- 1107 Okunma
- 7 Yorum
- 4 Beğeni
Yunan Kazansaydı !
.
Bundan tam 102 yıl önce 15 Mayıs 1919 Perşembe günü Yunanlılar İzmir’i işgal etti..
14 Mayıs’ta çıkarma yapacak Yunan donanması İzmir Körfezi’nde yerini almıştı.
Büyük hedefleri olan “Megali İdea” gereği. Büyük fikir yani. Kısacası Yunanistan’ı Bizans’ın en parlak dönemine geri ulaştırma ideolojisine göre.
-
Biz tükenmişlik içindeydik. Onlar ise;
Yunan işgal gemileri yalnız değildi.
Amerikan, İngiliz, Fransız donanması eşlik ediyordu.
Zaten aslına bakarsanız..
Kilkis muhribi USS Mississippi’ydi.
Limnos muhribi USS Idaho’ydu. ABD tarafından Yunanistan’a verilmişlerdi.
Yunan donanmasının en güçlü gemisi Averof’tu. İtalyanlarındı.
Barbaros döneminde Akdeniz’i bir Türk Gölü haline getiren Osmanlı Donanmasının ise maalesef kayığı bile kalmamıştı.
En acısı da bizim Çanakkale’de büyük kahramanlıklar gösteren efsane Nusret Mayın Gemimiz Yunan Donanması gelmeden önce ne olur ne olmaz diye günlerce İzmir Körfezi’nde mayın temizliği yapmıştı.
15 Mayıs sabahı saat tam 07.00’de örgütlenmiş yerli Rumların coşkusu eşliğinde çıkarma başladı.
İzmir Metropoliti Hrisostomos özel olarak giyindiği altın sırmalı cübbesiyle, etekleri uçuşa uçuşa koştu.
Diz çöktü. İşgal komutanının çizmesini öptü.
Tuz serpti. Haç’ını havaya kaldırdı.
Askerleri takdis ederek o meşhur vaazını verdi.
“Evlatlarım..!
Bugün İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz.
Bu uğurda ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Azizler arkanızda!”
Tam o esnada bir el silah sesi duyuldu. İşgal alayının sancaktarı alnının ortasından vurulmuş olarak atından aşağı tepe üstü düştü.
Öndeki Yunan askerleri çil yavrusu gibi dağıldılar. Ateş edenin tek kişi olduğu anlaşılınca o kişinin üzerine çullanıp süngülediler süngülediler.
O kişi, o ilk kurşunu sıkan, o ilk şehitlik mertebesine ulaşan, Hasan Tahsin* takma adını kullanan Osman Nevres isimli 30 yaşındaki kahraman bir Türk gazetecisiydi.
Sonra katliam yapmaya başladı Yunanlılar. 3 gün boyunca Türk katliamı yaptılar. Öldürdüklerini denize attılar. Deniz yüzeyi cesetlerle doldu. Günlerce Karşıyaka ve Güzelyalı kıyılarına ceset vurdu. İzmir ve çevresi kokudan durulmaz hale geldi.
Anadolu’nun kalbine doğru ilerlerken işgalci Yunanlıların (3 yıl, 3 ay, 28 gün) yaptıkları zulümler, kadınlara, kızlara tecavüz edip öldürmeleri, köyleri şehirleri yakıp yıkmaları anlatmakla bitmez.
İlerlediler acımasız. İlerlediler mağrur. İlerlediler tüm dünyayı arkalarına alarak. İlerlediler yakıp yıkarak, öldürerek, tecavüz ederek. Dünyanın gözü kapalı, kulağı sağır. Yoksul Anadolu’nun üzerine karabasan gibi çökerek ilerlediler.
Yelpaze gibi yayılarak ilerlediler.
Bursa’da Osman Gazi’nin Türbesi’nde sandukasını tekmeleyip “Kalk da evlatlarını kurtar Koca Türk” deme terbiyesizliğini bile gösterdi Yunan ordusunun mağrur kumandanı.
İstanbul zaten 13 Kasım 1918’den beri yani tam 6 aydır işgal altındaydı.
78 parçalık Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan savaş gemileri Topkapı Sarayı’na namlularını çevirmiş beklemedeydi.
Ama biri vardı “Geldikleri gibi giderler” diyen biri.
