- 323 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GÜL' ÜN YAZISI
Yeşilliği bol Karadeniz’de denizin kıyısına kurulmuş mavi-yeşil cenneti bir yer Nuryeri Köyü.Bir tarafı orman bir tarafı deniz. Geniş mahalle araları söğüt ağaçları ve çınar ağaçlarıyla süslü.Her yer çiçek bahçesi gibi. İşte böyle doğal güzellikleri olan cennete doğdu Gül.
Bir yaz günü martıların sesi ve günün ilk ışıklarıyla uyandı annesi. Sancılar içerisindeydi. Doğuma daha iki ay vardı. Bu neydi diye düşünürken kan geldiğini fark etti.Kalkıp kocası Nebi’yi çağırdı. Hemen hastaneye gittiler ve erken doğum yaptı Selvi.
Doğum sonrası bebeğin gözlerinin görmediği anlaşıldı. Bunu kabullenmek zor olsa da ailesi bağırlarına bastılar çocuklarını. Dünyayı göremese de gülen yüzle karşıladı Gül hayatı. Bunun için ve hep gülsün diye adına Gül koymaya karar verdiler.
Sabahın ilk ışıklarının insanın gözünü kamaştıran bahçesinde bir çardak, çeşitli çiçekler ve de ağaçlar bulunmaktaydı. Penceresinde cam güzeli çiçekleri olan sarmaşıkların yeşil örtüsünde, pembe boyalı büyük bir evleri vardı Gül’lerin.
İlk hastaneden getirdiklerinde onları abisi Eser babaanesiyle karşılamıştı.O gün Eser’in aklından hiç çıkmadı.O gün ve sonrasında abisi çok sevdi Gül’ü.
Kardeşinin eli ayağı olmayı anne babası gibi abisi de öğrendi. Tüm aile can oldular. Abisi Gül’ün dünya penceresi oldu. Biraz büyüdüğünde abisi kardeşine evlerinin arkasındaki geniş bahçede etraftaki ağaçları,çiçekleri, anne babasının ekip biçtiği sebzeleri,gökyüzünün nasıl olduğunu renklerini, seslerini duyduğu kuşların ve diğer hayvanların neye benzediğini anlatmaya başladı.Daha da büyüdü Gül, abisi ona kitap okudu, anlattı gördüğü her şeyi.Gül en çok martıların sesini sevdi. Onları duymak ona hayaller kudurur ve bu hayalleri abisine anlatırdı. Abi kardeş hep çok iyi anlaştılar.
İnsanlar birbirlerini acımasızca yargılar ve lakap takar çoğu zaman.Bu güzelim doğası olan Nuryeri Köyü halkının vazgeçilmez kötü bir huyuydu dedikodu.Nebi’nin kör kızıydı Gül.Her gördüklerinde Gül’ün yaptıklarını iyi de olsa kötü de olsa her şeyi konuşurlardı.Akıl verir ya da eleştirirlerdi.Köy çok büyük değildi çocuklar çok oynamazdı Gül’le. Zaten küçücük çocuklar gözleri görmeyen bir çocukla nasıl oynayacaklarını da bilemezlerdi.Yaklaşamamalarının bir nedeni de büyüklerinin Gül’den değişik bir varlık gibi bahsetmeleriydi.
Gül en çok amcasının çocuklarıyla oynardı. Onlar bilirdi ona nasıl davranacaklarını. Sanki ailedeki herkesin arasında gizli, hiç konuşmadıkları, sessiz bir anlaşma var gibiydi.Çocuklar da bu anlaşmaya uyar ve kuzenlerini korur, kollar ve severlerdi. Gül en çok abisinin anlattığı dünyayı hayallerle süslendirirken bu hayalleri anlatmayı severdi.
Okul zamanı geldi ve aile Gül’ün görme engelliler okuluna gidebilmesi için şehre taşındı.Gül başarılıydı okumayı çabuk öğrendi.Okuma öğrenmenin en keyifli yanı yazı yazmaktı. Gül hayallerini yazıya dökmeye başladı.Hayatını okumak ve yazmak gibi eğlenceli uğraşlarla renklendirdi. Altıncı sınıfta öğretmeni hikayeler yazdığını öğrenince onun öykü yarışmasına katılması için başvurusunu yaptı. Öğrenciler arasındaki yarışmada il birincisi oldu. Bu yarışmalar birbirini izledi ve liseye geldiğinde ülke çapındaki yarışmada birinci oldu. Hikayeleri görmediği dünyaya ışık tutuyor ve kendi dünyasını da güzelleştiriyordu. Göremediği halde renklerin ışığını ve karanlığını anlatması, olayları anlattığı yöntem, canlı ve heyecanlı yanıyla okuyanı içine alıyordu. Yazdıkları çevresindekilerce çok seviliyordu .Bu da onu ve ailesini çok mutlu ediyordu. Yaradan öyle güzel bir yetenek vermişti ki hayatı anlamlanıyordu.
Her şey yolundayken tek bir şey eksikti hayatında. Sorsalar görmemesi değildi bunun cevabı. Bu duruma alışmıştı artık ve her işini kendisi yapabiliyordu.Annesi de aldığı eğitimlerin yanında onu hayata hazırlayan en büyük destekçisiydi. Abisi yanında değildi.Tek eksiği buydu. Abisi üniversiteyi kazanmış başka şehre gitmişti. Telefonla görüşüyorlardı ama yanındaki gibi değildi.
Eser üniversite için başka şehre gitmiş sosyal bir yapısı olduğu için arkadaş edinmesi zor olmamıştı. Dersleri iyiydi. İyi bir uçak mühendisi olacaktı. Durumu bunu gösteriyordu.
