- 560 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
807 – GÖLGE
Onur BİLGE
Sohbet yine en önemli konuya kaydı. Gölge üzerinde duruluyordu. Konuşmaları ilgi çekiciydi. Bildiklerini tekrarlayıp duruyorlar gibiydi ama galiba “Sana söylüyorum kızım, sen işit gelinim!” hesabı yapıyorlardı. Tabii ki var olanın gölgesi olurdu ve gölge için kendiliğinden var olduğu söylenemezdi.
Gölge olduğumuzu düşündüğümde zavallılığımı gördüm. Aczimi, bağımlılığımı... Hacivat’la Karagöz aklıma geldi. Çekirge’deki kabirleri... Atışmaları... Hayali Küçükali geldi aklıma. Küçüklüğümde Ramazan günleri, tam iftar vakti radyoda onun programını dinlerdik. Aşina olduğum sesi kulaklarımdaydı. Bizim kafadarların sesleri daha baskındı.
“Biz de kendimizi var sanıyoruz, O’nun gölgesinde. Ben bir masal uydurdum. Yaşarken her cümlesinde ağladım. Kurguydu, uyduruktu, biliyordum ama anlatırken yaşadım, gerçek sandım, her cümlesinde durdum, ağladım. Yaşamak da öyle bir şey işte! Gerçek gibi... Aslında biz kurguluyoruz. Peşine düşüp yanıyoruz! Aslında geri çıksak baksak ki bir şey yok!”
“Pervane... “Gölgeyiz, hiçiz...” demekle kurtuluş yok gibi... Anlayamadığımız bir sır var ama o sır ne? Yaratan O! Amenna! Süs olsun, eğlence olsun diye yaratmadı insanı! Sebebi olmalı! Acaba biz başıyla sonunu düşünerek bir şeylerden kurtulmaya mı çalışıyoruz?”
“Tabi ki! Yok yahu! Aklına akıl, sırrına fikir mi yeter!”
“Bu en kolayı da ondan mı? Bunları derken bile samimi değiliz gibi geliyor. Bir şeylerin üstünü bir başka şeylerle mi örtüyoruz? Bilinmek istemiş. Kendisine ibadet edilmesi için yarattığını söylüyor. İbadeti biz mi yanlış algılıyoruz? Yoksa O’nun doğruları bize eğri mi geliyor? Camilere bakıyorum, tıklım tıklım dolu... Kur’an kursları öylesine... İnsanlar hallerinden memnun... Bizim içimizde kurt mu var! Neden bu kadar çok sorguluyoruz? Herkes mi böyle? Hayır! İbadetlerinden o kadar huzurlu ve mutlular ki onlara hayran olmamak elde değil!”
“İbadet yok, salat var. Zikir, zikretmek, fikretmek,
kabul etmek, ram olmak...”
“Zikretmek... Ne, zikrettiğini fikretmek, fikirle farkı fark etmek, farkları bir arada tevhit etmek çok zor gibime geliyor. En çok da zikir yoruyor. Yani zikrin aslı...”
“Ram olmak... Netice bu! Ne varsa zikrin içinde...”
“Demek ki o ağır yük yoruyor. İnşallah İnşirah Suresinin sırlarına mazhar oluruz da Cenabı Allah belimizi büken bu ağır yükten bizi kurtarır.”
“Bazıları kulaç atıyor. Ben debeleniıp dibe batıyorum. Bazıları da sırtüstü keyif çatıyor.”
“Kul aç! Bazıları kulaç atıyor, bazıları da kafadan... Bunlar akıllı ve dengeli adam işi değil. “Bu aklu fikr ile Mevla’m bulunmaz!” diyor Yunus.”
“Var sende akıl... Akıl gidince daha kolay bulunuyor. Akıl gitmeden aşk gelmezmiş.”
“İki tecelli asla bir arada olmaz. Aklın marifeti tedbir almak, Hakk’ın marifeti takdir etmek... O noktaya gelindi. Akıl şeriattır. Şeriatla ilgili konularla ilgilenmek aklın sahası... Sonra dönüşü olmayan uzun ince bir yol ve ilim şehri gelir. Velayet kapısından girilecek, Muhammed Şehri’ne ulaşılacak, oradan marifet gülleri derilecek. Zor be! Akıl, akılsızlığı reddeder İşine gelmez! Firavunlaşır.”
“Bizim için karışık...”
“Karışıklığın üstündeki tortular temizlenirse altından billur gibi berraklık peyda olur. Ram olmak... O yola girip, dağlar başında kurda kuşa yem olmadan menzile varabilmek, Allah’ı bulmak kolay da Allah’ı bulduranı bulmak zor! “Her mürşide el verilmez! Yolunu sarpa uğratır!” derdi erenlerin biri.”
