- 524 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
796 – AVAM HAVAS
Onur BİLGE
Define Türk ve Türkçe sevdalısıdır ama yine de Arapça ve Farsça sözcükler kullanmadan edemez. O bize: “Ben sizin kullandığınız bazı kelimelerin mânâlarına vâkıf değilim!” der, biz de ona: “Senin dağarcığındaki bazı sözcüklerin anlamlarını bilmiyoruz.” deriz. Onun için sohbet esnasında sık sık kelime anlamlarına girmek zorunda kalırız. Yine böyle bir olay sonrasında Define bize bir hikâye anlatmak lüzumunu hissetti:
“Çok eski zamanlarda medresenin birinde benim gibi yaşlı bir hoca varmış. Kendisini havastan sayar, talebelerine halkın anlayacağı tarzda konuşmayı yasaklamış. Medresede avâm lisânıyla konuşanlara ceza veriyormuş.
Bir gün hoca, talebeleriyle pikniğe gitmiş. Biz evvelce oralara mesire yerleri derdik, eskiler de teferrüçgâh derlerdi. Teferrüç de eğlenmek için yapılan gezintilere verilen addır. Bir zamanlar ben de kullanırdım bu kelimeleri. Bakmayın, şimdi lisanımı epeyce sadeleştirmiş vaziyetteyim.” dedi. Neşe onun sözünü kesti:
“Dede, Teferrüç, teleferiğin başlangıç noktası değil mi? Yamaçlarda ormanın başladığı yer... Artık mevki ismi mi semt ismi mi bilmiyorum ama oradan uzanan tellerle Kadıyayla’ya, oradan da Sarıalan’a geçiliyor.”
“Öyledir Neşe. Gam kasavet dağıtmak için yapılan kısa gezintilere deniyor. Orası da gezinti yeri.”
“Dedeciğim, şehrin bitip dağın başladığı yerin resmi adıdır Teferrüç. Teleferik oradan kalktığı için halk o mahalleye Teleferik der. Biz de öyle diyoruz. Teleferik istasyonunun üstünde de yazılıdır. Kışın kardan buzdan arabalar çıkamaz oraya. Otobüsler işlemez. Yazın dağdan öyle serin bir rüzgâr eser ki insanlar çamların altında piknik yaparak serinlerler. Oradan kalkıp, yaya olarak Yenimahalle’den geçip, on beş yirmi dakikada Setbaşı’na inilir.” dedi İhsan.
“Oğlum, sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim Bursa’yı! En iyi sen bilirsin elbette. Velespitinle karabatak gibi akşama kadar şehrin orasından girip burasından çıkıyor, her yeri geziyorsun. Arada sırada da bizim fakirhaneye teşrif ediyorsun! Ne diyordum? Tamam, hatırladım!
O esnada hoca, talebelerden birisinin “Su içtim.” dediğini işitmiş. O kadar kızmış ki! Öfkesini kelimesi kelimesine şu sözlerle belirtmiş:
“Size kaç defâ “Lisân-ı avâm ile ifâde-i merâm eylemeyeceksünüz!” dedüm. İmdi: “Bir kadeh-i lebrîz-i hoş-güvârı nûş ile, teskîn-i âteş-i dil-figâr ve iktisâb-ı ferâh-ı bî-şümâr eyledim.” demelüydün.”
Bununla da kalmamış. Mevzuyu uzatmış uzatmış. Bir saat nutuk çekmiş! Şayet bir daha bu tarzda konuştuğunu işitirse onu falakaya yatıracağını, eşek sudan gelinceye kadar dayak atacağını söylemiş.
Talebesini yeterince haşladıktan sonra geçmiş mangalın başına, etleri pişirmeye koyulmuş. Ancak bu sırada yellemekte olduğu ateşten bir kıvılcım sıçramış, kavuğu yavaş yavaş yanmaya başlamış. Tesadüf bu ya... Vakayı, az önce şiddetle azarlanan talebeden başkası görmemiş. İçin için yanmakta olan kavuktan ince ince dumanlar çıkarken telaş içinde hocanın yanına gelmiş ama korkusundan kısaca: “Kavuk yanıyor!” diyememiş. Falaka cezası aklına geldiğinden ve o dayağın tadını da gayet iyi bildiğinden, hürmetle ellerini bağlayıp iki büklüm bir vaziyette, havas lisanıyla konuşmak suretiyle onu olaydan haberdar etmeye çalışmış:
“Ey hâce-i bî-misâl ve ey üstâd-ı zî-kemâl bu şâkird-i pür-kelâl size şu vech ile arz-ı hâl eyler ki bir şerâre-i cevvâl, bî hikmet’il-müteâl, nâr-ı mangaldan pür-tâb ile ser-i âlînizdeki kavuğu iş’âl eylemiştir!..” demiş ama sözünü tamamlayamadan kavuktan alevler yükselmeye başlamış!”
“Dede nedir bu Avam Havas? Bizim köyde heves demezler de havas derler. Mesela: “Bizim kız havas etmiş!” der köylüler.” diye sordu Ahmet. Dede:
“Avam, alt tabaka, Havas üst tabaka demektir. Fakir için avam, zengin havas, seçmene avam, seçilene havas, eğitim ve öğretim görmemiş insana avam, görene havas dendiği gibi İslam ilimlerinde de ilmi derecesi olmayanlara avam, olanlara havas ve alim denir. Bu iki kelime, kullanıldığı yere göre değişiklik arz eder. Aynı kişiler bir açıdan avam sayılırlarken diğer açıdan havas kabul edilebilirler. İnsanlar, kendilerini hangi konuda yetiştirmişlerse o konuda havas, hangi konularda ilgisiz ve bilgisiz kalmışlarda o konularda avam sayılırlar.” diye, dilinin döndüğünce açıkladı.
“Ben, insanların bu şekilde ayrılmalarını hiç beğenmedim. Bu iki kelimeyi de sevmedim. Herkes her konuda uzman olacak değil. Allah, insanları kesin çizgilerle Avam ve Havas olarak ikiye ayırıyor mu! Efendimiz, insanlar arasında fark olmadığını, farkın ancak takvada olduğunu söylemiyor mu! Eşitliğe örnek olarak da tarağın dişlerini göstermiyor mu! Hepimiz halktan değil miyiz! Hepimiz kul değil miyiz!” dedim.
“Doğru söylüyorsun.” dedi Define. Kimse bir şey diyemedi.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 796
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.