- 874 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Yaşanmış bir hikaye
Yaşanmış bir hikâye.
Bölüm -1-
Hiç kimse doğarken, kendi ailesini seçme şansına sahip değildir. Kimi doğarken zengin bir ailenin çocuğu olarak doğar, kimi fakirin kimi bir köylünün, kimi şehirlinin ya’ da memurun ve esnafın çocuğu olarak doğardır.
İnsanın huyunu, karakterini yaşam tarzını doğup büyüdüğü aileler belirler ve alışkanlıklarını yedikleri içtikleri hatta kullandığı eşyalarını bile doğup büyüdüğü ailenin alışkanlıklarından öğrenir.
Zamandır insanı değiştiren, aldığı eğitim, sonradan yaşadığı ya’ da yaşamak mecburiyetinde kaldığı ortam değiştirir, Allah’ bile ona göre yazmıştır insanın karakterini alışkanlıklarını önceden belirlerken.
Değiştirmeyi değiştirirdir amma, yine de hiçbir zaman kendi ailesinden öğrendiği, aldığı terbiye şeklini ve alışkanlıklarını zamanla unutamaz, zaman, zaman yaşarken bu aileden edindiği alışkanlıkların etkisi altında kalırdır insanoğlu yaşarken.
İşte Mehmet’ de böyle biriydi. Kıt kanaat geçinen çok çocuklu bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmişti.
Ailesi dünyaya getirdiği çocuklarını geçindirebilmek için, el sanatlarıyla uğraşan, mutaassıp sayılan, zar zor geçinen bir aile içinde dünyaya gelmişti.
Fakir olmanın ne demek olduğunu aileden öğrenmiş, geçim sıkıntısının getirdiği sonuçları daha çocukken aileden öğrenmiş, fakat zamanla değişmiş, kendi yaşadığı ortamlardan uzaklaşmış, ailesi artık beğenmeyen, aileden aldığı terbiye ve görgüleri alışkanlıklara uyum sağlamak istemeyen biri olmuştu. Sevmenin sevilmenin bile ne demek olduğunu sonradan öğrenmişti.
Babasının oğlum bizim gibi cahil olmasın, okusun adam olsun onun bir işi gücü olsun, askerliğini yapsın evini yuvasını kendi örf ve adetlerimize göre, karınca kaderince doğup büyüdüğümüz topraklarda bizlerin rıza göstereceği biriyle yapsın demişti.
Öyle de olmuştu, Mehmet zekiydi. Okuyup kendi ilkokul öğretmeni gibi bir öğretmen olmak istiyordu. Öğretmenin babası ile konuşması sonucunda yatılı eğitim veren köy enitütülerinden birine kaydoldu.
Babasını hiç yormadan okudu ve buradan ilkokul öğretmeni olarak mezun olduktan sonra doğu illerimizden birinden olan, Bitlis ilinin Mutki ilçesindeki bir köye öğretmen olarak tayin oldu.
Okulda köylü ile kaynaşmayı, onlara her konuda yardım etmeyi meslek dersleri ile birlikte öğrenmişti Mehmet, artık önünde yapmak istediği çok işler vardı, okulda ona bağ bahçe konusunda çok işler öğretilmiş, gerektiğinde bir bahçıvan, gerektiğinde bir yapı ustası ya da bir boya ustası nasıl olunur hepsini öğrenmişti. Seviyordu mesleğini, çünkü okulunda onu öyle yetiştirmişlerdi.
Evlenmek yeni kuracağı yuvasını, tayin edildiği köyde kurmak fakir köy halkının çocuklarını okuturken, diğer bir taraftan da köylünün derdine derman olmak istiyordu.
Bir yaz günüydü. Okullar tatil olmuş, memleketine dönmüştü. Bir gün annesi ile gittiği, üvey amcasının evinde amcasının kendi gibi yetişmiş, güzelliği ile göz dolduran amcasının kızını görmüş ona âşık olmuştu.
Onunla bir yaz boyunca gizli, gizli buluştular, konuştular ve anlaşıp yeni tayin olduğu yerde, kendilerine ait bir yuva kurmanın yollarını aradılar.
Mehmet olayı ciddiye almış, onunla evlenmek istediğini ailesine açmıştı. Okuluna sonbaharda yalnız gitmek istemiyordu. Mehmet, hayat yolunda yapmak istediklerini üvey amcakızıyla beraber yapmak istiyor, onu hem seviyordu, hem’ de, kendi ailesinden gelen alışkanlıklarına, edindiği huylara ve ailesinden edindiği yaşam tarzına daha yakın buluyordu.
İki ailenin de, birbirinden fazla bir farkı yoktu. Bunu iyi bildiği için ve sevdiği için, üvey amcasının kızını seçmiş beğenmiş, onunla konuşmuş sevmiş anlaşmış bu yüzden onla evlenmek istiyordu.
Ama kader onun istediği gibi yazılmamıştı. Onları ayıran iki aile arasında bazı anlaşmazlıklar vardı. Bu anlaşmazlıklar onların yaşantısını değiştirecek ayrı düşürecek onların birbirlerine karşı olan aşkları sevgileri bu iki aile arasındaki görüş ayrılığı ve husumet yüzünden yok olup gidecekti.
Mehmet üvey amcasının kızı ile evlenmekte ısrar ediyor, babası ise bu evliliğe sıcak bakmıyor, her konu açıldığında değişik, sebepler bahane edilerek, evlilik işi sekteye uğratılıyordu.
