- 512 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
KUZU ÇOBANI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
...
Güneş yaylanın yükseklerinde gülümserken, baharın süt mavisi sabahları yerine yaz gününde, ağaç gölgelerinin serinliği zevk veriyordu. Değirmen yamacındaki alıç ağaçları, Licenek koruluğun yabani elma ağaçları, yayla yokuşu eteklerindeki armut ağaçlarının çiçekleri çoktan dökülmüş, çağlalar olgunlaşmışlardı.
Cemal, değirmen yamacından yokuş yukarı çıkmak için umursamadan derenin kaygan taşlarına basarak geçti, ayakları diz boyuna kadar ıslanmıştı. Gülistan’a sevdalandığından beri dik kayanın sivrisine çıkıp oradan vadiyi ve Murat nehrini seyretmek huy edinmişti. Vadinin derinliklerinden gelen uğultular onu kendine çekiyordu.
Derenin üzerinden vadinin yukarılarına bir sis bulutu yayılmıştı. Değirmen yamacı kayalıkları üzerinde üç oğlak oynuyordu. Cemal tepede durduğu yerden aşağılara bakarken oğlaklara seslendi, onlara doğru bir dal parçasını fırlattı.
Değirmenci Azet akşamdan közde pişirdiği değirmen çöreğini kalayı geçmiş eski bir tepsinin üzerine yerleştirmiş, yanına da bir tas taze yoğurt koymuştu. Yamaçta duran Cemal’e seslendi.
“Heey, kuzucu… Çörek pişirdim, gel de yiyelim.” Cemal oğlaklara doğru ikinci taşı fırlatırken cevap verdi.
“Az, dur Azet Emmi, geleceğim.”
Değirmenci Azet üç aylık kırçıl sakalını sıvazladı, küçük yeşilimsi gözlerini kısarak eliyle Cemal’i bir daha çağırdı.
“Bırak kuzuları, yamaçta yayılsınlar, bekliyorum kuzucu deyyus.”
Cemal usulden aldı, kayalıklardan inerken. Değirmen çöreği yanında taze yoğurt lafı duyunca iştahı kabarmıştı.
“Deha geldim işte. Ne var yani, yarısı yanmış çöreğine mi kaldım sanki!” Değirmenciyi kızdırmaktan hoşlanıyordu. Cemal garibim, Gülistan’ın aşkında o kadar mutluydu; çektiklerini unutup değirmenci Azet’e hikâyeler anlatacak, espriler yapacak kadar...
“Ulan deyyus, gece uyumadan hamuru yoğurdum, çöreği pişirdim, yesin de karnından çıkmasın kuzucunun dedim, hem mi? Beğenmezsin bir de…” Güneş ışığına karşı yeşilimsi gözleri biraz daha küçülmüştü. Gözleri her zaman uykusuz ve kanlı duruyordu.
“İyi o zaman aç kal da, geber!.. Beğenmezsen yeme ulan çulsuz, sabah sabah kavurma yemedin ya?”
Cemal değirmencinin gönlünü almaya çalıştı.
“Aslına bakarsan, Azet Emmi, ta yamaçtan inerken kokusunu aldım çöreğin. Bilirim Azet Emminin pişirdiği çöreği, bilmez miyim?” Çöreğin kızarmış ucundan bir parça kopardı, aceleyle ağzına attı. Ağzında çiğnerken bir yandan da laf yetiştirmeye çalıştı.
“Oh be!.. Eline sağlık, valla çok lezzetli olmuş.”
Daha büyük bir lokmayı ağzına atınca dili dönmez oldu, çiğnerken zorlandı. Konuşmak istedi, ağzı dolu olunca konuşamadı. Değirmenci kaşlarını çatmış manidar gözlerle ona baktı, Cemal lokmayı güçlükle yutarken;
“Vallahi doğru söyledim, çok lezzetli olmuş dedim ya, ellerine sağlık, emmi.”
