemin!” hâlâ ayıltmadı beni! “Ve mâ erselnake illa Rahmeten lil âlemin!” Peygambersiz an yaşatmadı! Hakikatler dururken rüya derdine düşmek, Allah ve resulünü üzmez mi!”
-----------Burayxa kadar okuyabildim...Güzel yüreginizi selamladim