**
Şimdi Nutuk’tan devam edelim:
’’Bazı yabancı hükûmetler, Pontus hükûmetinin kurulması için yardımcı olacaklarına söz verdiler. Samsun ve dolaylarındaki Rum nüfusunu arttırmak için de Rusya’daki Rum ve Ermenileri Batum’da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp Batum’da depo edilen silâhlarla donatarak, sahillerimize çıkarmaya başladılar’’.
’’Saygıdeğer Efendiler, genel konuşmamın başında bir Pontus meselesinden söz etmiştim. Bu mesele belgeleriyle herkesçe bilinmektedir. Ancak, bizi de çok uğraştırdığından, burada, onunla ilgili bazı noktalara dokunacağım.
1840 yılından beri; yani üç çeyrek yüzyıldan beri, Anadolu’nun Rize’den İstanbul Boğazı’na kadar uzanan Karadeniz bölgesinde, eski Yunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı.
Amerikalı Rum göçmenlerden Rahip Klematios adında biri, ilk Pontus toplantı yerini şimdi halkın «Manastır» dediği bir tepede, İnebolu’da kurmuştu. Bu teşkilâta bağlı olanlar, zaman zaman birbirinden ayrı eşkıya çeteleri kurarak faaliyet gösteriyorlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da dışarıdan gönderilip dağıtılan silâh, cephane, bomba ve makineli tüfeklerle, Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki bir silâh deposu durumuna gelmişti.
Ateşkes Anlaşmasından sonra, bütün Rumlar Yunanlılık millî davası ile her tarafta şımardığı gibi, Ethniki Hetairia (Etniki Eterya) Cemiyeti’nin propagandacıları ile Merzifon’daki Amerikan kuruluşlarının manevî destekleri ile eğitilip yetiştirilen, maddî bakımdan da yabancı hükûmetlerin silâhlarıyla güçlendirilip cesaret verilen bu bölgedeki Rumlar da bağımsız bir Pontus hükûmeti kurma emeline düştü.
Bu maksatla genel bir ayaklanma hazırladılar. Dağlara çekildiler; Amasya, Samsun ve dolayları Rum Metropolit’i Yermanos’un idaresinde düzenli bir programla çalışmaya başladılar.
……….
4 Mart 1919 tarihinde, İstanbul’da «Pontus» adıyla yayınlanmaya başlayan bir gazetenin başmakalesinde «Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulmasına çalışmak maksadıyla yayınlandığı» ilân edilmişti.
Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanma gününe rastlayan 7 Nisan 1919 günü, her yerde ve özellikle Samsun’da gösteriler yapıldı. Yermanos’un küstahça davranışları Rumların düşünce ve emellerini açığa vurdu. Bafra ve Çarşamba dolaylarındaki yerli Rumlar, sık sık kiliselerde toplanıyor, örgütlenmelerini ve donatımlarını artırıyorlardı.
23 Ekim 1919 tarihinde, Doğu Trakya ve Pontus için merkez olarak İstanbul kabul edilmişti.
Türkiye’de bu türlü işler olurken Batum’da da 18 Aralık 1919’da Pontus Rum Hükûmeti adıyla bir hükûmet kurulmuş ve teşkilâtlanmaya başlamıştı. 19 Temmuz 1920’de de Batum’da, Karadeniz, Kafkas ve Güney Rusya Rumları tarafından Pontus meselesi ile ilgili bir kongre toplandı.
Dağlarda kurulan Pontus teşkilâtı şöyleydi:
a) Birtakım çetebaşlarının emrinde silâhlı ve savaşçı kuvvetler,
b) Bunların beslenmesine hizmet eden üretici Pontus halkı,
c) Yönetim ve güvenlik kuvvetleri ile şehirlerden ve köylerden yiyecek sağlamakla görevli ulaştırma kolları.
Çetelerin çalışma bölgeleri birbirinden ayrılmıştı. Pontus eşkıyasının kuvveti başlangıçta 6.000 – 7.000 silâhlı idi. Daha sonra her taraftan katılanlarla 25.000’e yaklaştı. Bu kuvvet yeterli küçük birliklere ayrılarak; çeşitli yerlerde barınıyordu. Pontus çetelerinin bütün işleri, İslâm köylerini yakmak, Müslüman halka karşı akıl ve hayale sığmaz zulümler yapmak, cinayetler işlemek gibi kan içici bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.
Biz, Anadolu’ya çıkar çıkmaz, Türk halkını dikkat ve uyanıklığa davet ettik. Doğabilecek tehlikelere karşı tedbirler almaya başladık.