Cemal doğru söylemişti. Değirmenci Azet’in pişirdiği değirmen çöreği lezzetli olurdu, tadına bakan bir daha yemek ister. Buğdayını öğütmeye getiren herkes ondan çörek pişirmesini isterdi, ama Azet herkese pişirmezdi çöreği. Kendisi gibi saf ve iyi niyetli kimselere hayır demezdi. Diğerlerine hiç sesini çıkarmaz, işine devam ederdi.
Değirmen çöreğinin hamuruna yağ yerine süt katar, geceden yoğurur, mayalanmasını beklerdi. Meşe odunu ateşi kor haline gelince, hamuru yassı taşın üzerine yayar, harını yitirmiş közleri hamur taşın çevresine doldururdu. Kendi halinde kızaran çöreğin üstünü, ince bir ateş tabaka ile örter, pişecek çöreğin kıvamını iyi bilirdi. Cemal’e kaşlarını çatarak baktı.
“Zıkkımlan öyleyse, ye de karnından çıkmasın!..”
“Ne olur, Azet Emmi beddua etme, hani bilirsin ya! Bekleyenim var da!..” İtçesine bıyık altından güldü.
Değirmenci:
“Anca beklersin. Zaten, Gülistan da çeyizlik bohçasını bağlamış, derede seni bekliyor.” Deyince, Cemal yerinden fırladı.
“Essah mı emmi, hani nerede?” Değirmenci Azet cevap vermeden lokmasını çiğnedi. Kendisiyle dalga geçtiğini anlamıştı.
“Bak Azet Emmi.” Dedi Cemal, ağzına yeni bir parça çörek atarken. İşin içyüzünü bilmediğinden gözleri şaşkın şaşkın kırpıştıran Değirmenciye gönülsüz gülümsedi.
“Senin de başında puşi var, benim de. Senin puşin güneşte solmuş, benim de öyle. Kara lastiklerinin arkası yırtılmış, benim ki gibi. Giysilerin eskimiş, tıpkı üzerimdekilere ne kadar da benziyor. Aslında biz hepimiz birbirimize benziyoruz, değil mi?”
“Bütün Handris halkı birbirinin aynısıdır. Ne demek istiyorsun, açık söyle.”
“Hiç, emmi öylesine konuştum, işte.” Ne demek istediğini kendisi de bilmiyordu.
Değirmenci Azet istifini bozmadan kopardığı çörek parçasını yoğurda batırarak ağzına attı, ağzını şapırdattı. Yamaçta yayılan kuzulara bakarken elinin tersiyle ağzını sildi, Cemal’in saflığını anlamıştı. Kendisi aşk acısını çekmiş miydi, hatırlamıyordu. Çocukluğundan beri değirmende çalışıyordu, neredeyse Zinet gelinle evliliğini de unutacaktı.
“Otur yerine ulan deyyus kuzucu.” Hafiften sitem edercesine kızgınlığını gösterdi.
“Sen oturadur daha, eloğlu durur mu sandın, taa nereden gelmiş herifin oğlu bekler mi?”
Kopardığı çörek parçası elinde kaldı. Yoğurda batıramadı, ağzında çiğnerken küçük yeşilimsi kanlı gözleri bilinmedik uzakta bir şeylere bakıyordu. Cemal’in haberdar olmadığını anladı, ama yine de uyarmalıydı. Cemal ilkin işin farkına varmadı.
“Herifin oğlu kim, anlamadım neye kim gelmiş?” Değirmenci oralı olmadı.
“Gelmiş işte!..”
Günlerden beri köyde bir söylenti vardı, Cemal kuşkulanmıştı, elindeki çörek parçası kuru toprağa düştü. Kanı durdu, beti benzi kesildi, bir an hiçbir şey düşünemez oldu. Dünyası yıkılmıştı, boş gözlerle değirmenciye baktı. İri siyah karıncalar elinden düşen çöreğin kırıntıları etrafında toplanmışlardı.
“Kızı istemeye gelmişler, haberin yok mu, deyyus?”
Gülistan’ın dayı tarafı Murat nehrinin öte yakasından Cemal’in adını unuttuğu o köyden gelmişlerdi.
