- 550 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
804 – CEVVAD
Onur BİLGE
Aramıza Cevat Kükrek isimli bir arkadaş katıldı. İsimlerle karakterler arasında ilişki kurmaya çalışan Işıl, onun adıyla ve yaratılışıyla da alakadar oldu. Önce adının anlamını sordu, doğal olarak, sonra da onu tanımaya çalıştı. Buna hakkı var mıydı yok muydu, tartışılabilir ama Işıl bu! Ne yapsa yeridir!
“Cevat, eli açık, cömert demektir. Karakterimle ne kadar ilgilidir bilemem. Adımı ben koymadım. Kişiliğimin oluşmasında da ne kadar benim, ne kadar çevremin etkisi var, kimse tahmin edemez. Bildiğim bir şey varsa toplumda yalnız olmadığımdır.” diye cevapladı yeni arkadaşımız. Dede de dahil oldu sohbete:
“Cevvad, çok ihsan eden, çok cömert demek. Sınırsız cömertlik sahibi... Allah’ın sıfatlarındandır. O’nun bizim bildiğimiz doksan dokuz, bilemediğimiz sayısız ve sınırsız sıfatı vardır. En güzel, en güçlü sıfatlar O’na aittir.”
Konu, Allah’ın sıfatları olunca hiç durur mu! Sadullah Bey de sohbete katıldı.
“İç manalarına girelim mi? Önce bir soru sorayım! Allah’ın kuluna en büyük cömertliği nedir?”
“Akıl ve sevebilme yetisi...” diye atıldı Neşe. “İnsan severse sevilir ve sevilirse mutlu olur. Aksi halde hep şikâyet eder.”
“Bence Allah’ın kuluna karşı en büyük cömertliği, onu kendisine halife yapması ve kendi sıfatlarından bir miktar da kuluna vermesidir. Sayabileceğiniz her şey bunun içindedir. Akıl da, sevgi de, sevebilme yeteneği de...”
“Herkes halife değil. Olamaz. Halife, temsil eden demek... Kaç kişi O’nu temsil edebiliyor ki!” dedi Mahir.
“Bilse de, bilmese de Hakk’ı izhar ediyor. Tevhit gözlüğünü tak da öyle bak! Kim olursa olsun, onun halifesidir. Kul anlar veya anlamaz, önemli olan anlayanın anlamasıdır.”
“Nasıl yani? Madde mi!” diye itiraz etti Işıl.
“O işitir, görür, konuşur, hayat sahibidir, iradesi vardır, kuvveti kudreti vardır, yoktan yaratıcıdır.” diye cevapladı Mahir.
“Allah’ın eli ayağı, gözü mü var! Haşa!..” tamamladı itirazını Işıl.
O sırada Define’nin eli tütün paketine gitti. Piposunu aldı ve tutam tutam doldurmaya başladı. Sadullah Bey imalı imalı:
“İç!..” dedi ona. “Ne yapıyorsun yine! O sana yasak değil mi!..”
“Hiç! Dokunma bana! Tütünün dibi kalmış zaten... Üzme beni!” diye işine keyifle devam etti.
“Tam olarak hatırlamıyorum ama “İki elimle yaptığım...” ifadesi geçen bir ayet vardı. O’nun eli bizim elimiz gibi değil, diğerleri de ama böyle bir söz var Kur’an’da." diye bir söz ortaya attı
Mahir.
O Meal ve Tefsir okur. Onun için dini konularda epey bilgi sahibidir. Fakat neticede insandır. İnsan unutabilir, yanlış anlayabilir. Çünkü noksandır. Acizdir. Unutkandır.
“Yok öyle bir şey! Allah’ın eli de yok, kolu da... Temsili laflar onlar... Allah madde değil. Madde ise, ne yer ne içer? Çok tehlikeli bir düşünce bu!” dedi Sadullah Bey.
“Bana iki saat o ifadeyi arattırmayın! Kur’an’da böyle bir söz var. Adem’i çamurdan yarattı. Orada mı geçiyordu? Şu anda yerini tam bilemiyorum. Bir şeyi iki eliyle yaptığından bahsediyordu. ”
“O yaratma emirle oldu. “Onun emri, dileyince “Ol!..” demektir. O da hemen oluverir.” Onu eliyle, çamurla yapmadı. “Ol!” emri geldi, o da oldu. Ara bakalım! Çok önemli! İmalatta kaç işçi çalışıyor! Fabrikatör kendisi mi yapıyor! Teşbihte hata olmaz! Allah’ın eli varsa nerde ve nasıl? Saçmalama!”
“O “Mekânım yok. Her yerdeyim. Şah damarından yakın...” demiyor mu!”
“Ben ne diyorum, sen ne anlıyorsun!”
“La mekân değil mi!”
“Devletin eli var mı yok mu?”
“Ona "Yaptırım gücü..." denir. Hiç kimse "Devlet eliyle..." ifadesini kullanmamıştır.”
“Kullanılıyor. “Bu işyeri devlet eliyle kapatıldı.” “Devlet bir eliyle veriyor, bir eliyle alıyor.” “Devletin eli kolu uzun...” gibi cümleler okumadın, duymadın mı?” Dede de birkaç ayet mealiyle katkıda bulundu:
“Allah “Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz!” diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların dediklerini ve haksız yere Peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve “Tadın yangın azabını!” diyeceğiz.” “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
“Semi’dir, duyar. Basir’dir görür. Eli ayağı, gözü kulağı mı var! Bunlar için maddeye ihtiyacı yok ki! O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yok! O ihtiyacı da tatmin yollarını da yaratandır!” dedi Sadullah Bey.
“Hazreti Musa’ya: “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.” dedi. Bunun için dili dudağı mı olmalıydı! Biz, madde halinde yaratılan aciz insanlar, mânâ âlemindeki algılamanın ve oluşların nasıl olduğuna akıl erdiremeyiz.” dedi Orçun. Mahir alelacele, birkaç ayetle Allah’ın dilediğine nasıl hitap ettiğini hatırlatmaya çalıştı.
“Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?” “Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.” “Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik." Bunları söyleyen, Allah!”
“Evet Mahir! Kelam eder. Hani eli kolu, ayağı olduğunu belirten ayetler?”
“Ben o ayeti bulana kadar Kur’an’ı baştan sona bir daha okuyacağım! O zamana kadar bekler misiniz? O ifade var! Biliyorum! Okudum! Fakat nerede bilmiyorum. Bulmam lazım!” diye kendinden emin bir şekilde ısrar etti Mahir.
“Beklerim. Gerekirse ömrümün sonuna kadar beklerim. Zaten az kaldı!”
“Tamam! Fatiha’dan başlayacağım. Ne kadar sürer, bilmiyorum. “Acaba Allah’a iftira mı ediyorum! Haşa!..” diye kalbim yerinden fırlayacak! Nefes alamaz oldum!” Sözünüzün veya sözlerinizin benim ruhumda meydana getirdiği tahribatı tahmin edemezsiniz! Hâlâ toparlanamadım!”
“Gençler! Sizden rica ediyorum. Söylediğimi son söz sayıp, karşı çıkmaktan ve sohbeti başlamadan kesmekten vazgeçin, lütfen! Eğer konuşmak istiyorsanız, yirmi dört saat dinlerim. Öğrenmek istiyorsanız, bildiğim ne varsa, anlatırım. Öğretmek istiyorsanız, sabırla anlamaya çalışırım ama muhabbet olacaksa, onu başlamadan kilitlemeyin ve konuyu dağıtmayın lütfen! Sohbet, adabına uygun olsun!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 804