Oysa kızın babası bu evlenmeye sıcak bakıyor, kendi kızının yabancı birisine gitmektense üvey yeğeni ile evlenmesini bu evlilikte yapılması gereken bütün masrafları kendi karşılamayı kabulleniş görünüyordu.
Zaman oyalamalarla geçip giderken, sonbahar gelmiş, köylerde kentlerde okulların açılma zamanı gelmişti. Mehmet’i, tayin olduğu okulunda öğrencileri bekliyor bir köy enstitüsü mezunundan faydalanmak isteyen veli durumundaki köylüler ve diğerleri onu bekliyordu. Bu olumsuzluk karşısında, Mehmet’görev yerine dönmesinden başka çaresi kalmamıştı. Buruk bir vedalaşmadan sonra, Mehmet sevdiği kızın olduğu memleketinden ayrılmış, okuluna dönmek mecburiyetinde kalmıştı.
Boynu bükük kalan sevgilisi kaderine razı olmuştu amma, aklı hep sevdiği Mehmet de iken bir gün kendisine bir başka kişi görücü usulü ile evlenmek talebinde bulundu.
Oğlan kızın âşık olduğu öğretmen gence göre, daha zengin ve onun hali vakti yerinde biri olduğundan, artık kızın sevdiği genç öğretmenden’ de, ümit kesildiğinden, iki ailenin karşılıklı istekleri doğrultusunda çok geçmeden evlendir dirildiler.
Onun için artık yeni bir hayat başlamıştı, sevenler birbirlerinden ayırtılmış, sevmeyenler ailelerin istekleri doğrultusunda bir araya gelmişlerdi.
Bunu duyan Mehmet yıkılmıştı, artık sevdiği kızdan ümidini kesmiş, moral denen bir şey kalmamış, mesleğinden yapması gereken işlerden soğumuş uzaklaşmak istiyordu bulunduğu yerden.
Yeni bir yere tayin istese, istediği yere verilmeyeceğini biliyordu. Düşündü taşındı sonunda, yeniden okumayı seçti ve girdiği yüksek öğretmen okulunun imtihanlarını kazanarak, yatılı bir okul olan, babasına fazla yük olmayacağını düşündüğü, Balıkesir Necati bey öğretmen okuluna girdi.
Onu hem yeni girdiği okul değiştirecek, hem de, bu arada okurken eski sevdiği evlenen kızı unutmuş olacaktı. Öyle de oldu, çok geçmeden okulda okurken kendin yeni tanıştığı beğendiği eskisini unutturacak bir sevgili buldu ve onunla birlikte okumaya başladı.
Yaşanmış bir hikaye
- 2-
Ülkü emekli bir subayın kızıdır.Kendisi köy görmemiş, yokluk görmemiş fakirlik nedir bilmeyen varlık içinde büyümüş bir memur çocuğudur.Babasının görevi gereği çeşitli yörelerde bulunduktan sonra babası Muğla ilinin sahil kasabalarından birine yerleşmiş ailesi ile burada yaşamaktadır. Ailenin tek çocuğu olduğundan, biraz şımarık büyütülmüş kollejlerde okumuş daha sonra öğretmenlik mesleğini seçmeye karar verdiğinden,lise tahsilinden sonra imtihanını kazandığı yüksek öğretmen okuluna girmiş ve burada okurken okulda tanıştığı, genç kızların dikkatini üzerinde toplayan yakışıklı Mehmet ile arkadaş olmuş ve beraberce okurlarken,ilişkileri aşka dönüşmüştür.
Her ne kadar bunlar, birbirlerini seven, okul bitince evlilik planları yapan iki aşık sevgili olsa da, aslında ayrı dünyaların insanıdır.Bu durumu bilmeyen Ülkü, sevdiği Mehmet’in yakışıklı biri olmasından ve yanında iken kendisine yapılan iltifatlardan etkilenen Mehmet i sevmiş ve bunlar aynı okulda okurken boş vakitlerinde birbirlerinden ayrılmayan iki kumru gibi olmuşlardır.
Ülkü bir okumuş ve yıllarca devlet memurluğu yapmış bir babanın kızı olduğundan bakımlı, uzun boylu sarışın okuldaki diğer kızlar arasında, güzel sayılabilen bir yapıya sahiptir.
Mehmet de ondan geri kalmazdır amma, mehmet ayrı bir dünyanın çocuğu gibidir.Orta halli bir aile içinde hatta okuma yazması bile olmayan bir ana babanın çocuğudur.
Aslında böyledir amma, Mehmet için, orta halli bir yaşama sahip babası, oğlundan okurken hiçbir imkanı esirgememekte, var olan imkanları dahilinde ona, her türlü yardımı yapmakta cebini harçlıksız bırakmamakta, gerekirse varını yoğunu bu oğlunun okuması kendi düşüncesi ile büyük adam olması için, para harcamaktan çekinmememektedir. Çünkü Ülkü ile birlikte olan Mehmetkendi ismini, babasından almış, daha ilk ve orta okul sonra öğretmen okulunda iken çalışkanlığını ıspatlamış, öğretmenlerinin gözüne girmiş biridir.