Merkezi Sivas’ta bulunan 3’üncü Kolordu, yalnız, çeşitli bölgelerde gözüken çeteleri takip ve ortadan kaldırmakla uğraştı. Trabzon bölgesinde dolaşan Köroğlu adındaki Rum çetesiyle, Eftalidi çetesi ve öteki çeteler, merkezi Erzurum’da bulunan 15’inci Kolordu tarafından takip edilerek ortadan kaldırılıyordu. Bir taraftan da Pontus eşkıyasının dönüp dolaştığı yerlerde, halk silâhlandırılarak millî teşkilât kuruldu’’.
Mustafa Kemal Atatürk
Kaynak: NUTUK
**
Gelelim sonuca.
Neydi Megali İdea..?
“Yunanistan’ı Bizans’ın en parlak dönemine geri getirme ideolojisi..!!!”
Alparslan Romen Diojen’le nerede savaştı? Malazgirt’te. Malazgirt nerede? Muş’ta, Van Gölü’nün hemen üstünde. Yani Bizans oralara kadar uzanıyordu. Oradan bir çizgiyle Rum-Pontus hedefi Rize’ye çizgi çek!
Şimdi anlaşıldı sanırım Megali İdea!
Ayrıca Ermenilere verilecek yerler de vardı!!
Bize ne kalırdı?
Sıfır.
Yunan kazansaydı öyle mi..?
YUNAN KAZANSAYDI SONRASINDA ÇEKİP GİDECEKTİ ÖYLE Mİ..!
Bugün Atina’da, bugün Selanik’te bir tek Türk var mı? Bugün Ermenistan’da bir tek Türk var mı? Anadolu’da da bir tek Türk kalmayacaktı.
TEVFİK FİKRET’İN MEŞHUR ŞİİRİ çok güzel..
**
İstanbul ismine değinmeden de geçemeyeceğim.
İstanbul’a çok nadir İstanbul deniliyordu.
Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul, Grekçe’de ’’Vizantion’’, Latince’de ’’Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma’’, Rumca’da ’’Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis’’, Slavca’da ’’Çargrad, Konstantingrad’’, Vikingce’de ’’Miklagord’’, Ermenice’de ’’Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli’’, Arapça’da ’’Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma’’, Selçuklular’da ’’Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul’’ ve Osmanlıca’da ’’Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü’s-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü’l-Hilafetü’l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet’’ isimleriyle anıldı.
Uluslararası camiada Konstantinopolis denilmeye devam ediyordu. Dersaadet falan kimsenin umurunda değildi. Cumhuriyet kurulunca Atatürk net tavır koyarak İstanbul yazmayan postaları, yazışmaları falan kabul etmemiştir. Onun sayesinde İstanbul’umuz da İstanbul olmuştur.
* Hasan Tahsin: Bazıları Hasan Tahsin ismini de çarpıtmaktadır. Yahudi olduğu falan söyleniyor. Türk olmasın da ne olursa olsun !!! derdindeler.
Sabetayist ve İbrani olduğu hakkında
Bazı tarihçiler, gazeteci ve yazarlar tarafından Hasan Tahsin’in Sabetaycı olduğu dile getirilmiştir. Yalçın Küçük 2006 yılında yayımladığı "Gizli Tarih" isimli kitabında, Hasan Tahsin’in İzmir’de ilk kurşunu sıkmadığını, bir kavmin kurşun sıkmak için Hasan Tahsin’i beklemeyeceğini yazmıştır. Ayrıca Küçük, Hasan Tahsin’in mezarının İstanbul ilinde Sabetayistlerin mezarlığı olan Bülbülderesi Mezarlığı’nda bulunduğunu, Hasan Tahsin’in İbrani olduğunu, Kazım Karabekir Paşa’nın evrakının buna yeterli delil olduğunu belirtmiştir. Küçük bu iddialarını, 2005 yılında yayımlanan İsyan 1 isimli kitabında da yinelemektedir.
Peki tüm ülkede bir tane mi Hasan Tahsin vardı?
O dönemde soyadı olmadığı için kişiler Reşat Nuri, Yakup Kadri gibi çift isimli oluyordu. Bunlardan biri genelde babasının ismiydi. Hasan da, Tahsin de çok bilinen isimler olduğu için büyük ihtimalle Osmanlı’da belki onlarca daha Hasan Tahsin bulunuyordu.
Hasan Tahsin kim olursa olsun İzmir’de ilk kurşunu atan kişi zaten Hasan Tahsin takma ismini kullanan Osman Nevres’ti.