“Meczup mu olsak ki! Akıl da olmaz, sorumluluk da...”
“Böyle bir ruhsat yok. Delilik elde değil. Kesbilik belki... Fakat aşk olmadan hiç birinin hakikatine ulaşmak mümkün değil. Aslolan aşk... Aşık, deliden daha beter! Anlarsın. Tereciye tere satmayayım!”
“Aşk da geçiyor mu ne? Başka bir şey başlıyor sanki.”
“Ölünce geçer.”
“Yok! "Allah!” denince yaşlar boşanırdı gözlerimden. O geçti. Cezbe hali o ilk zamanlardaydı. Neydi o günler! Sonra hayalde gibi gezdim.”
“Demek ki oraya kadarı ölmüş ama daha tamamı değil... Ne zaman ölümün zevkini alır, Şebiarus’u yakalarsak, o zaman aşk ölür. İşte tuzaklardan biri! “Sizi, bilmediğiniz bir dirilişle yeniden yaratacağız!” Of be! Bu muhteşem! Bak sen buna! Binlerce diriliş var. O deryanın sahilinde geziniyorsun. Fakat engeller var. Sis, serap...
Hangi sisler dağılmadı, hangi bulut yere yağmadı! Hangi hayaller terkedilmedi! Hangi rüyalardan uyanılmadı! “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Ne kadar apaçık tüyo verilmiş! “Ölmeden evvel ölünüz!” Ne güzel bir uyarı! “Nefsini bilen Rabbini bilir!” “O’nu, güneşi seyreder gibi apaçık seyredeceksiniz!” Ne muhteşem müjde! Allah’ı demiyor, Rabb’inizi diyor. Terbiye edilenler, terbiye edeni...
Miraç’a kaydım. Şarap içmiş gibiyim! Başım döndü! Şarabı sever misin? Bahsettiğim şarap başka şarap! Şartlı seversin. Kayıtlama! Ne verirse versin, nasıl ikram ederse etsin! Reddetme! “Sus!” desene bana!”
“Yok! Sana “De!” diyen var.”
“Akıl, vehim ve hayal perdesinden sıyrılmadan Nuru Muhammedi’ye, yani zikrin hakikatine ulaşılamaz! Mecaz, hakikatin köprüsüdür. Bu köprü geçilmeden, hakikate vasıl olunamaz. Hakikate vasıl olan da zandan kurtulur, daima vahdeti şuhudtta olur. Bu yüzden tasavvuf, Varlığın bir olduğunun farkına varabilmemizin erkanıdır.
Her zaman külli rüyetin manisi, cüzi rüyettir.
Cami, “Varlığıyla tüm varlıkları kendinde toplayan” demektir. Cem otoritesi olmasaydı isim ve hükümlerinin çokluğu zuhur etmezdi. Bu an da adem esmaların Muhammed Aleyhisselam’ın sıfatlarının mazharıdır. Bu yüzden âlemlere rahmettir. O halde ademiyetimizle, Muhammediliğimizle kendi beden camimizde cem olursak, orada ne sen ne de ben kalır. Malikül mülk olan Allah, bütün tasarrufunu oradan yapar. Bu da ancak iki yakinle mümkündür. Birincisi kurb-i nevâfil, ikincisi kurb-i ferâiz... Yani fena mertebeleri ve beka makamlarının hatmedilmesiyle mümkündür.
Bir kutsi hadis vardır. “Benim gök kubbemin altıda öyle kulları var ki, onları benden başka bilen olmaz!” Resulullah Efendimiz de onları kutup yıldızına benzetmekte...
Yunus "Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz!" diyor. Buradan benim anlamaya çalıştığım şudur: Biz bu insanları tanımadan Resulullah’ı, onu tanımadan da Allahı tanımamız kolay değil... Hazreti Musa’yı Firavun’un sarayında yetiştiren, daha sonra da Şuayip Aleyhisselam’a yönlendiren, kardeşi Harun Aleyhisselam ve Yuşa Aleyhisselam’la destekleyen Allah, bizi de, Rahleyi Muhammed’ten geçmeden “Kendisine katımızdan ilim verdiklerimiz..." ayetine muhatap etmeyecektir.
Bunu iyi anlarsak, vehim ve zanlardan kurtuluruz. Vakit hayli geç olmuş. İlaçları alınca çok yorgun hissediyorum kendimi. Bugünlük bu kadar...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 807