- 443 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
791 – PALYAÇO
Onur BİLGE
Define nasıl uğraşır başına toplanan bunca insanla, akıl alacak gibi değil! Neslihan Hanım da en az Işıl kadar yordu adamcağızı. Derdini o kadar abarttı ki Uludağ gibi dikti ortaya! O kadar söyledi, dallandırdı budaklandırdı ki Bursa Ovası dar geldi ona! “Ne kıymetli rahmetlisi varmış!” dedirtti hepimize!
“Ben bir palyaçoyum... Biliyor musun? Maskesinin altında gözleri hep yaşlı... Herkese neşe, mutluluk saçmaya çalışan... İçin için ağlayan... Millete hayattan zevk almasını, o kadar takmamasını önerirken, bayılana kadar çalışan, gizli gizli ağlayan...” diye başladı yine geçenlerde.
“Sana bir teklifte bulunabilir miyim?” dedi yine sabırla Define. Biliyorum, yılan hikâyesiydi rahmetlinin hikâyesi. Bitecek gibilerden değildi! Aklıma: “Acaba bu kadın yeniden bir yuva mı kurmak istiyor?” diye bir soru getirmedi desem yalan olur!
“Evet. Fakat önerilerini uygulamam çok zor. Arkadaşımdı. Eş olunur, her şey olunur, arkadaş olunmaz. Düşman eşler var binlerce... Dosttuk biz.”
“Kızını oğlunu al, bir yere tatile gidin. Hısımın akraban yok mu? Samimi arkadaşın, eşin dostun... Hiç değilse bir kaç gün misafir olun. Hava değişikliği iyidir.”
“Kapı, pencere, panjurlar, perdeler kapalı... Kızım ikmale kaldı. Ders çalışıyor. Yine de birkaç günlüğüne olur tabii de oğlum, bizim mahallede bir erkek berberinin yanına çırak olarak girdi. Yaz başında başladı. İzin isteyemez. Onu yalnız bırakamam ki! Ben de istiyorum tatil yapmayı ama bu durumda olmaz. İnşallah bir başıma kalırsam o zaman olur ancak. Davet eden akrabalarımı, dostlarımı gezerim.”
“Sen olmadan bir kaç gün idare edemezler mi? Birbirlerine bakamazlar mı?”
“Yok! İçim rahat etmez! Ben keyfim için evlatlarımı bırakıp oraya buraya gidemem. Hatırlıyor musun? İlk karşılaşmamızda, konuşmalarımızda da güler yüzlüydüm. Gülenle gülüyordum, ağlayanla ağlıyordum. Ortama uyuyordum. O zamanlar daha çok ağlıyordum ama sizleri üzmemek için palyaçoluk yapıyordum. Hiç hissetmediniz değil mi? Geçer. Geçecek. Geçti sayılır. Çoğu gitti, azı kaldı. Her şey biter. Bitimli...”
“Hissediyordum ben ama sen demeden karışamazdım ki hayatına! Acılıydın. Çok gülen insanların derin acıları vardır. Kimisi senin gibi gülerek, gülümseyerek bastırmaya çalışır, kimisi anlatarak dışa atma yoluna gider. İlk zamanlarda tebessümünle gizlemeye çalışıyordun iç acını. Sonra yakınlığımız arttı, içini dökmeye başladın. İyi ettin. Çıbanın içindeki cerahatin akıtılması gerekir. Aksi halde bir yerde batar, diğer yerde çıkar. Ya da çoğalarak her yeri sarar.”
“Zamana da ihtiyacım vardı. O zamanlar bundan bin beterdim! Bugünüme hamdolsun! Yürüyüşlere de başladım. Şimdilik yeter bana. Sizler de varsınız! Allah eksikliğinizi göstermesin! Yürümeye başladığımda ayak kemiklerim uyum sağlamakta zorlandı. Bacaklarım kalça kemiğimin dışında gibiydi. Yeni yeni düzeldi. Şimdi rahat rahat yürüyorum. Oysa önceleri, Fazıl Bey’le birlikte her gün bir iki saat yürürdüm.”
“Neden kendine bu kadar çok eziyet ediyorsun? Ölüm de doğum gibidir. Herkes en fazla kırk gün yas tutar. Dinimizde yas da yok ama sen bıkmadın usanmadın! Rahibenin manastıra kapandığı gibi eve kapandın!”