“Adı batsın belki, o köyün adı lazım değil bana.” Demişti içinden. Nutku tutulmuş, konuşamadı. Annesi sonunda yapmıştı yapacağını, Gülistan’ın.
“Azet emmi, doğru mu söylediklerin, essahtan Gülistan’ı istemeye mi gelmişler?” Değirmenci uzaklara bakıyordu, oralı olmadı.
“Ya, verirlerse kızı?” Cemal yalvaran gözlerle değirmenciye baktı.
“Öyle diyorlar, dün değirmene gelen Mustafa’nın Selim’i söyledi, bilirsin komşuları olur. Hacı Kadir amcana da uğrayacaklarmış, adamlar.” Cemal’e baktı, ses yoktu.
“Nazo kadın çok para almış, diyorlar. Şimdiye kadar hiç kimse bu kadar başlık parası vermemiş. Adamın koyunları çokmuş, çayırı tarlası bol… açmış kesenin ağzını.” Cemal hayretle dinliyordu.
“Ne zaman geldiler, ne çabuk kızı verdiler, Azet Emmi?”
“Gelmişler işte!.. Dün, başlık parasını saymışlar Nazo kadının eline. Yakında götüreceklermiş Gülistan’ı diyorlar.”
Cemal donmuş kalmıştı, değirmencinin söylediklerine inanası gelmiyordu.
“Azet Emmi, yalvarırım dediklerin doğru mu?” Oralı olmadı değirmenci, ağzındaki lokmayı çiğnerken karşı yamaca bakıyordu.
“Azet Emmi iyi düşün, ya benim itibarım? Hııı… Ne olacak berim itibarım?” Değirmenci uzaklardan gözlerini çekti, yarı kızgın bir sitemle;
“Hay, Hüseyin’in Belan’ı işesin senin itibarına. Onca zamandır neredeydin, her gün zırvalarken pek mi düşündün itibarını?” Çöreği yemeye devam etti. Son sözünü bitirmeden Cemal’e taraf baktı, yüzüne acı bir ifade gelip oturmuştu.
“İyi de gönül ferman dinlemez, yakar mı yakar, Azet Emmi.”
“Ulan kuzucu, senin saf olduğunu biliyordum da, doğrusu bu kadar salak olduğunu da yeni öğrenmiş oldum.” Dedi, değirmenci İzzet başını öte yana çevirirken.
Cemal, yeni gençliğinin en güzel demlerini geçirdiği bu yaz gününün sabahında belki de ömrünün en korkunç haberiyle karşılaşmıştı.
Aldığı acı haberle yüzü gölgelenen Cemal, sarsıldı, boğazı kurudu ağzındaki lokmayı yutamadı, sesi kısılmış, cansız kalmıştı. Artık hiçbir şey düşünemez olmuş, bir anda kanı kesilmişti, beti benzi de atmıştı. Gözleri kendiliğinden dolmuş, dokunsan güz yağmuru gibi dökülecek. İlkin inanmak istememiş, ne diyeceğini bilememişti.
“İtibarıymış, deyyus kuzucunun.”
Cemal baktı durum ümitsiz, baktı başka çaresi yok, önce sağındaki değirmen yamacına yayılan kuzulara baktı, sonra sol yanında gürültüyle akan dereye… Görmeyen gözlerle bakıyordu, çürük bir meşe kütüğünün yanına çömeldi.
Dünyası yıkıldı, beyninden vurulmuşa döndü. Gökyüzündeki bulutlar, değirmen yamacındaki kavaklar, çevrede görünen her şey Cemal’in etrafında döndü. Her şeye boş gözlerle bakıyor, dili dönmez, sesi çıkmaz olmuştu. Beyninde bir uğultu, ne değirmenin gürültüsünü, ne de derenin çağıltısını duyuyordu. Üç beş karınca incecik bacaklarıyla, Cemal’in elinden düşen çörek parçasını sürüklemeye çalıştılar. Kayalıklarda oynaşan üç oğlaktan biri aşağıya yuvarlandı, Cemal hiçbirini görmedi. Değirmenin gürültüsü kuzuların sesine karıştı, Cemal yine duymadı. Yanında oturan değirmenciyi ne gördü, ne de söylediklerini duydu.
