- 798 Okunma
- 3 Yorum
- 6 Beğeni
Nefertiti
Mısır ve Suriye’lilerin, Naharina yani iki nehir arası ülke olarak adlandırdıkları topraklar ve çevresinde hüküm süren Mittaniler, Milattan 1380 yıl kadar önce Hitit’lerle Mısırlı’lar arasında bir sınır oluşturmaktadır. Mittani’lerin savaş arabalı ordusunu bir türlü yenemeyen Hitit’lerin, zenginliği ve hazineleriyle ünlü Firavunların ülkesi olan Mısır’a ulaşma hayalleri gerçekleşemez. Mittani’lerle Mısır’lıların barış içinde yaşadıkları dönemde, Mittani kıralının sarayında, nur topu gibi bir kız bebek dünyaya gelir ve bebeğe Tadukhepa ismi verilir. Tadukhepa serpilip büyüdükçe, zamanla masum yüzüne eşlik eden büyüleyici güzelliği de ortaya çıkar.
Günün birinde şiddetli bir ağrısına tutulan kraliçeye hekimlerin verdiği ilaçların fayda etmediğini gören, henüz beş yaşındaki Tadukhepa annesinin etrafında pervane olur ve annesine sorar:
-Anne, niçin başının ağrısı geçmiyor, hekimbaşının verdiği ilaç niçin ağrını kesmiyor.
Başı çatlayacak gibi zonklayan anne
-Geçmiyor kızım geçmiyor işte, diye inler. Her sene birkaç kez bu melanet illet, başıma böyle musallat olur işte. İflahımı kesmeden geçmez, bir mecal bırakmaz bende. Taş olsa çatlar, başım ne yapsın kızım, başım ne yapsın?
Annesinin çektiği ağrı ve ızdıraba çok üzülen Tadukhepa arkadan annesine sarılır. Kraliçenin zonklayan şakaklarını pamuk gibi elleriyle tutar ve parmaklarını kadının alında birleştirir. Kısa bir müddet sonra avuçlarının içine bir şey saklıyormuş gibi ellerini geri çektiğinde, hayretle, gözlerini iri iri açan annesi:
-Kızım sen ne yaptım öyle, diye sorar. Bıçak gibi kesildi, başımda hiç ağrı kalmadı ya! Ne koydun anlıma sen. Açsana ellerini, ne var avuçlarında?
Tadukhepa ellerini açıp, boş avuçlarını gösterir annesine.
-Hiçbir şey der, gördüğün gibi ellerimde hiçbir şey yok.
Annesinin başına yoğunlaşan kem enerjiyi, farkında olmadan avuçlayıp alan Tadukhepa’nın avuçları gerçekten de bomboştur.
İlk kez annesinin farkına vardığı Tadukhepa’nın şifalı elleri, dilden dile, kulaktan kulağa zamanla tüm Mittani ülkesinde yayılır. Tadukhepa on beş yaşına geldiğinde; güzelliği kadar, tılsımlı ellere sahip oluşuyla akıllarda silinmez bir yer iz bırakır. Bu zaman zarfında çok iyi bir eğitim görür. Öyle ki, zamanla sarayın bilginleri bile, yaşının üzerinde bir kültürel olgunluğa erişen ve inanılmaz bir sezgi gücüne sahip olan Tadukhepa’nın, özellikle de inanç konusunda sorduğu bazı sorulara cevap vermez olurlar.
Mısır firavunu III. Amenhotep’ın hasta olduğu, ve hastalığına hekimlerinin bir çare bulamadıkları haberleri üzerine, Mittani kralı kızı Tadukhepa’yı, Firavunu tedavi etmesi için Mısır’a göndermeye karar verir ve bu karar Prenses Tadukhepa’nın hayatında geri dönülmez bir sayfa açar.