Osman Nevres’in Takma İsim Kullanmasının Sebebi
Osman Nevres özel yetiştirilmiş biriydi.
VİKİPEDİ’den:
Hasan Tahsin ya da gerçek adıyla Osman Nevres (1888, Selanik - 15 Mayıs 1919, İzmir), 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan, seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerine, Kordonboyu’ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan ulusal sembol kişi, yazar ve gazeteci.
Babasının adı Recep’tir. Osman Nevres, ilköğretimine Selanik’te bulunan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de eğitim aldığı Şemsi Efendi Okulu’nda başlamış, daha sonra Selanik Feyziye Mektebi’ni bitirmiştir. Bu okulun ardından İttihat ve Terakki tarafından burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrenimi görmüştür. Burada Monj sokağı 51 numaralı apartmanın bir dairesinde, daha sonra emekli olan Tümgeneral Doktor Mazlum Boysan ile birlikte kalmıştır. Öğrenim gördüğü esnada Trablusgarp’ı işgal eden İtalya’yı protesto etmek için, Mısırlı öğrenci lideri Şeyh Dayef ile mitingler düzenlemiştir.
Bükreş
Osman Nevres, Paris’te İttihat ve Terakki Fırkası’nda ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almıştır. İstanbul’a döndükten sonra, Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları karıştıran İngiliz istihbarat teşkilatı adına çalışan Buxton kardeşlerin bu faaliyetlerini önlemekle görevlendirilmiştir.
Buxton kardeşlere Bükreş’te bir tünelde suikast düzenleyen Osman Nevres, 10 yıla mahkûm edildi. 1916 yılında Almanya’nın Balkanlara girmesi nedeniyle Romanya’dan salıverilmiş ve İstanbul’a dönmüştür.
Adını Değiştirmesi ve İzmir
Osman Nevres yurda döndükten sonra, verem tedavisi için İsviçre’ye gitmek zorunda kalınca, tanınmamak için pasaportuna Hasan Tahsin ismini yazdırdı ve daha sonra hep bu adı kullandı. Hasan Tahsin adı, "Silah" gazetesini çıkartan ve bu nedenle "Silahçı Hasan Tahsin" olarak bilinen eski bir bahriye yüzbaşısının adıydı veya Hasan Tahsin Teşkilat-ı Mahsusa’nın silahşoru olarak biliniyordu.
Aydoğan Yavaşlı tarafından kaleme alınan, "Ben Hasan Tahsin (İzmirli Çocuk)" isimli kitapta ise bu olay şöyle anlatılmaktadır: 1914 yılı başları, Osman Nevres İstanbul’a döner. Hacı Adil Bey bir gün onu çağırır. Şişli’de bir apartman dairesinde görüşürler. Eşref Bey, Hacı Adil Bey ve Osman Nevres kalır odada, ötekiler dışarı çıkar. Eşref Bey Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisi olarak tanıştırılır. Teşkilat-ı Mahsusa ile tanışması böyle olur. Osman Nevres, Hasan Tahsin adını Teşkilat-ı Mahsusa’ya girmesiyle alır. Çünkü yeni bir kimlik ile bir takım çalışmalar yapacağı söylenir. «Adınız Hasan Tahsin. Bükreş’e gideceksiniz ve… Balkan ülkelerini bize karşı kışkırtan bu iki belayı bir biçimde zararsız hale getireceksiniz.»
1918’de İzmir’e yerleşerek "Hatıra" isimli bir şirket kurar ve Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin sözcülüğünü yapan Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) gazetesini yayımlamaya başlar. Gazetedeki yazılarında ise "Vatanperver Hasan Tahsin" lakabını kullanır. Tahsin, yazdığı yazılarla Türkiye’de kadın haklarının savunuculuğunu yapan "İlk erkek"tir. Ayrıca Tahsin, İzmir’e geldiği yıl Sudiye hanımla gizlice evlenmiş, bu evlilikten Mehmet Kemal isimli bir oğulları olmuştur.
İlk kurşun
İzmir’i Yunanlara teslim etmek istemeyenlerce "Redd-i İlhak Heyeti Milliyesi" isimli bir dernek kurulmuştu. 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gece binlerce İzmir’li eski Musevi mezarlığında (Maşatlık Meydanı) toplanmıştı. Bu esnada İngiliz, Fransız, Amerikalı, İtalyan ve Yunan zırhlıları İzmir Körfezi’nde bulunuyordu. Kalabalığa hitap eden önemli bir isim, o zamanın Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa’ydı. Belediye Başkanının yanı sıra topluluğa hitap eden bir diğer önemli isim ise Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarı olan Hasan Tahsin’di. Halkı direnmeye çağırıyorlardı.