Babası yakınlık kurduğu, ilk okul öğretmeni Asım beyle arada bir görüşüp konuşurken sohbetlerinde bu Mehmet’in başarılarından bahis edilmesi,hem babasının hem’ de öğretmeninin gurunu okşadığından cahil okuma yazması bile olmayan baba Mehmet amca,oğlunun okuldaki başarıları ile övünmeden edemezdir.Çünkü onun okuduğu dönemlerde, bir yüksek okulu mezunu öğretmen olmak,herkesin saydığı sevdiği hürmet edeceği bir meslektir.
Babası bunu bildiği için,oğlunun her ihtiyacını karşılamaktan çekinmeden bu çocuğunu diğer çocuklarından üstün tutar,onun okulunu bitirdikten sonraki yaşamında onun gibi birinin babası olmanın okul bitiminden sonra, kendisine vereceği haklı gururu beklerdir.
Mehmet amca, yüksek öğretmen okulunda okuyan oğlu Mehmet’in okul hayatında sevdiği kızdan haberdardır.Çünkü oğlu yaz tatillerindeki gelişlerinde babasına sevdiğini anlatmış,sana benim gibi yüksek okul mezunu öğretmen olan, güzel bir gelin getireceğim demiştir.
Her ne kadar babası ilk zamanlarda bu ilişkiye karşı çıkmış olsa’da, aralarında geçen konuşmalar babayı ikna etmiş bu ilişkiyi kabullenmiştir.
Mehmet ve Ülkü birbirleri ile, okulda beraber oldukları gibi, yaz tatillerinde’de konuşmakta, ancak bu konuşmalar bulundukları zaman diliminde telefon olmadığı için, genellikle mektuplaşarak yapılmaktadır.
Bir yaz günü postacı kapıyı çalar ve baba Mehmet amca kapıyı açar, postacı onun oğlunu sorar, postacı aldığı cevapla, orada olmadığını öğrenen postacı elindeki gelen mektubu Mehmet’in babası verir ve döner işine gider.
Mehmet amca elindeki oğluna gelen mektuptan gelen kokuyu hissedince birden şaşırır.Mektubu güneş ışığına doğru tutar, zarfın içindeki mektubun, sarı renkli güzel yazılarla yazılmış bir mektup olduğunu anlar.Önce anlam verememiş olsa da, oğlu gelip mektup hakkında babasına bilgi verince bunun neden olduğunu birbirlerini seven iki aşık gencin yazılarını kokulu kağıtlara yazdıklarını öğrenir.
Bu mektuplar daha sonra, sık, sık gelmeye başlayınca mektuplar bir araya toplanır ve okulun açılma zamanı geldiğinde, toplu halde baba Mehmet amcanın kendi çalışma odasındaki bir dolap içinde muhafazaya alınır.
Bu mektup haberleşmeleri yapılırken, olanlardan haberdar olan orta okulda okuyan kardeş Ahmet, babasının ve abisinin yokluğunda, mektupların bazılarını yerinden gizlice alarak, onu açar okur ve yeniden yerine koyar.İki genç arasındaki aşk ilişkilerini kardeş Ahmet bu şekilde öğrenmiş olur.
Ahmet gizlice okuduğu mektuplardan kimseye söz etmezken, bu mektuplar yıldan yıla çogalmaya başlar. Mektupların birinde, bir defasında Ülkü’n, yüksek okulda okuyan abisi Mehmet’e, gönderdiği bir fotoğraf’ da vardır.
Ahmet fotoğrafa bakarak, yüksek öğretmen okulunda okuyan abisinin yazışmış olduğu sevgilisinin, nasıl biri olduğunu buradan öğrenir fakat, bundan hiçkimseye bahsetmez.Çünkü korkardır, abisi onun bu mektupları okuduğunu bilse, onun kendisine kızacağını hatta döveceğini bilirdir
Yaşanmış bir hikaye
Bölüm - 3 -
Üç yıl süren bir okul hayatı birlikte okuyan aynı sınıf sıralarını paylaşan, sevgili olan birbirlerine ömürlerinin sonuna kadar bağlı kalacaklarına sözler veren, Ülkü ve Mehmet için bir cennet yaşantısı gibi olmuştu.
Üç koca yılın nasıl geçtiğini bilemeden mezuniyet günü gelip çatmış diplomalar alınırken merasim düzenlenmiş, mezuniyet sevincini yaşayan öğrencilerinin diplomalarının verilmesinde Ülkü ‘n anne babası orada iken Mehme’in boynu bükük,kimsesizliğin ezintisini yaşıyordu.
Ülkü gibi varlıklı aydın bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmediğineiçten, içten kahrediyor, kendi hayatının ileriki dönemlerinde, kendi kuracağı ailede çocuklarını kendi gibi yaşatmayacağına kendi kendine sözler veriyordu.Mehmet kaderini değiştirmeye azimli, kendine büyük sözler veriyordu.
Şaşalı bir tören sonrasında alınan diplomalar ile beraber, atamalar için bakanlığın yolu tutulurken çok geçmeden bakanlıkça açıklanan atamalarda, Mehmet orta anadolu’n bozkırları içindeki bir şehir merkezindeki ortaokula fen bilgisi öğretmeni olarak atanırken, sevgilisi Ülkü, anne ve babasının ikamet ettiği Muğla merkeze atanmıştı.
