BİR DEĞİNİ
Duyarlılık çağımızın en çok harcanan kelimelerinden birisi. Kendisine haksızlık yapıldığına inanan insanların ağzından duyuluyor zaman zaman: "duyarlı olun" diye. Genelde ezik ve zarara uğramış insanların talebi şeklinde tezahür ediyor duyarlılık isteği. Peki duyarlılık gerçekten böyle bir şey midir? Kim ne için isteyecek bunu? Kimden isteyecek? İstenecek bir şey mi? Benim kanaatim duyarlılığın bir yaşama şekli olduğu yönünde. Hayata bakışınız, olayları nereden ve nasıl gördüğünüz, beklentileriniz ve ilgileriniz, zorluklarınız ve kolaylıklarınız, acılarınız ve tatlılarınız duyarlılığınızı belirliyor. Duyarlılık bir olay karşısındaki etkilenme biçiminizdir. Kimisi kaba hatlarıyla ilgilenir olayla, kimisi ince ayrıntılarıyla. Bana göre yaşamın seyrini en ince ayrıntılarında yakalamaktır duyarlılık. İnsan zerrelerin kıpırtısını görmeli, hücrelerin oluşumunu hissetmeli, öleni ve yerine geleni duyabilmeli ki duyarlı sıfatını kazanabilsin. Herkesin gördüğünü görene duyarlı demek abartı olur. Duyarlılık çağrılan eyleme gitmek değildir, eyleme neden olan davranışın konusuna ilgili olmak ve ondan şu yada bu şekilde etkilenmektir. Duyarlılık peynir ekmekle kahvaltı yapmak değildir, ya da en lüks meyhanelerde en güzel yemekleri mideye indirirken harcanmış birkaç sözcük değildir. Hazır hedeflere yönelmiş ucuz devrimcilik de değildir. Günün adamı olmak için olayların belli yönlerini sürekli kaşımak da değildir. Duyarlılık çağın gerçekleşme çizgisindeki ayrıntıları tüm yönlerinden görmek ve anlamlandırmak çabası olmalıdır. Hiçbir şey diğerinden daha değerli değildir diye bir tez atıyorum ortaya. Hayat bize her şeyi aynı mantıkla verdi. Biz onları ayırdık birbirinden. Duyarlılık da duyarsızlıktan daha değerli değildir. Duyarlı olanlar daha büyük emek vermiş değillerdir insanlığa. Eğer herkes olabildiğinden başka olabilseydi bugün kötülük sadece bir tercih sorunu olurdu. Ama biliyoruz ki yaptıklarımız sadece birer tercih değildir. Bizim biz oluşumuzdaki temel nedenlerdir. Başka birisi olmak isteyince olamayız. Olan varsa beri gelsin. Herkes kendi doğasında olanı yapabilir sadece. Bu yüzden başka hayatları duyarlılık adına küçümsemek yersiz bir böbürlenmeden başka bir şey değildir. Hele bir de duyarlılıktan para kazanan birisinin böyle bir hakkı hiç yoktur. Yazılarınızın birkaç Picasso resmi, birkaç Dostoyevski tümcesiyle süslenmesi, birkaç bilinmedik çiçek adıyla çeşnilenmesi duyarlığı göstermeye yetmez. Duyarlılık bir yol haritasıdır. Görülmesi ıskalanmış şeylerin üstünü açmak, örtüyü kaldırmaktır aynı zamanda. Dikkati çekmektir. Gördüğünüz sadece görünenden ibaret değildir demektir. Kıraç toprakta sadece dikeni ve çakılı görmek değil, yaşam döngüsünü verebilmektir aynı zamanda. Yaşam kendini yok eder ve yeniden kurar en zor iklimlerde bile. Bozkırda makilerle, tropikal iklimlerde yağmur ormanlarıyla. Dünyada yaşamın olmadığı bir köşe yok. Ama yaşamın keyfini çıkarmasını bilen insan pek az. Sanırım birçok sakat düşünce de buradan filizleniyor. Ülkemiz ve dünyamız kalıplaşmış insanların dünyası görünümünü almış. Özgürlük, eşitlik, adalet, yönetim anlayışları, inançlar hepsi de belirlenmiş kalıplar içerisinde değerlendirilmeye tabi tutuluyor. Sevmenin bile biçimi belirlenmeye çalışılıyor. Oysa insan çok çeşitli ve çok biçimli bir yaratık. Kurallara sığmaz. Kural koymak zaten anlama ve kabul etme özürlülerin yaşamı belirleme çabalarının bir sonucu değil mi? ülkemiz bu düşüncenin savunucularıyla dolu. Siyaset kurumu otorite ve bağnazlık kurumuna dönüşmüş durumda. Hayat yaşanır olma özelliğini yitirmeye zorlanıyor. Kendimize bırakılmıyoruz. Duyarlığı çağıranlar, duyarlığı en çok hırpalayanlardır. Kendinde olmayanı ya da kendinde olup da yaşanmayanı kurcalar insan. Eğer duyarlığı arıyorsanız kendinize bir bakın. Karanlık köşelerinizde küçük bir ışık huzmesi var mı? Yoksa kimseyi çağırmayın; onlarda olandan size fayda yok. Bir de bırakın duyarlık olduğu yerlerde yaşasın. Olmadığı yerde yaşaması olanaksızdır da ondan yoktur zaten.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.