M.Ö. 1365 yılında Prenses Tadukhepa’la birlikte Mısır’a doğru yola çıkan güzellik, zarafet, asalet ve bilgeliktir. Mısırlılar bronz tenli, simsiyah saçlı, kuğu boyunlu ve güzeller güzeli bu Mittani prensesine, kendi dillerinde; güzel geldi, güzellik geldi, anlamına gelen Nefertiti ismini takarlar ve tarihlere de bu isimle geçer.
Nefertiti ismi, dilden dile gönülden gönüle kısa sürede tüm Mısır’a yayılır. Nasıl yayılmasın ki... O güzelliğe imge katan bir Mittani prensesidir. İnsanları sadece büyüleyici güzelliği ve şifa dağıtan tılsımlı elleriyle değil, bilgeliği ve davranışlarıyla da etkisi altına alır. Sesini hiç yükseltmez daima kısık bir sesle konuşur, öyle ki O’nu dinleyenler söylediklerini daha net anlamak için O’na doğru eğilmek zorunda kalırlar. Gülüşünü idareli kullanır. O güldüğünde, erkekler O’nun ışığında yıkandıkları hissine kapılırdı. Sadece erkekler değil kraliçeler bile hayrandır O’na.
III. Amenhotep’in oğlu olan IV. Amenhotep, Nefertiti’ye daha ilk görüşünde vurulur. O zamanlar firavunların, komşu krallıkların prensesleriyle evlenerek kan bağı kurarak dost kalma stratejileri burada da devreye girer ve III. Amenhotep ölmeden önce Mittani kralından Tadukhepa’yı istetir ve oğluyla evlendirir. On altı yaşına girmeden kendisiyle akran Nefertiti’yle evlenen genç IV. Amenhotep eşinin görüş ve düşüncelerinden de çok etkilenir. Babasının ölümünden sonra da Firavunluk tahtına çıkar.
O dönemde Mısırlılar’ın başta Amon, Ra ve Mut olmak üzere, büyük ve küçük yüzden fazla tanrının varlığına inanmakta ve tapmaktadır. Günün birinde Nefertiti, Hayvan figürlü tanrı heykellerinden birisini işaret ederek:
-Bak ne diyeceğim, diyerek eşi Firavuna sorar: İstersen bu heykeli kırabilir misin, gücün yeter mi?
Firavun kesin bir ses tonuyla:
-Elbette, diye cevap verince...
Nefertiti:
-Kendisini korumaktan bile mahrum olan, cansız bir taş parçası, sana nasıl tanrı olabiliyor öyleyse? diye sorar.
Firavun, önce ne yanıt vereceğini şaşırır, sonra endişeli bir sesle:
-Bu söylediğini Amon duymasın, der. Lânetine uğrarız sonra.
Nefertiti kararlıdır. İnsanın sadece ruhuna işleyen değil, aklını da başından alan etkileyici sesi ve bilgeliğiyle devam eder:
-Kendisine bile hayrı olmayan cansız taş yontması, ne bizi duyabilir ne de lânetleyebilir. Amon tanrı da olamaz, kendisini taştan yontarak gün ışığına çıkaran heykeltıraşın kulu da olamaz. Cansız bir heykeldir sadece, hepsi o kadar.
Önceleri aklı karışan Firavun’un gün geçtikçe zihni berraklaşır. Baş başa kaldıkları bir gece Nefertiti’ye sorar:
-Peki sen hangi tanrıya inanıyorsun, inançsız mısın yoksa, senin inandığın bir tanrın var mı?
Nefertiti:
-Var cevabını verir. Ben inançsız değilim der. Ben, her şeyin yaratıcısı olan tek tanrıya Huda’ya inanıyorum. Huda’dan başka tanrı bilmem. O yarattığı herkesin tanrısıdır. Senin de, benim de. Tek tanrı var O da Huda’dır.
Hz. İsa doğumundan, bin üç yüz elli beş yıl önce, insanların hayvan figürlü totemleri tanrı olarak benimseyip taptıkları bir dönemde, bir kadının tek tanrılı dine yönelmiş olması, onun bilgeliği ve kutsiyetini gözler önüne sermeye yeter de artar bile.