Kader ilk olarak onları bu atamayla ayırdı.Ülkü’ün anne babasının girişimleri ile kendi doğup büyüdüğü topraklardaki bir ortaokul öğretmenliğine atanırken, Mehmet ise, ne kendi doğup büyüdüğü memleketine, ne’ de sevdiği kız olan, Ülkü’ n olduğu yere görev yapacağı okula atanabilmişti.Çünkü sahipsizdi. Çünkü onun torpili yoktu, çünkü sevdiği kızın ailesi gibi bir kendisine sahip çıkacak ailesi yoktu.
O bir, kader mahkumuydu.Gelecekteki kader çizgisini hayatı göğüsleye, göğüsleye zorlukları tek başına devire, devire aşacak, makus talihini ancak böyle değiştirecekti.Geleceğe dair hayallerinde talihsiz yaşamlarına yer vermiyor, hayatını kendi gayreti ile değiştirmek,olacak çocuklarının hayatının kendi gibi olmamasını düşlüyordu.
Okulların açılması ile, yeni görevlerine başlayan gençler, birbirleri ile mektuplaşmaya devam ederken, Mehmet’in başına olmadık bir hadise gelmişti.
Günlerden bir gün, bir lokantada yemek yerken,karşısındaki masayda yemek yiyen bir aile oturuyordu. Ailenin mutlu bir aile olduğu onların neşeyle yemek yemelerinden arada bir kahkaha atmalarından belliydi.
Mehmet hayatında böyle bir mutlu aile yaşantısı görmemiş, çocukluk günlerini aile kavgaları içinde geçirmiş, yüreği yaralı bir genç olduğundan onların neşeli yemek yemelerini adeta kıskanırcasına bakıyor, baktığı kişiler ise onun bu bakışlarından rahatsız, onun içinden ne düşündüğünü bilmeden rahatsız oluyorlardı.
Yan masada yemek yiyen aile reisinin içtiği içkiden sarhoş olduğu belliydi.masasından kalktı ve yemek yiyen onlara sık, sık kim bunlar dercesine yanındaki bayana bakan, Mehmet’in yanına geldi.
-Ne bakıyorsun,karşında ayı mı oynatıyoruz, yemeğini ye sonra buradan defol git diye azarlarken, Mehmet başına gelenden, kendine söylenenlerden şaşkın,özür dilemeye başlamıştı.
-Yok, bey efendi yok, ben si,zin gülmelerinizden neşe içinde yemek yemenizden etkilendim sadece, onun için baktım dediyse’ de içkili adam ona inanmadı ve oradaki sandalyeyi yerinden kaldırarak, yok yere sebepsiz Mehmet’in kafasına indirdi.
Mehmet’in kafası sandalenin vurulması ile kanamaya başlamıştı, kendilerini kavganın devam etmesinden ayıran garsonlar tarafından bir kenara çekilerek basından akan kanlar durdurulmaya çalışılırken, ona sandaye vuran adam hala içkinin de tesiri ile kendi kendine bağırıp çağırıyordu.
Mehmet’in morali bozulmuştu, kendisi yeni göreve başlamış, kaldığı şehrin bir yabancısıydı ve derdini paylaşacağı ne bir dostu vardı, ne’ de bir tanıdığı ne de bir anne babası vardı.
Birkaç gün sonra burada, şehrin oradaki halkının kendisine kötü gözlerle bakacağını düşündüğü şehirden artık uzaklaşmak, başka yerlerde görev almak istiyordu amma, önünde henüz yapması gereken bir askerliği vardı ve askerlik şubesine gitti ilgililere askere gitmek askerliğini yapmak istediğini söyledi.
Nasıl olsa askerliğini mecburen yapacaktı ve Mehmet çok geçmeden İstanbul Tuzla’ daki bir askeri birliğe giderek, yedek subay acemi birliğine katıldı ve sonunda yedek subay asker olarak, Ankara desdek kıtalarında yedek subay olarak yeni görevine askerliğe başladı.
Görevi merasim bölüğündeki askerler ile beraber, Ankaraya ya gelen giden önemli siyaset adamlarını karşılamak, merasim kıtası ile selamlamaktı.Bu görev onun benimsediği bir görevdi çünkü kendisi yakışıklıydı ve yedek subay elbisesi içinde göz dolduran bir duruşu vardı.
Askerliği süresince sevdiği kız olan, Ülkü ile mektuplaşırken günlerden bir gün, Bolu ili istikametinden Konya ili istikametine giden otobüs yolculuğuna ara vermiş olan kardeşi Ahmet, Ankara’da yedek subay askerlik yapan abisini ziyarete etmek istedi ve otobüsten inerek bir gün yolculuğuna ara verdi.
Ahmet gitti ve görev yaptığı yerde, yedeksubay olarak görev yapan abisini buldu ve onun olduğu birlik içinde bir gece kalarak onun misafiri oldu.Onun abisini ziyareti, abisinin kendisine dediğine göre, zamansız olmuştu, çünkü abisinin dediğine göre, Muğla’ dan kendisini ziyarete gelecek birbaşka kişi vardı ki o kişi, abisinin sevdiği kız olan Ülkü öğretmendi.
Ahmet ve abisi Mehmet, birlikte garargah içinde ona ait olan bir odada beraberce yatıp kalkıp, beraber kahvaltı bir bir öğlen yemeği yedikten sonra, öğleden sonra, oradan beraberce çıktılar ve Çankaya denen yere gittiler, caddelerde kalabalık insanların içinde, ileri geri biraz dolaşmaya ve etraflarına bıkınırlarken, yanındaki abisi Mehmet, sık, sık kolundaki saatine bakıyor, sanki orada bir yerde biriyle buluşmak ister gibi davranıyordu.