Tahsin, konuşmasında Paris Barış Konferansı kararlarını sert bir dille eleştiriyor, gazetede yazdığı gibi "Burayı Yunan’a vermeyeceğiz. Vermek isteyen kuvvetle paylaşacak kozumuz var" diyordu. Bu geceye yakın akşam üzeri Moralızade Halit Bey, Mustafa Necati ve Ragıp Nurettin’in bir grup vatansever ile hazırladığı, "Redd-i İlhak Heyeti Milliyesi" tarafından dağıtılan bildiride;
“...Ey bedbaht Türk!.. Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin Maşatlık Meydanındadır. Oraya yüzbinlerle toplan.. Orada zengin, yoksul, bilgin, cahil yok. Fakat Yunan egemenliğini istemeyen bir mutlak çoğunluk var. Geri kalma!.. Binlerle, yüzbinlerle Maşatlık’a koş. Ve Millî Kurul’un buyruğuna uy..” yazıyordu.
15 Mayıs 1919 sabahı saat yedibuçuk sıralarında Hasan Tahsin Konak Meydanı Kordonboyu’nda koyu renkli takım elbisesi ile bekliyordu. Önce Yunan gemilerinden Patris ve Atronitos isimli gemiler Pasaport’a yanaştı ve bir grup Yunan Efzon Alayı saat 08:55 sıralarında askeri gemiden inerek karaya çıktı. Temiastokles gemisi ise 5. Piyade Alayı’nı Punta iskelesine çıkardı. Bunlar Punta’dan ilerleyerek Kadifekale’yi işgal edeceklerdi. Bu esnada onbinlerce yerli Rum ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordonboyu’nu kaplamışlardı. İzmir’li Rumlar işgal haberini 13 Mayıs Salı günü öğleden sonra Aya Fotini Kilisesi’nde Yunan albay Mavrudis tarafından okunan Venizelos’un beyannamesiyle öğrenmişlerdi. Kalabalık gemilerden inen Yunan askerlerine alkış tutuyordu. Gelen askeri tabur, İzmir metropoliti Hrisostomos tarafından takdis edildi. Metropolit Yunan bayrağını öptü ve bu esnada ağladığı görülüyordu. İlk Yunan taburu daha sonra buradan yaya olarak Hükûmet konağı, kışla, Kokaryalı istikametinden Karantina’ya doğru yürüyüşe geçti.
Yürüyüş kolunun baş tarafı kışla hizasını geçip yola saptıktan sonra, Hasan Tahsin kalabalığın arasından sıyrılarak öne geçti. Tahsin’in sesli bir şekilde "Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler" diye söylendiği duyulmuştur. Tahsin daha sonra yanında bulunan revolver ile düşmana ilk ateşi açtı. Tahsin ilk anda isimleri Basile Delaris ve Jorj Papakostos olan iki Efzon askerini öldürmüştü. Bazı anlatımlara göre ise Tahsin’in sadece Yunan Efzun Alayı’nın bayraktarını öldürdüğü belirtilmekte ve bu görüş daha fazla kabul görmektedir. Tahsin tabancasındaki tüm fişekleri düşman askerine karşı ateşlemişti. Böyle bir direniş beklemeyen Yunan Alayı şaşırmıştı. Daha sonra ise yanında fazla yandaşı olmayan Tahsin, Yunan Alayı tarafından açılan ateş ve ardından süngüleme sonucunda, Kordonboyu’nda kalabalığın önünde henüz 31 yaşında yaşama veda etti. Hasan Tahsin’in naaşı ise İzmir Saat Kulesi’nin altında bulunmuştur.
Hasan Tahsin’in işgal askerlerine sıktığı ilk kurşun, Türk Kurtuluş mücadelesinde diğer yerlere de örnek teşkil etti. Aydın ve Balıkesir’de işgale karşı direniş baş gösterdi. Çerkez Ethem Yunan işgaline karşı efeleri toparladığı gün Demirci Mehmet Efe ayağa kalkarak; "Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!" demiştir.
*
Yurdumuzun kurtuluşunda emeği geçen herkesin mekânı cennet olsun.
Ne mutlu Türküm diyene..
Yunan kazansaydı çıkamazdı ses
Ne sarık kalırdı ne kafada fes
Suat Zobu
Sağlıklı günler diliyorum.