Kısa zamanda Neferti’nin inanç konusundaki görüşlerini benimseyen firavun, soy ağacından gelen ismini değiştirmekle işe başlar ve Akhenaton ismini alır, eski başkentlerini yıkarak yeni başkentleri Amara’yı kurarlar ve eşiyle beraber tek tanrılı Aton dinini yaymaya başlarlar. Bu firavunların ülkesi Mısır’da bir inanç reformudur.
Bütün insanların eşit yaşam haklarına sahip olduğunu, insanın kendi eliyle yaptığı totem ve heykelleri tanrı olarak kabullenmenin akıl dışı olduğunu savunan tek tanrılı Aton din inancının, Mısır’a yayılmasından dolayı; sahip oldukları güç ve imtiyazın ellerinden kayıp gitmekte olduğunu anlayan Mısırlı rahip ve din adamları durumdan rahatsızlık duyarlar ve Nefertiti’ye düşman kesilirler ve bu düşmanlıkları hiç bir zaman sona ermez.
Nefertiti’nin, firavunla aynı statüye yükselmesi, güzelliği ve sesiyle insanları etki altına alması, etkisinin altına alamadığı yaşlı ve rahip muhaliflerini de engin kültürü ve keskin zekasıyla alt etmesi, Nefertiti’ye duyulan korkuyla karışık bir hayranlık sağlar, öyle ki muhalifleri O’nu gözden düşürmek, yaymaya çalıştığı tek tanrılı dini engellemek için kolladıkları fırsatı yıllarca bulamazlar.
Kendisine karşı diş bileyen muhalif ve rahiplerin, arayıp da bulamadıkları fırsatı, Nefertiti’nin güzelliği ile tezat teşkil eden kem kaderi sunar onlara. Nefertiti’nin Dünya’ya getirdiği altı bebeğin hepsi de kız olarak doğar. Soyunun devam etmesi için, Firavun Akhenaton bir cariye ile evlenir ve bu evliliğinden tarihe lânetiyle geçen Tutankamon doğar.
Nefertiti’nin, güzelliği ve estetiğiyle tezat teşkil eden kem kaderi ağlarını örmeye başlamıştır artık.
Hastalık ve salgınların ardı ve arkasının kesilmediği zor dönemde, Nefertiti altı kız çocuğundan beşini ve eşi Akhenetonu kaybeder. O artık acıların kraliçesidir ve yalnızdır. Bir müddet ülkeyi tek başına yönetir. Neferti’nin kırk yaşına ulaşamadan ölümünden sonra Mısır tahtına Tutankamon geçer. Firavun Tutankamon, Nefertiti’nin hayata tutunabilen tek kızı olan Ankhesenamen ile evlenir.
Nefertiti’nin yaymaya çalıştığı tek tanrılı din ve kurduğu şehir, ölümünden sonra Mısır’lı rahiplerin kıyımına uğrar. Nefertiti ile ilgili bütün bilgi ve belgeler yok edilir. Hatta Nefertiti’nin eceliyle mi öldüğü, yoksa bir cinayete mi kurban gittiği konusu ve mumyasının nerede olduğu binlerce yıl gizemini korur, ta ki; 10 Haziran 2003’te York Üniversitesi’nden, mumya alanında uzman olan İngiliz Mısırbilimci Dr. Joann Fletcher’ın ekibi tarafından, Mısır’ın Luksor kentindeki Krallar Vadisi’nde KV35 mezarında gizli bir bölmedeki mumyanın keşfine kadar...
Ömrünün on iki yılını Mısır’ın ünlü kraliçesi Nefertiti’nin mezarını aramakla geçiren Dr. Fletcher’ın bulduğu mumya; kuğu boynu, sol kulağındaki çift küpe deliği, tıraşlı başı ve parmakları arasındaki kraliyet asası ile kolunda yalnızca firavun ve kraliçelerin taktığı kollukla tüm dikkatleri üzerine çeker.
