- 342 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
Medcezir
1998 Adana depreminden 10 gün önceydi tanıdım onu. Liseden mezun olmuşum, aklı beş karış havada bir kızım diyemeyeceğim çünkü hiç öyle olmadım . Her zaman yaşımdan olgun büyüktüm ben. Çocukluğunu anlat deseler o kadar az anı çıkar ki utanırım düşünürken. Neyse büyümüştüm işte. İyi mi olmuş bilinmez.
Bir yaz akşamı telefon çaldı tesadüf bu ya ben baktım. O arıyor ne sesimi biliyor ne ben onu tanıyorum. Bir iki kez evin aşağısında görmüştüm. Ne yalan söyleyeyim o kadar dikkatimi çekmemişti. Ama bir gün göz göze gelmiştik o an cesaret vermiş 118’den bulmuş telefon numaramızı adımı babamdan öğrenmiş,aramış beni. (Babamla çok samimiydi) Ben de o gün ismini öğrenmiştim. Ne güzeldi ismi, masal kahramanı gibi. Gerçi o benim masal kahramanımdı.
Bir kaç telefon görüşmesinden sonra buluşmaya karar verdik. Çıkacağımız günün sabahında artçı depremle uyanmıştım. Damda yatıyorduk kız kardeşimle. Nasıl aşağıya indik korkudan inanın hatırlamıyorum. Deprem falan engel olmadı bize. Korksam bile çıktık biz o gün onunla. Her şeyi bilmek istiyordum onun hakkında. Ne yer, ne sever, nasıl müzik dinler? O kadar çok şey öğrenmeye vaktimiz olmadı. Ama bugün bile hatırlıyorum çayı kahveden çok sevdiğini, maydanoz yemediğini mesela. Haramiler’in Mavi Duvar ve Nilüfer Örer’den Mevsim Bahar şarkısını çok severek dinlediğini.
Bir gün yine buluşacaktık ben hazırladım, süslendim. Derler ya iki dirhem bir çekirdek hah işte öyle. Ondan önce gitmiştim bekledim bekledim bekledim ama yok gelmedi. Önce yolda bir telefon kulübesinden aradım evlerini açan olmadı. Ablasının evini aradım sonra yine cevap yok. Yazlık geldi aklıma ama yok dedim yaa oraya gitmez ki. Eve döndüm mecburen. Kaç gece sessiz sesiz ağladım bilmiyorum. Şiirler biriktirdim yokluğunda. Çok sonra öğrendim ki İstanbul’a çalışmaya gitmiş beyefendi. Haber bile vermeden...
Çok ağladım ardından sessiz sesiz kimse bilmedi,kimse görmedi. Çoğu zaman içime akıttım gözyaşlarımı. Başına bir şey mi geldi diye korkarken o beni yok sayıp gitmişti. Oysa ki o girmişti hayatıma, o koşmuştu peşimden. Geldiği gibi gitmişti işte bir anda. Sonra alıştım yokluğuna. Unutmamıştım unutulur mu hiç. Hemen neden unutayım ki. Aradan 3 yıl gibi bir süre geçmişti. Bir gün amcamın cep telefonunda onun numarasını gördüm. Nasıl mutlu oldum anlatamam. İçimde kelebekler uçuşuyor. Ahh be deli kız adamsın bırakıp gitmiş sen bir telefon numarası için neredeyse zil takıp oynayacaksın. Hemen kaydettim numarayı.
Kendi yazdığım şiirlerden dörtlükler,şarkı sözleri falan gönderdim günlerce. İsim söylemeden tabii.. Ama cin gibi hemen anlamış benim olduğumu. Yine başladık telefonlaşmaya. Bir kez sordum neden habersiz gittin diye "gerçekten haner verecek vaktim yoktu "dedi. İnanmadım ama inanmış gibi yaptım. Çünkü öyle olsun istiyordum. Döndü İstanbul’dan yine. Sonu olmayacak bir ilişkiye başlamıştık. Gelecek planı falan yapmıyorduk. Ben sormuyurdum o da bir şey anlatmıyordu. Ânı yaşıyorduk işte o kadar.