“Haydi, çöreği bitir, senin için pişirmiştim.” Gönlünü almaya çalıştı, Cemal duymadı.
Gün tepeye ulaştı, yamaçtaki ağaçların gölgesi kısaldı, kuzular kendiliğinden yamaçtan inerek derede suya durdular, ardından söğütlerin gölgeliklerine çekildiler. Cemal görmeyen gözlerle kuzulara bakıyor, ama önündeki kuzuların farkında değildi. Fazla durmadı. Oturduğu yerden sıkıntılı bir halde kalktı, gelişi güzel adımlarla dere yukarı yürürken aklı başında değildi. Yamacı aştı, bir anda kendini kayalıkların sivrisinde buldu.
Değirmenci Azet ardından baka kaldı, yeşilimsi küçük gözleri nemlenmişti.
“Vay, Cemal’im vay!.. Öksüz Cemal vay!.. Kadersiz Cemal vay!.. Sevdalanacak ne vardı, sanki. Kız kıtlığı mı oldu sanki gittin de Gülistan’a tutuldun? Şimdi gel de çık işin içinden.”
Onun da iştahı kesilmişti, çöreği ve yoğurdu toplamadan yavaşça yerinden kalktı, değirmene doğru yürüdü. Değirmene varırken kendi kendine söylendi.
“Ulan deyyus kuzucu, senin neyine sevdalanmak, sen kim sevdalanmak kim? Var git kuzuların başına, neyine yetmez senin?” Değirmen taşının sesi değişmişti, Azet koşarak değirmene vardı.
“Eyvaah, boş dönüyor, abarada buğday kalmamış. Allah kahretsin. Ulan çulsuz kuzucu, sevdanın içine itler sı... he mi? Senin yüzünden başıma gelene bak. Değirmen yandı, ulan deyyus!.. Gülistan’mış, sevdaymış, de git oradan be, düdük!..”
Değirmenci Azet’in öfkesi ocakta kaynayan süte benzer, çabuk kabarır ve çabuk taşır. Sinirlendiği zaman gözleri hiçbir şeyi görmez, ağzına geleni söver sayardı. Handris köylüklerinden değirmene uğrayan herkes onu böyle bilirdi. Cemal’in ardından bağırdı.
“Git ulan!.. Git deyyus kuzucu, cehenneme kadar yolun var!.. Seni çulsuz, anca gidersin!.. Namussuz kavat, git.!.. Değirmen!.. Taş yandı!.. Bak değirmenin haline!.. İtibarıymış, itler sıçsın senin itibarına. Ula çulsuz senin neyine sevda… Vah, değirmen… Elime bir geçirsem… Görürsün sevdayı…” Ne diyeceğini bilemiyordu, kendi kendine bağırıp durdu.
Cemal değirmenciyi hiç duymadı, kayalıklarda sebat edemedi, ağır adımlarla aşağılara indi, dere yukarı doğru yürüdü ve gözden kayboldu.
Değirmenci Azet durmadan söylendi, bir yandan da buğday çuvalını değirmenin abarasına boşalttı, ayarları yeniledi. Değirmen taşının sesi normale dönünce aklı başına gelmiş oldu, yeniden Cemal’in durumunu hatırladı, hızlı adımlarla değirmenin arkasına gitti. Sağ elini güneşe siper ederek kırpık gözlerle uzaklara baktı, Cemal’i göremedi. Kuzeye bakan yanı yosun tutmuş bir kayanın üzerine çıktı, tekrar uzaklara baktı, Cemal yok.
“Seni bir elime geçirsem!..” Aslında Cemal’e acıyordu, ama konuşması, tavırları kızgıncaydı.