Bilim adamlarının mumya üzerinde yaptıkları incelemeler ve yeni teknik bilgisayarlı tomografi, DNA eşleştirmeleri, saç telinden alınan örnekler, kıyaslamalar ve mitokondriyal DNA analizleriyle mumyanın Nefertiti’ye ait olduğu anlaşılır.
Bu incelemeler sonucunda anlaşılan sadece mumyanın Nefertiti’ye ait olduğu değil, Nefertiti’nin bir cinayete kurban gitti de anlaşılır; zira Nefertiti’nin, sol koluna indirilen, ağır kesici bir alet darbesiyle hayatını kaybettiği de anlaşılır.
Rahiplerin, Nefertiti’nin hayatına çektikleri sır perdesi, mumyasının keşfiyle kısmen aralanırken; günümüzde Berlin Müzesi’nde sergilenmekte olan Nefertiti’nin ünlü büstü ise, güzellik ve asaletle birlikte çekilen ızdırabın da bir simgesi olarak ziyaretçilerinin gözlerine yansır.
Elbette Nefertiti’nin büstü birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek kadar değerli bir sanat şaheseridir. Söz konusu büst, Mısırlı heykeltıraş Thutmose tarafından yontulmuştur. Kraliçenin yüzü, güneş yanığı tonunda; başı, tıraşlı vaziyette; dudakları kırmızıya boyanmış haldedir. Kraliçe Nefertiti’nin büstü, eşi Akhenaton’la birlikte kurdukları yeni başkentin yıkıntıları arasında, 1912 yılında Alman bir arkeolog tarafından bulunmuştur.
Hakkında anlatılan efsanelerin dışında, elle tutulur gözle görülür somut bir kanıt bulunamayan Nefertiti, 34 asır sonra 6 Aralık 1912’de Tell el-Amarna’da Alman arkeolog Ludvig Brochardt yönetimindeki kazılarda bulunan ünlü büstüyle tekrar gündeme gelir.
Arkeolog, Nefertiti’nin büstünün güzelliğinden öylesine etkilenir ki, kayıtlara onu önemsiz bir obje gibi kaydederek Almanya’ya kaçırır, ancak notlarında, “ Yazmakla anlatılamaz, onu görmek gerek” diye güzelliğinden nasıl etkilendiğini de dile getirir. Nihayetinde kaçırılan büst Berlin’e ulaşır.
Sekiz yıl boyunca büstü özel koleksiyonuna tutan arkeolog, 1920 yılında Nefertiti’nin büstünü Berlin’deki Mısır Müzesi’ne hediye eder.
Berlin müzelerinin ’’Mona Lisa’’sı olarak büyük bir ilgi ile karşılanan Nefertiti’nin büstüne, Hitler’in bile büyük önem verdiği bilinir.
Kusursuz bir kemik yapısı ve anlamlı bakışlarıyla, binlerce yıl öncesindeki güç ve hâkimiyeti yansıtan Nefertiti’nin büstü, en çok kopyalanan, Eski Mısır eseridir. Dünyanın en eski ve aşılamayan değerdeki şaheseri olarak kabul edilen Nefertiti’nin büstü hem tarihi değeri, hem de taşıdığı, estetik ve güzellik yönüyle çok önemlidir. Çünkü bu büstle, ölümünden binlerce yıl sonra bile, Kraliçenin sadece güzelliği ve zarafeti değil, hüzünlü ruh hali ve mutsuzluğunu da yansıtılmaktadır.
Bu büstü yapan heykeltıraş, kraliçenin iç duygularını, gizli dertlerini en yalın bir biçimde taşa yansıtmayı başarmış bir sanatçıdır. Büstü değerli kılan detaylardan biri de budur.