Nihayet öyle’ de oldu, belirli bir yere geldiklerinde Mehmet durakladı, saatine baktı ve biraz sonra yanlarına gelen uzun boylu sarışın kız ile buluştular buluştukları bu kız, Mehmet’in okuldan arkadaşı kendisi gibi öğretmen olan Muğlada görev yapan sevgilisi Ülkü idi.
Mehmet konuşmak istediklerini kardeşinin yanında konuşamazdı, Ahmet abisinin istediği üzerine, oradaki bir parkta oturup kendilerini beklemesini söyledi ve sonra yanındaki sevgilisi ile Çankaya’n kalabalığı içinde kaybolup gitti.
Gidiş o gidişti bir daha dönmemişlerdi Ahmet beklemekten sıkılmış, onların gittikleri bilmediği yerden dönmesinden ümidini kesmiş, yerinden kalkıp otobüs termilaline gitti, oradan bir otobüse binerek, kaldığı yerden yolculuğuna devam etti.
Yaşanmış bir hikaye
Bölüm -4 -
Aradan geçen diğer günlerde, yedek subay olarak askerliğini yapan Mehmet, takım komutanı olarak, kendisine verilen emir gereğince sık, sık ünlü siyaset adamlarını karşılama merasimlerinde bulunuyor, cumhur başkanları ve ünlü devlet adamlarını karşılıyor, onların devletten ve halktan gördüğü ilgiler karşısında etkileniyor, zaman, zaman kendisini bile bir cumhurbaşkanı yerine koyarak hayaller kurmaya başlıyor.
Askerliği göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçen Mehmet’in artık yaptığı bu güzel gösterişli askerliğinden terhis olma zamanı gelmiştir.Sırada yeni görev yerine gitmek ve sevdiği Ülkü öğretmenle birlikte bir yuva kurmaktır.
Yeniden Anadolu şehirlerinden birine Lise fenbilgisi öğretmeni olarak ataması yapılmış ve bu lisede öğretmenlik yaparken hiç beklemediği bir süprüzle karşılaşır.
Günlerden bir gün bir misafiri okulda yanına gelir ve onu yakından tanımak ister kendini tanıştırır. Bu gelen sevdiği kızın subaylıktan emekli babasıdır kendisine aşık olduğunu bildiği kızının sevgilisini ve ailesini yakından görmek ve tanımak isteyince,Mehmet kendisi ile ve ailesi ile ilgili neyi varsa, olan biteni anlatır.Mehmet’in gerçek memleketini, yerini yurdunu öğrenen Ülkü öğretmenin babası öğrendikleri ile yetinmeyerek, telefonlaşma yolu ile, Mehmet’in doğup büyüdüğü ilçenin, jandarma karakol amirliğine telefon ederek, damadı olacak kişinin ailesi hakkında bir araştırma yapılmasını ve kendisine bilgi verilmesini rica eder.
Bunları gizli yaptığından, Mehmet’in aklında hiçbir kötülük yoktur.Ona göre herşey normaldir ve iki aile arasında kız isteyip kız verme işleri gerçekleşecek görünmektedir.
Ülkü öğretmenin babası memleketine döner ve olan bitenleri kızına anlatır onunla konuşur amma,babasının kafasında şüpheler oluşmuştur bu yüzden onun Mehmet ile evlenmesi hakkında çabuk karar vermesinin doğru olmadığını söyleyerek, evlilik işlemlerini geciktirir ve Mehmet hakkında subay arkadaşlarından gelecek olan istihbari bilgilerin gelmesini beklerler.
Bilgiler çok geçmeden gelir gelir gelmesine de, Mehmet’in ailesi hakkında kendisine gelen bu bilgiler hoşuna gitmez. Çünkü Mehmet’in ailesi ile kendi aile yapısı arasında uçurumlar vardır.Tahsil, gelenek görenek , sonra iki ailelenin alışkın olduğu, yaşama tarzları çok farklıdır.Baba aradaki uçurumları gördüğünden, kızını ikna edip, kendi gibi yaşantısı olan,bir başka ailenin oğluna vermek için,yollar aramaya başlardır.
Mevsimler aylar geçer, okullar tatil olur ve bir gün Mehmet kendi ailesinin olduğu doğup büyüdüğü yere döner.Olan bitenden habersiz olan Mehmet hiçbir şey yokmuş gibi neşe içinde bir yaz tatili yaparken yanına kardeşi Ahmet de, görev yaptığı yerden gelmiştir.
İki kardeş, bağ bahçe arasında dolaşırken günlerden bir gün abisinin düşünceler içinde olduğunu neşesinin kaybolduğunu, gizli, gizli bir tarafa çekilerek ailesinden uzakta ağlamakta olduğunu fark eder.
Neyin nesi olduğunu merak eder ama bunun sebebinin neden olduğunu sormak istese de her zaman abisi ona cevap vermekten kaçınır sorularına cevap vermez hatta azarlar bağırır çağırır.
Amma kardeşi Ahmet abisinin üzüntüsünü merak ettiğinden onu takip etmekten geri durmaz, bir gün onu Nar ağaçlarının dibine oturmuş, fasulye sırıklarının arkasına gizlenmiş, elinde bir mektup onu elinden defalarca düşürmeden okurken görür.