Ve bir gün bana bir talip çıktı. İstemeye geleceklermiş. İşi gücü var ee çirkin de sayılmaz neden olmasın dedi herkes. Hem tanıdığımız biri. Olur mu hiç dedim içimden nasıl olacak? Ama ne diyecektim anneme? "Bak anne ben biriyle görüşüyorum evlenirmiyiz bilmiyorum, bana öyle bir şey demedi. Ben onu bekleyeceğim " Böyle demedim tabii.
Ama ona söyledim hemen bak durum bu ne yapacağım ben dedim. Kabul et dedi. Yine terketti beni anlayacağınız. Nişanlanmıştım ama her gün görüyordum onu evimizin orada. Üstüme alınmıyordum zaten onun mekanıdır bizim oralar. Telefonda görüştük sonra bir kaç kez. Benim işim bile yok, ben sana nasıl beni bekle derim dedi. Bitti ve ben gittim.
Evlendim, hamileyim kızıma aradı bir gün beni. Başkasından duymadan ben söyleyeyim, nişanlandım dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Hani evlenemezdi... Çok ağlamıştım yine o gün. Yaa düşünüyorum da şimdi 18 yaşımdan beri ağlatmış beni. Sonra görüşmedik hiç. Bir kaç kez yolda karşılaştık selam verdik o kadar. Mutluydum, huzurlu bir evliliğim vardı. Eşim beni çok seviyordu, iki kızım olmuştu.Başka ne isterdi değil mi bir kadın hayattan. Bizim toplum bunu gerektirir.
Yıllar geçmişti. 2020 yaz sonu. Bir gün instagramdan bir istek ve O. Allah allah dedim nasıl aklına geldim acaba. Ben ara ara bakıyordum Facebooktan falan acaba görünür bir fotosu falan var mı diye. Biliyordum 2 oğlu olmuştu. Yine İstanbul’daydı. Neyse kabul ettim,yazıştık biraz eski bir dost gibi. Neler yaptığını anlattı. İstanbul beni bitirdi,hastalık sahibi oldum,bu yaşta tansiyon,kolesterol ne ararsan var dedi. Ve bir de anksiyetesi varmış. Tedavi görüyormuş. Öyle sık sık mesajlaşmıyorduk. Haftada bir ben yazıyordum nasıl oldun,doktora gittin mi, uyuyabiliyor musun falan... Bazen de o yazıyordu sesin soluğun çıkmıyor iyi misin diye.
Ama onu psikolojisi iyi değildi. Kendimce yardım etmek istiyordum. Ahh ahh her zaman ki iyi niyetim işte. Bir kaçay boyunca haftada bir, 10 günde bir yazıştık. Aralık ayında baktım yazan eden yok. Çok uzun oldu watsapp son görülmesi 15 gün önce. Yazmak istedim ama yazmadım. İyi ki de yazmamışım diyorum şimdi.
Ses yok,haber yok ne yapsam bilemedim ama merak da ediyorum. Pazar günüydü, yine erkenden uyanmıştım. Aklıma geldi bir Facebook’a bakayım dedim. Bir de ne göreyim. Duvarında eski bir fotoğraf bir arkadaşı paylaşmış. 2 gün önce kaybettik,hakkın rahmetine kavuşmuştur diye. Tuvalete geçip nasıl sesiz sessiz ağladım anlatamam. Ölmezdi yaa,neden nasıl diye içim içimi yedi. Bir arkadaşından öğrendim beyninde pıhtı oluşmuş. Yoğun bakım falan derken...
Şimdi ben hâlâ her gün onu anıyorum. Her gördüğümü yine ona benzetiyorum. Bir sevgiliyi değil eski bir dostu kaybetme acısı. Belki yıllar sonra hayatın oyunu gibi karşıma çıkması falan tesadüf değildi. Yine habersizce gitmişti hayatımdan her zaman ki gibi.. Ama bu defa hiç istemeden...