- 607 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FRENK YEMİŞİ
Akşam ezanı okunmuştu, evlerine dağılan küçüklerin aksine daha yeni dışarı çıkan delikanlılar belirmişti sokakta. Tabii bir de ikindin çıkıp yol boyundan dönen kızlar. Hepsi hemen hemen yaşıttı ve beraber büyümüşlerdi. Kısa bir yokuş çıkıp – oğlanlar bisikletlerini musandıranın duvarına dayadıktan sonra – yanı uçurum olan taş yola geldiler. Uçurumun hemen berisinde iki uzun duvar ve üstünde birer taş vardı.
Havanın kararmasına yakın bir zaman olduğundan kızıllaşan gökyüzü son vedasını – bu günlük –yapıyor, küçük ve ılık bir yel estiriyordu. Bu yel günün kavurucu sıcağından sonra iyi gelmiş, saçları güneşten sarılaşmış oğlanların içine su serpmişti. Gözlerini kıstı kısa boylu olan. Sonra kızların sesiyle gülümsedi ve arkasını döndü, arkadaşı da aynı şekilde. Kızlar Frenk yemişi ve bostanı özenle soymuş ve tuzlamışlardı. Uzun boylu, yanık tenli genç, fırlama bir tavırla karlamaç istediğinde; kızıl saçlı, ela gözlü, zayıf kız cevabını gereken şekilde vermiş, bu hareketiyle herkesi de güldürmüştü.
Az önceki kızıllığın yerini karanlık ve onun incisi yıldızlar aldığında çoktan tabaktaki meyveler bitmişti. Hepsi o uçurumun yanındaki duvara oturup ayaklarını Esentepe’den aşağı sarkıttılar. Hava gündüze göre biraz daha ılımıştı. Yıldızları izleyen dörtlü ara sıra dedikodu yapıyor, bazen kızlar oğlanların yuvantalıklarını izleyip dalga geçiyor, bazen de oğlanlar gururla kahramanlık hikayelerini anlatıyordu. Saatin dokuz buçuğa varmasıyla derin bir sessizlik oluştu. Herkes gözünü Burun’a dikmiş; İskeledeki villaları, Dragon Çayı’nın gözüken kısmını ve denizin üstündeki Kıbrıs kalkışlı yük gemilerini izliyordu. Sessizliği bozan kısa boylu kızın hıçkırıkları oldu.
O, yarın buralardan – uzun bir süre gelmemek üzere – gidiyordu. Kızıl saçlı kız sırtını sıvazladı arkadaşının. Yanık tenli oğlan ortaya bir espri atıp konuyu dağıtmak istese de nafileydi. Devreye beyaz tenli, siyah saçlı, kısa boylu genç girdi ve kızın kafasına onların tabiriyle küçük bir taşı fıydırıverdi. İlk başta Rumca söylendi “ Min fklesine veyfimu!” ( Ağlamasana kızım!) genç kız ise günlerdir içinde tuttuğu gözyaşlarını akıtmaktan çekinmiyordu. Reddeder şekilde başını salladığında gencin kaşları çatıldı “ Çıkla bu dağlarda bizi bekletip atma , bizi berii bekletip evtiklenme, şapucak gel” ( Bizi uzun süre bekletip oyalanma, hemen ziyarete gel.). Kız başını sallayıp onayladı çaresizce. Sonra yıldızları bile kıskandıracak kadar ışıltılı ayın altında dört arkadaş sıkıca sarıldı birbirine, son defa…
Ve bir daha ne o kollar birbirleriyle kavuştu; ne de o Frenk yemişinin tadı, aynı o günkü gibi tatlı oldu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.