Yılmaz Özdil’in Son Cüret isimli kitabını okumanızı öneririm.
-
YORUMLAR
Merhaba Suat Zobu beyefendi, titiz bir çalışmayla hazırladığınız yakın tarihimize ait özgün çalışmanız ne kadar değerli.
Gönül ister ki, beyinlerini kişisel çıkarları için kiraya vermiş güzel ülkemizin insanları bu ve benzeri yazıları okuyabilseler.
Eğer insanlık onurlarından bir kırıntı kalmışsa beyinlerinin paslı köşelerinde azıcık düşünebilseler.
Bu ulus nasıl yeniden ayağa kalktı. Bu uğurda nice şehitler verildi. yok olan bir devletin külleri üzernden genç bir devlet nasıl kuruldu.
Umar ve dilerim tarih bilincini özümseyenler kazanacaktır.
Emeğe ve sanata saygı ve selamlarımla esen kalın.
Var ol Türk..
Türkün bağımsızlığını ancak Türk olmayanlar ister. O fesli denen ibnenin gençliği köln şehrinin sokaklarında Gay olarak geçmiştir bu konuda onlarcada resmi vardır. Türkiyede nasıl popüler olduğudu malumdur.
İlk kurşunu atan ve devamında bağımsızlık adına toprağa düşmüş bayraklaşmış atalarımım aziz ruhları önünde minnet ve saygıyla diz vururum. Tinleri kutlu kurganları ışıklarla dolsun.
Suat Hocam!
Tarihin ruhuna dokunan yazınız çok anlamlı.
Final İse?
"Yunan kazansaydı çıkamazdı ses
Ne sarık kalırdı ne kafada fes" Cerrahi müdahale...
Bu gün fesli sarıklı dolaşanların inanç samimiyetleri tartışmaya açık. Zira (Salya ve sümüklü) yol arkadaşlarının gizli kardinalliği İddianameyle mahkeme kayıtlarında düşmüş gerçek.
Din Tüccarları, kılı çulu iyi ekti biçti. Hasat Türkiye'nin bütün mevki makam ve mevkileriydi.
Keşke Atatürk'ün zeki ve çalışkan sıfatlarına mazhar olan, aziz sıfatıyla hitap edilen Türk
milleti gerçekleri görebilse.
Selam ve sevgilerimle.
Suat Zobu
Sevgili 7Tepe'nin dediği gibi "finali çok kibar yapmışım." Gerek Yunanlılar, gerek Ermeniler gerekse de diğerleri tarih boyu bizim yapmadığımızı yapmışlar "Soykırım ve zorunlu göçe zorlama."
Nitekim bunu da gerçekleştirmişler. İzmir ve çevresine Yunanistan'dan, yakın adalardan acilen 200 bin kişi getirerek yerleştirmişler. Yunan kazansaydı, işgal sırasında yakan yıkan tecavüz edenler sonrasında neler yapmazdı..?
Daha sonrasında ise ahkam kesenlerin hiçbiri kalmazdı.
Dediğiniz gibi "Keşke Atatürk'ün zeki ve çalışkan sıfatlarına mazhar olan, aziz sıfatıyla hitap edilen Türk milleti gerçekleri görebilse." Keşke..
Selam ve saygılarımla sağlıklı günler diliyorum.
Emeğine, bileğine sağlık abim.
Sayende bildiklerimizi tazeledik, bilmediklerimizi öğrendik. Ancak, İzmir'de yunan bayraklarıyla o gemileri karşılayanların soyu (9 Eylül 1922'den itibaren) kurutulmadığı için, (Türklerin tarih boyu en büyük zafiyeti budur. 'Soykırım yapmamak, yapamamak...') onların nesli bugün olduğu gibi, her fırsatta "keşke yunan kazansaydı!.." diyebiliyor.
Tabi bu yazıyı sadece bilen okuyacak, bilmeyen zaten okumayacak!.. Bu sebeple söz üstüne söz söyleyerek, bilineni tekrarlamanın kalabalıktan öte gitmeyeceği aşikar.
Kocaman yüreğine gönül dolusu teşekkürler, sonsuz saygılar kardeşinden.
Suat Zobu
Biz katliam yapsaydık bu gün Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Romen falan kalmazdı yeryüzünde.
Çok teşekkür ederim Kardeşim hep onur verdin hep gurur duydum sağolasın.
Selam ve sevgiler Kardeşim.