- 392 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Sus ki vakit kalsın ....
“Ah ile sus ki vakit kalsın, hayatın iki dudak y/arası önsözüne”
Akrep her kaçtığında, yelkovan hep misafiri oldu bir başka gözün.Ve içine düştü yarınsızlığı, gün ağlayışlarında. Oysa tek isteği, başucunda onunla sabahlayan bir gölgeydi, bir mırıltıydı aşk’a ıslıkla eşlik eden ve bir yokuşu tırmanmaktı yeminli adımlarla…
Akrep’in dilinden küçük bir hikâye:
Dilinde öznesi, yüklemi kaybolan bir adam vardı. Kalbini yumruklayıp duruyordu sahil kenarında Üstelik balıklar üşüşmüştü başucuna, bu çırpınışa ay, yakamozlar ve yıldızlar şahit olmuşlardı. Arada bir göz göze geliyorduk adamın gözleriyle. Bana her baktığında dudağımı kanatıyordum ısırmaktan, kanatıyordum çünkü gözlerindeki uçurumun kenarında ağlayan yüreğini görüyordum. Bir adım ötesinde duruyordu “son” denen hayat. Ve susarken bile aslında sığmıyordu aşk denen zamana. O zamandan kopup ayrılmaya. Susuşlarını anlamlandırıyordu belki de “konuşursam” demelerine. Dudak kıvırmakla derin bir soluk çekme arasındaydı beklentileri. Kelimeleriyle şuurunu yitirdiğinde ise artık çok geçti. Martılara son bir söz bırakmıştı emaneten sahibine duyurulsun diye. Son kez göz göze geldik.
Sabahın körüydü. Elinde sönmüş bir izmarit ağlamaktan yorgun düşmüştü. Elini cebine atıp buruşmuş bir kâğıt parçası çıkardı. Bilmediğim bir dilde bir şeyler yazıyordu, hiç rakam yoktu! O buruşmuş kâğıtta yazanı derin bir iç çekerek okudu ve kendisini seyreden martıya doğru fırlattı. Sonra ezberinde kaldığı kadarıyla söylenerek adımladı son’u.
Kâğıttaki not
Ölümü sevecek kadar kalpsizim. Seni yaşayamayacak kadarsa hain. Ben uçurumun kenarından sana bakıyor olacağım sen sahilde adımlarken son’u. Sonra kelebek olup konacağım yüreğine. Hoşça kal.
Yelkovan tek başınalığın ağrısıyla düş yutkunurken uykusuzluğunda, anladı gökyüzünden ninniler toplamak aslında yıldız olup düşmekmiş uykudaki aşk’a.
Yelkovanın dilinden küçük bir hikâye:
Ağzındaki sızıyla bir masaldan geçmişti kadın. Çocuksu bir eşkâli vardı bakışlarının.
Ve elinden hiç düşürmediği bez bebeği, kısa etekli sarı saçlı. Arada bir dudağını büktüğünde “vazgeçmelerin” oyun olmadığının farkına varıyordu. Gözleri uykusuzdu uzun zamandır. Aşk şarkılarından muaf tutmuştu dilini. Ondan olsa gerek hep sözsüz müzikler dinlerdi. Gökten bir tutam bulut almak ve onunla hayalini kurduğu bir sohbet için kentin en büyük binasına çıktığında göz göze geldik bir an. İlk sözü merhaba güneş oldu, sonrasında bulutlara gülümsedi. Bez bebeğiyle bağdaş kurdu oturdu binanın kenarına ve çantasından okuduğu kitabı çıkardı. Ben onun dilinden anlamadığım için sadece rakamlar gözüme ilişti 217.sayfadaydı. Kırmızı bir kalemle altı çizilmiş bir cümle ve bir kâğıt parçası vardı. Onu okuyordu sürekli. Bir, üç, beş… Yüz… Hıçkırmaktan artık ağlamalarındaki sancıyı hissedebiliyordum. Arada bir bez bebeğini alıp saçlarını koklayıp yanağından öpüyordu. O bez bebeğine sarılıp onu her öptüğünde ben yutkunmalarımla çaresizce izliyordum. Kısık sesiyle “konuşamadım” diye sayıklıyordu. Belli ki konuşamadığı kadar aslında “sus” tu kendine. Susarken bile konuşamadığına yoruyordu aşktaki şansızlığını. Kitabın sonu yaklaştıkça bir başka bakıyordu bez bebeğine. Hava kararmaya başlamıştı son kez göz göze geldiğimizde içim titredi. Kitabın son sayfasından o kırmızı kalemle altı çizili cümlenin bulunduğu sayfaya geri döndü. Son kez okudu o cümleyi ve o kâğıt parçasındaki notu sonra öptü bez bebeğini. Hoşça kal güneş, hoşça kal bulut, hoşça kal bez… Bıraktı kendini boşluğa.
Okuduğu kitabın 217.sayfasındaki altı çizili cümle:
Kimin avuçları ölümü örtebilir ki siz kim(s)(d)iniz ey insanlar. Çocuklukta kalan anne miydiniz? Yoksa gözü kapalı bulutlara sarılırken baba mıydınız?Ya da göğsümde atan yâr mıydınız?
Kimdiniz?
Kâğıttaki Not:
Sana öyle bir yalnızlık bırakıyorum ki varlığını bile unutturacak, ama beni hiç unutturmayacak Hoşça kal…
“Ah ile sus ki vakit kalsın, hayat biz insanlara en büyük hediye”
K.Kızılcan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.