Nefertiti Büstü ile Mona Lisa tablosu, sanat çevrelerinde birbiriyle çok kıyaslanmıştır. Nefertiti’nin, yaşadığı devirden yaklaşık 3000 yıl sonra Rönesans çağında, modelinin eserine en iyi yansımasını sağlayan Leonardo da Vinci, ’’La Jacond’’ adlı eserinde, Nefertiti’nin büstünde mevcut olan ifadeye yakın bir ifadeye ulaşmıştır ancak bu eseri bir tablo olduğu için heykelden daha kolay ifade edilmektedir.
Hem La Joconde yani Mona Lisa Tablosu’nda, hem de Nefertiti’nin Büstü’nde, aynı esrarengiz tebessüm ve yüzdeki mahzun, elemli ifadeler göze çarpar; ancak Nefertiti, hem zaman hem de heykel olması açısından sanat çevrelerinde daha üstün tutulur.
Nefertiti’nin güzelliği üzerine zamanla sayısız edebi eseler kaleme alınır. Birbirinden ilginç sinema filmleri yapılır. Günümüzün bilgisayarlı rekreasyon tekniğiyle hayali canlandırmalara tabi tutulur, ileriki yıllarda da yeni eserlerin ortaya çıkacağı da şüphesizdir.
Nefertiti’yi bu kadar ünlü yapan yönü sahip olduğu büyük siyasi güç değil. Onu akıllardan silinemez kılan ayrıntı şüphesiz ki; kusursuz güzelliğidir..
O bir Mittani prensesidir. O bir Mısır kraliçesidir... Ve o sonsuzluğun kızıdır.
YORUMLAR
Edebiyat Defterinin Seçkin, Şair ve Yazarı Yılmaz Üstadım Merhaba!
Sizi görmek okumak ne güzel?
"Nefertiti"
Başlığı altında kaleme aldığınız tarihi "mitolojik" bilgileri, içinde yaşayarak, nefes almadan okudum. Konunun derinliğine indikçe, cehaletimin sınırsız boşluğu içinde kayboldum gittim.
Düşündüm de daha bilmediğimiz kim bilir ne çok, uygarlığa ışık saçmış nice isimler saklı, kimi yontulmuş bir eserde, kimi kil tabletlere yazılmış çivi yazılarının arasında.
Yazdıklarım elbette yazdığınız bu güzel yazıya yorum olmayacaktır. Ben sadece hissettiklerimi paylaşmak istedim.
Bir de Mısır firavunlarını dize getiren güzelliği dillere destan Tadukhepa ya da Nefertiti'nin şahsında, günümüz Firavunlarının; Kadınlarımıza( anamıza -bacımıza- kızımıza) bakış açılarına dikkat çekmek istedim.
Yılmaz Hocam !
Bütün kalbimle ayakta alkışlıyor ve Kutluyorum.
Saygılarımla.
İrfan Yılmaz
Günümüzde iletişim teknolojisinin ulaştığı boyutta özgün yer edinen internet dünyasında her gün milyonlarca eser gün ışığına çıkmakta ve kimi eserler yüzlerce hatta binlerce yorum almaktadır. Ancak bu yorumların içinde öyle yorumlar göze çarpar ki uzayın enginliğinde Sirius Yıldızı gibi ışıldar, Günün birinde ''Ülkemizde beka sorunu vardır'' vurgulu bir videonun altında bir yorum gördüm. Şöyle diyordu: Hayır, beka sorunu değil zeka sorunu vardır!
Tek cümlelik yorum videoyu gölgede bırakmıştı.
Yorumunuzdaki:
''Bir de Mısır firavunlarını dize getiren güzelliği dillere destan Tadukhepa ya da Nefertiti'nin şahsında, günümüz Firavunlarının; Kadınlarımıza( anamıza -bacımıza- kızımıza) bakış açılarına dikkat çekmek istedim.'' vurgusu, yazı ve videosunu gölgede bıraktı.
İlgi ve desteğinizi için teşekkür eder, her şeyin sizin ve svdiklerinizin gönlüne göre olmasını dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.