Bir gün kampüsün girişinde arkadaşlarıyla gülerek okula gelen bir kız gördü.Çevresi genişti kızı tanıyan birilerini bulması kolay oldu.İlk önce ismini öğrendi. İsmi Pelin’di. Kıvırcık siyah saçları, kocaman kahverengi gözleriyle çok güzeldi. Büyülenmişti Eser. Kızla arkadaşları vasıtasıyla tanışıp arkadaş sonra da sevgili oldu.Çok mutluydu. Telefonlarda ve tatillerde uzun uzun Gül’e Pelini anlatırdı. Gül de Eser de ailesiyle birlikte çok mutluydular.
Ancak Eser bir sabah kalktığında telefonunda Pelin’in mesajını gördü. Mesajda - ailem seni öğrenmiş okulu bırakmam için zorluyorlar lütfen artık görüşmeyelim. Beni bir daha arama yazıyordu. Eser Pelin’i çok ikna etmeye çalıştı evlenme teklifi bile etti ama ailesine okuma sözü veren Pelin’in bunu gerçekleştirmesi gerekiyordu. Yoksa annesi babası haklarını helal etmeyeceklerdi. Bu da onun için çok önemliydi.
Barışamadılar ve Eser çok mutsuz oldu. Yemek yemiyor, uyku uyuyamıyor sürekli Pelin’i düşünüyordu. Dersleri kötüye gitmeye hatta okula bile gitmemeye başladı. Hiç kimse ile konuşmuyordu. Hatta ailesini canı kardeşi Gül’ünü bile aramaz oldu.Hayat anlamsız geliyordu.Sadece nefes alan bir canlı gibiydi.
Gül ise çok üzgündü. En iyi arkadaşını kaybetmişti. Bir gün edebiyat öğretmeni teneffüste Gül’ün yanına geldi. Yazdıklarının çok güzel olduğunu ve bir yayınevi sahibi arkadaşına ondan bahsettiğini söyledi. O yayınevi sahibi öyküleriyle birlikte Gülü bekliyordu. Gül babası ve öğretmeniyle ertesi hafta görüşmeye gitti. İşte herkesin okuduğunda dünyaya başka gözle bakmasını sağlayan bu öyküleri yayıncı da beğendi. Ve ilk öykü kitabı böylece çıktı. Kitabın çok satması yüreği buruk Gülü ve ailesine bir hediyeydi adeta. Çünkü yazdıklarının başarılı olması kendi varlığının bir kanıtıydı Gül için. Ailesi de bunu bildiğinden kara kuzularının başarısıyla gurur duyuyorlardı. Eser de yanlarında olsaydı keşke. Buruk sevinç yerine tam bir huzurla karşılarlardı yaşadıklarını. Kimseye ve birbirlerine bile söylemedikleri bu acıyı susarak yaşıyorlardı.
Tabi ki zaman kaçınılmaz güzellikleri de insanın önüne getiriyordu. Bu da sabrın armağanıydı.İmza günü düzenlenecekti, bir alışveriş merkezinde düzenlenecek olan bu etkinlik için hazırlık yapılıyordu.Anne babası da Gül’ün yanındaydı.Gül masasına oturacağı sırada abisinin sesini duydu. Abisi gelmişti ve ona -bu kitabı imzalar mısınız diyordu? Çok sevinçliydi.
Abisi bir arkadaşının zoruyla terapiste gitmiş ve düzelmiş eski neşesine kavuşmuştu.Pelini de unutmasa da artık onun için üzülmeyi unutabilmişti.Artık huzurlu günler geri gelmişti.
İmza günü etkinliği bitti, beraber eve dönmek için arabaya yürüyeceklerdi. Abisi babasının arabasını park ettiği yerden almaya gitmek için yanlarından ayrıldı. Ayrılmadan önce de Gül’e -büyüdün artık bak, tüm ülke senin hikayelerini okuyor, daha dün bana anlatıyordun, ne zaman büyüdün sen deyip kucakladı ve - seni çok seviyorum kardeşim dedi. Kendine güven ve yazmayı sakın bırakma dedi arkasına dönerek ellerini bıraktı Gül’ün. Eser arabayı getirdi. Bindiler ve uyuyan bir şoförün kullandığı kamyonun altında kaldı araba. Ailecek geçirdikleri bu kazada Gül ve babası hafif yaralı kurtuldu.Annesi ve abisi ağır yaralıydı.Üç ay yoğun bakımda kaldılar.
Çok zor zamanlar geçirdiler,babası hastanede,Gül babaannesi ve dedesiyle evde acı dolu günler yaşadılar.Bir gün dedesinin telefonu çaldı babasıydı. “baba Selvi kendine geldi durumu iyiymiş” dedi. Buruk bir sevinç yaşadılar.Akılları Eser’deydi.Bir gün sonra ise Eser kendine geldi.On beş gün sonra eve geldiler.Mutlulukları çoğaldı ve Gül yirmi dört yaşında iken üç kitap sahibi bir yazar olmuştu.
Hayat hepimize güzellikler ve kötülükler getirdiği gibi ona da bunları yaşattı.O kendini bunlardan beslenerek büyttü.En büyük başarısı da tutunduğu dalı hiç bırakmadı. Bu dal onu mutlu eden yazmaktı.
ÇİĞDEM KARAİSMAİLOĞLU
YORUMLAR
işte benim arkadaşım.
var ol var ol canım.
günümün yazısıdır.
nicesini yaz yazalım.
sevgimle tüm yüreğimle.
Çiğdem Karaismailoğlu
Tüm yüreğimle sevgiler canım.