“Seni deyyus kuzucu!..” Durdu, etrafı bir daha araştırdı. Dere aşağı gidemezdi, bilirdi, yukarılara baktı, söğüt
ağaçlarından görünmüyordu. Yamacın üzerindeki kayalıklara dikti gözünü, Cemal yoktu. Sinirlendi, anlamsız şeyler geveledi, durdu. Oldum olası çabuk sinirlenirdi, Değirmenci Azet. Sinirlenince de yeşilimsi küçük gözlerinin beyazı kendiliğinden kızarırdı.
“Ulaan, çulsuz hangi cehennemdesin, hangi farenin deliğine girdin yine?”
Cemal neşeli olduğu günlerde değirmenciyle eğlenmek için saklanmayı adet edinmişti. Azet arar dururken tahmin etmediği bir ağaç kovuğundan, ya da bir kayanın arkasından ortaya fırlar, kahkahalarla gülerdi. Bir keresinde gizlice yaklaşmış değirmenci görmeden, değirmenin önündeki yaşlı söğüt ağacına çıkmış, dallarının arasında saklanmıştı. Değirmenci Azet araya dursun, Cemal ağacın üzerinde puğu kuşunun sesini çıkarmış. Azet puğu kuşundan huylanarak yerden aldığı taşı fırlatmış, Kuzucu Cemal taşla beraber Azet’in önüne yuvarlanmış. Ama bu sefer başka, Cemal yine ses vermedi ve yine görünmedi.
Değirmenci Azet, büyük yassı taşın üzerine kurduğu sofraya tekrar oturdu. Çörekten küçük bir parça kopardı, lokma ağzında büyüdü, yutamadı. Dere boyunda göremeyince, kayalıklara baktı değirmen yamacını zorlukla tırmanırken gördü. Tepede bir kayanın üzerinde oturmuş, Murat nehrinin bulanık akan suyuna boş gözlerle bakıyordu.
“Gelmezsen gelme, umurumda mı sanki” Ama yutamadı lokmasını, boğazında düğümlendi. Cemal ’siz yiyemedi.
Cemal, önce yamacı taşlı olan dik kayalığa tırmandı, oradan vadiye baktı. Uzak sayılmayan tepelerin yamaçları ağaçlıydı, yapraklar güneşte parlıyordu. Meşe koruları toprağa sıkı tutunmuşlardı. Kayalıklarda fazla oyalanmadan ağır adımlarla vadiye inmeyi başardı. İnerken iki kez ayağı kaydı, birinde bir çalıya tutundu, diğerinde yere düşmekten kurtulamadı. Düşerken ağır bir küfür savurdu, kime küfür ettiği bilemedi. Dereye akan eski bir gözenin başında durdu. Küçük gözenin üzerini öreten yaprakları eliyle toplayıp attı, avuçlarıyla soğuk suyundan içti. Doymayınca yüz üstü uzanarak ağzıyla içmeye başladı. Doydu. Başını kaldırmadan yüzünü suya batırdı. Göğsü ıslanmıştı.
Gözenin döküldüğü derenin suyu yazdan beri azalmıştı, taşların arasında ince akıyordu. Yıllardan beri yerinden kımıldamadan duran, yanları yosun bağlamış irice bir taşın üzerine oturdu. Cebinden sarılı bir sigara çıkardı, kibritle yaktı, neft bir hoş koktu alev alırken.
Yamaçtan dereye doğru inerken eşeğine odun yükleyen Süleyman’ı gördü, oralı olmadı. Değirmen yamacından Mozelan vadisine kadar her yer çiriş kokar. Çiriş kokusunu içine çekti.
...
17 Haziran 2021
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Mehmet Burhan AKIN
Saygılarımla Efendim.
Hayatın içinden bir öyküyü akıcı bir dille anlatmışsınız.İmla ve cümle hataları yer yer olsa da betimlemeler güzeldi.Tebrik ve saygılarımla.
Mehmet Burhan AKIN
Saygılarımla Efendim...
Size özgü bir öykü olmuş yine Hocam, keyifle okudum... Tebrikler gün başarısı için.
Saygıyla...
Mehmet Burhan AKIN
Saygılarımla Efendim.