Ahmet ona gelen mektubun sevgilisinden geldiğini sezmiştir çünkü daha önce de onun mektuplarını gizlice yerinde bulmuş ve okumuştur.Ama bu defa geldiğini tahmin ettiği bu mektup onu sevindiren değil üzen bir mektuptur.
Aradan birkaç gün geçer,abisinin elinde i,çinde ne olduğunu bilmediği kalınca bir zarf abisinin postaneye gittiğini görür ve takip eder.Abisi elindeki bir haylı büyük ve ağır olan bir zarfı, postaya vermiş üzeri pullanmış tartıya konmuş ve nereye gönderdiyse göndermiştir.
Ahmet eve döner, bir fırsat bulup abisinin mektuplarını toplayıp sakladığı babasına ait olan dolabı açar tekrar memtuplara bakar.Mektuplar bu defa yerinde yoktur.
Daha sonraki zamanlarda gerçekler ortaya çıkar’ ki,Mehmet’in sevdiği kız Ülkü öğretmeni babası bunla evlendirmekten, bir şekilde vaz geçirmiş ve Ülkü öğretmen, başka bir subayla evlendirilmiştir.
Ülkü öğretmen, bütün dayatmalara ve Mehmet’in ailesi ile bulunduğu yere gelip babasından kendini isteyeceğinden ümidini kesmiş olduğundan, bir çırpıda geçmişin aralarındaki yıllarca süren büyük aşklarının belgeleri olan, mektupları Mehmet’e yazdığı son mektubu ile geriye istemiştir.
İşte Mehmet öğretmenin posta ile gönderdiği oldukça ağır ve büyük zarfın içindeki, postanede tartı ile pullanan ağır zarın içinde bu mektuplar vardır.
Yıllarca süren bir aşk bir son mektupla bitmiştir amma, Bu durum Mehmet öğretmeni ölmekten beter etmiştir.
Mehmet öğretmen, bu olaydan sonra, öğretmen olarak çalıştığı okulda, ne doğru dürüs öğretmenlik yapabilmiştir, ne’ de sevgilisinden habersiz geçirdiği zamanlardaki yaşantısı, onun uğradığı ihaneti ona onan unutturabilmiştir.Tam aksine içinde bir öfke, birilerine karşı bir kin her gün biraz daha artarak günden güne büyümüş durmuştur.
Gerçek bir hayat hikayesi
Bölüm - 4 -
Ne beklerken ne bulan Mehmet öğretmen,son mektubun kendi üzerinde yaptığı olumsuz etki ile, bunalımlara girmiş, artık öğretmenlik bile yapamayacak durumlara düşmüştür.İçinde kin nefret vardır , öfke vardır, düşmanlık vardır bu düşmanlık bu öfke onda bazı önündeki beklentilere neden olmuştur.
Bir gün gelecek, onlardan ve onun gibi yapanlardan intikam alabileceği bazı mevkilere sahip olabilmek onun en büyük düşüncesidir ve hayallerinde sadece bu düşünceler vardır.Ne bir başkası ile yeniden ilişki kurmak, yeniden beyaz bir sayfa açmak, onun hayatında bunun gibi düşüncelerin yeri yoktur.
Tek düşündüğü sevdiği yıllarca birlikte sevgili olduğu, mektuplaştığı Ülkü öğretmenin evlendiği veya istemeyerek evlendirildiğini düşündüğü şahsın üstünde bir mevkiye sahip olabilmek kendi üstünlüğünü onlara gösterebilmek duygusu ve beklentisi onun en büyük hayalleridir.
Peki bunu başarabilecek’ miydi, ona göre evet zaman gelecek hayalindeki bu büyük beklentisi onun için olabileceğini düşündüğü bir mevkii bir makam olsa da bu makama erişmek, Mehmet öğretmenin ne kendi için ne de kendini doğup büyüten yetiştiren okutan ailesi için asla mümkün olmayan bir hayaldir ve hiçbir zaman olmayacaktır.
Mehmet öğretmen kendi aile yapısını benimseyemekte, kendini büyük hayallere kaptırmış yaşarken, uğradığı ezikliğin farkına varmadan gün geçtikce değişmekte, bunalımlardan bunalıma sürüklenip gitmektedir.
Evlilik yeni bir yuva kurmak, herşeye yeniden başlamak,hayatı kendi akışına bırakıp zaman içinde önüne çıkabilecek fırsatlar onun gündeminde yoktur.
Onun kaderini çizen Allah, önceden çizmiş, çizerken doğduğu yere aileye göre hayatını yazmış ama, Mehmet öğretmen bunun frkında olmamış, kendi kaderini kendi belirlemeye kalkarak, başından büyük işlere girişmiş ve sonunda rezil olmuştur.Ne derler “ davul bile dengi dengine ”oysa Mehmet öğretmen bunu hiçbirzaman düşünmedi düşünmedi amma düşünen düşündü Ülkü öğretmen ve babası yıllar sonra gerçekleri gördü ve kendi yaşantılarına uygun birini her şeye rağmen kendisne eş olarak seçti.
İşte Mehmet öğretmen bundan dolayı kızgın bundan dolayı içi öfke dolu, bundan dolayıdır yeni olmayacak beklentilerin içinde saplanıp kalmıştır.
Zaman aleyhine işliyor, onun durumu, üst makamlarını yeni önlemler almaya zorladığı bir zaman içinde, Mehmet öğretmen bir anda kendini Bakırköy ruh sağlığı hastanesinde bulmuştu kendini.Rahatsız olan yöneticiler onu polis kanalı ile götürüp ruh sağlığı hastanesine teslim etmişlerdi.Amaç orada iyileşecek güya yeniden öğretmenlik yapabilecek hale gelecekti.
Kardeşi Ahmet bundan haberdar olmuş, bir ay kadar sonra, bir işi için gittiği Düzce den, yanında bir arkadaşı ile, abisinin kaldığı hastaneye giderek ziyaret etmek ve onun durumu hakkında doktorlardan bilgi almak istedi ve arkadaşı ile beraber hastaneye vardı kapıdan içeriye girdi.
Giriş kapısı üst kattan uzunca bir salona açılıyor, salonun etrafında doktorlara ait yer görünürken alt katttaki demir kafesli bir yerde, hastalar dışarıya çıkarılmış bir ileri bir geri ceza evi mahkumları gibi gidip, gidip geliyorlardı.
Ahmet yukarıdan aşağıya baktı, abisini gördü abisi de onu görmüştü. Abisi aşağıdaki kafesin içinden bağırıyordu, beni buradan kurtarın çıkartın diye haykırıyor kapana kısılmış aslanlar gibi kükrüyordu.
Bu manzara o kadar acıklı bir manzara idi ki, Ahmet’in yüreği ağzına geldi.Böyle bir manzara karşısında şaşkına dönen Ahmet ve yanındaki arkadaşı, doktoru ile görüşerek, doktorundan abisinin durumu hakkında bilgi aldı.
Aldığı bilgiler, olumluydu, dpoktorun dediğine göre, buraya boşuna yatırılmış bir hastaydı ve çıkarılabilinirdi hatta görevine bile devam edebilir deniyordu.
Bu olumlu düşünceye sevinen Ahmet, doktorun da rızası üzerine onu hastaneden çıkarttı ve şehire götürdü.
Mehmet öğretmen ve kardeşi Ahmet ile onun arkadaşı bir gün bu şehirde kalarak, çeşitli yerlerde birlikte dolaştılar yediler içtiler bazı yerlerde eğlendiler ve moral topladılar ertesi günü bu şekilde yaptıktan sonra sevinç içinde herkes kendi yoluna gitti.
Ahmet ve onunla gelen arkadaşı kendi işinin olduğu yere giderken, hastaneden çıkarılan iyi olduğu düşünülen Mehmet öğretmen ise okulunun bulunduğu şehre gitmişti.
Artık herkes mutlu ve sevinçli görevine başlayacaktı. Amma olmadı, Mehmet öğretmenin arkasından okuluna gönderilen üç aylık rapor onu görevden uzaklaştırmış tatile çıkarmıştı ve rapor,da, rapor bitiminde, yeniden muayene edilmesi ve göreve başlayabilmesi için sağlıklı olduğunun belgelenmesi gerektiği yazıyordu.
Fakat, Mehmet buna razı değildi, hastanede gördüğü,yaşadığı ortam ve olaylar onu oradan soğutmuştu.Yeniden aynı olayları yaşamak istemediğinden raporu bitmesine rağmen gitmeyerek okuluna başlamak istedi.
İdarecileri, amirleri durumu bildiğinden aldıkları bir karar gereği, on yıllık genç bir öğretmeni en verimli olacağı bir dönemde emekli ederek , sokağa salmışlar onu yaşayacağı hayatla yapayalnız bırakmışlardı.
Artık onu koruyup kollayacak yanında kendisine kefil olan kardeşi de yoktu ve koca şehirde sahipsiz biri gibi dolaşıp duracaktı. Yaşanması güç bir yalnızlık ve sahipsizlik, acılarla dolu bir hayat, onu bekliyordu.
Yaşanmış bir hikaye
Bölüm – 5 -
Acılara bir tek ana yüreği dayanabilirdi.Analar, kendisi ölünceye kadar çocuklarının acılarını dertlerini, yüreğinde taşıyacak kişiydi.hiçbir ana dayanamazdı evlat acısına, acılar içinde kıvranan doğurup büyüttüğü bir evlada ancak bir ananın, merhametli kolları melhem olabilirdi.
Öyle de oldu,yüreği acılı ana onun yanında olmaya, onun dertlerini, onunla paylaşmaya onu yalnız bırakmamaya karar verdi ve herkesi herşeylerini yüzüstü bıraktı koştu gitti Mehmet öğretmenin yanına.
Oğlunun kendini üzen dertlerini paylaştı, onu koca yüreği ile, bağrına bastı, acılarını paylaştı, gerektiğinde destek oldu ona yol yoldaşı oldu,onunla birlikte yaşamaya başladı.
Bu ananın koca yüreği, yaşadığı koca bir ömür içinde, nice büyük acılara dayanmış, yeni acılara da hala dayanacak güçteydi.Oysa acılar bir değildi, nereye el atsa, altından daha başka acılar çıkıyordu.
Bu acılar onda sigara içme alışkanlığı yapmış,yalnız kaldığı zamanlarda, içini acısını sigaraya döküyor ,ondan medet umuyor Allah’a beş vakit namazını kılarak onun yardımını diliyordu.
Günlerden bir gün, Anası diğer oğlunun Ahmet’in evlenmek üzere olduğunu duydu ve bu durumu yanındaki derdine çare olmaya çalıştığı,birlikte yaşadığı Mehmet öğretmene anlattı ve bu durumun sonuçlarını birlikte konuşup bir karara varmışlardı.
Ahmet’in evlenmesini ne anası istiyordu ne de abisi istiyordu her ikisi de, buna karşı çıkıyor, nedenlerini açıklamadan, yazdıkları mektupda sakın evlenme diyorlardı.Belki ‘de haklıydılar,yaşanmış bunca olaydan sonra, başlarına bir başka derdin daha gelmesinden korkuyor olmalıydılar.Ana yüreği yeni bir derdi kaldıracak, taşıyacak durumda değildi.
Yine de, kardeşi Ahmet onları dinlememiş, hayatını değiştirecek olan yeni bir yaşama adım atmaktan çekinmedi ve evlendi.
Evlilik ona yaramamıştı,Ahmet evlenmekle kaderini değiştirmiş, kaderinin arkasından sürüklenerek gidiyor,diyar , diyar dolaşıp duruyorken kader onu Abisinin yanına taşıdı. Artık her şey burada son bulsun, hayatının sonunu anasının ve yardıma muhtaç abisinin yanında geçirsin istiyordu.
Ama yine olmadı. En son bir sahil kasabasında aldı soluğu, işte burada iken öğrendi anasının hasta olduğunu.
Bu ananın, içine düştüğü ağır çekilmesi güç olan dertlerini göğüslemek uğruna, sigara içme alışkanlığı, çok geçmeden anasında kanser hastalığına yakalanmasına neden olmuştu ve aman vermeyen kanser, onun her tarafını sarmıştı. Durumunu, derdine çare olmaya çalıştığı yanında yaşayan, emekli oğlu öğretmen, Mehmet’e açtı ve Mehmet kardeşi, Ahmet’ i çağırdı.
Ahmet atladı kendi arabasına, vakit geçirmeden anasını yaşadığı diğer oğlunun yanından aldığı gibi, soluğu Ankara’da doktorluk ihtisası yapan torunun yanına götürdü. Torunu telaşla büyük anasını, kendi doktorlarına muayene edip sonuçları onlardan alırken, yapacak birşey kalmadığını, artık onun ömrünün çok kısa olduğunu, hastalığın her tarafını sardığını öğrendi.
Buna rağmen anası, huzurluydu, belki de bu huzur içinde bulunduğu acılarla dolu bir yaşamın, son halkasıdı ve bunu bildiği için ölümü kendisi için, bir kurtuluş olarak düşünmüştü.Bunu kimse bilemezdi.
Oğlu, onu doktor muayenesinden sonra, arabasına tekrar bindirdi, yaşadığı yerleri şehirleri mahalleleri birer, birer dolaştırdıktan ve anasının tanıdığı dost akrama kim varsa onlardan, helallik aldırdıktan sonra götürdü,kendisine kendi babasından kalma ve bir zamanlar mutlu günlerinde, eşi ile birlikte yaşadığı baba evine götürdü bıraktı.
Çok geçmedi, ya bir gün, ya iki gün geçti, sonra ruhunu gerçek sahibine teslim ederken, onun yüzlerinden nurlar ışıklarını etrafa yayıyordu. Acı dolu bir yaşamın sahibi ana son gününde, yıllardır yalnız yaşayan, oğluna derman yoldaş olmaya çalırken onda mecburen ayrılan eşinin yanındaydı.
Bu ayrılık en çok, onun bakmakta olduğu oğlu Mehmet öğretmene, zor gelmişti. Hayatta şimdi daha da yapayalnız kalmış, bundan sonraki günlerinde; yaşamına artık yalnız devam edecek, hayallerindeki beklediğini, takıntısını yalnız olarak gerçekleştirecek, zamanın acımasızlığına tek başına göğüs gerecekti.
Hani derler ya “ C. Allah bir kapıyı kaparsa, bir bakmışsın O c.Allah bir başka kapıyı sana açmış olur diye” öyle de oldu.Ne kadar yeğen akraba var ise, kader onları, yıllar sonra Mehmet öğretmenin yaşadığı yerde birleştirdi. Ona onlar sahip çıktılar en son yıllarında onu, hiç yalnız bırakmadan onun yanlarında oldular ve dertlerini paylaşıp halini hatırını sordular.
Ta’ ki yetmiş sekiz yaşında iken, kaldığı huzur evinde, bir gece yarısında yılların derdini çekmiş, kaderinin kurbanı olmuş günah yüklü sevap yüklü ruhunu, öz sahibine teslim edinceye kadar. Nurlar içinde yatsın.
İnsan hayatı işte böyledir.Kimse yaşamında başına neler gelecek, ne kadar yaşayacak; Ne kadar eziyetleri çekecek, insanlardan ne kadar İhanetleri görecek en ağır darbeleri, kimlerden yiyecek bilmeyecektir.
İnsanın kaderi doğduğu yere göre yazılmıştır, her kim’ ki bunu,yaşarken değiştirmeye kalkarsa kalksın, asla bunu başaramayacaktır, başarmaya çalışırsa çalıştığı yükün ağırlığı altında ezilip kalacaktır.
İnsan bir aşk’ mı yaşıyor, o aşkı doyasıya yaşamak’ mı istiyorsun, bunu yaşamadan önce, seni sürükleyeip götüren yüreğinin yanında, mantığının’ da ne söylediğine sen ne diyecek ona bakacaksın.Aşk mantıkla birleştiğinde, insanlara huzur verirdir. Samanlık seyran değildir.
Son.