“Olacak! Doğal! Kolay değil! Bebeğim gibiydi... Elimden alındı. Hastaydı ama onun bakımı da benim için bir meşgaleydi. Her an gözetiyordum. Uyurdu, nefesini dinlerdim. Gece boyu dişlerini gıcırdatırdı. Demek ki gergindi. Dişlerini sıkıyordu. Kriz gelebilirdi. Düşündüğüm gibi olurdu. Solunum dururdu. Bir dakika kadar nefes alamadığı okurdu. Uyandırmaya çalışırdım. Nöbet gelirdi. Müdahale ederdim ama elim ayağım zangır zangır titrerdi! Her yere beraber götürmek ve her gittiği yere gitmek zorundaydım. Binlerce kalem işten zor bir sabır işiydi. Koca vücut!.. Düşerdi bazen. Aniden bir ses!.. Bir de bakarım, yerde can çekişiyor! Buna rağmen arkadaştı. Arkadaş eksiğimi tamamen kapatıyordu. Hiç incitmedi beni. Oysa ağır nöroloji hastasıydı. Ağır bir beyin hasarı vardı. Duvarları yumruklardı ama bana hep sevecenlikle, okşayarak dokunur, tüm sevgi, merhamet ve şefkatini aktarırdı... Çaresizdi. Bakışları veda etmekteydi hep. Her fırsatta vasiyet eder, vedalaşırdı. Derin bir acı bıraktı!”
“Anlıyorum acını ama acılarla da yaşamayı bilmeli insan. Kendini kapıp koyuvermemeli! Ne bileyim... Olabildiğince gamsız olmaya çalışmalısın! Bu psikolojiden kurtulmalısın.”
“Belki de tutunabildiği tek daldım ben. Ben de onu bebeğim gibi sardım! Bu güler yüzlü kadın ben değilim. İçim kan denizi...”
“Yaşadığın güzellikleri kılavuz yaparak hayata öyle bakmalısın. Gelecek günler için hayaller kurmalı, gerçekleştirme yollarını aramalısın. Bir amaç edinmelisin mutlaka. Amaçsız yaşanmaz. Eli kolu bağlı ölümü bekleyecek değilsin! Üç otuzunda mısın! Yaşlı olsan anlarım! “Ununu elemiş, eleğini duvara asmış!” derim. Daha kırk yaşındasın! Yapma Allah aşkına!”
“Hayatım monotonlaşmış. Yaşama amacım bitmiş. Ona kol kanat germek, ona dayanak olmaktı yaşama sebebim. Şimdi çocuklarımın dirisiyim. Onlar için yaşıyorum, yaşadığım yaşamaksa...”
“Maalesef öyle görünüyor ama böyle olmamalı. Biliyorsun nasıl olman gerektiğini. Bana defalarca aynı sözleri tekrarlatma! Uyan arık! Silkin! Kendine gel! Canlı cenaze gibi dolanıp durmaktan vazgeç! Şu saçlarını kestir, bir düzene sok! Boyayacak mısın, boyatacak mısın, ne yapacaksan yap! Bak! Şakaklarında birer tutam beyaz meç olmuş. Her gün evden çık. Bir saatliğine de olsa bir arkadaşına, bir komşuna git. Derdini beraberinde götürme! Orada kocandan bahsetme. Havadan sudan bahset. Beynini dinlendir. Evini odanı havalandırır gibi beynini de havalandır! Sandık odasındaki naftalin kokulu sandığa benzettin onu da! Bu gidişle erken bunama da olabilir sende! Bu kadar düşünmek iyi değil! Sırtında bir cenaze... Nereye gidersen götürüyorsun onu, nerede gezersen gezdiriyorsun! Yapışık ikizler gibisiniz yahu! İndir artık sırtından onu!”
“Kızım da öyle söylüyor. “Babam bu evden hiç gitmedi sayende anne! Ölüyü ne yaparlar? Gömerler! Öyle değil mi? Bırak artık adamcağızın yakasını da rahat etsin toprağında! Yetti ama artık!” diyor. Ben de: "Beni yok sayın. Hayatta bensiz neyi ne kadar yapabileceğinizi görmek istiyorum. Kardeşine sahip çık! Hayatını kazanmaya bak!" diyorum.”
“Doğrumu bu yaptığın?”
“Okulunu beğenmiyor. Derslerine motive olmuyor. Bütünlemeye kaldı. Yemek öğrenmeli. Ev işi... Yuva kuracak. Ekmek almaya bile gitmek istemiyor. Bülent’i gönderiyor. Eskiden ben giderdim. Artık o dönem kapandı. Kenara çekildim ve gidişatı seyretmeye başladım. Fakat onda da epey gelişme var. Kim, hangi işi üstlenirse, altında o kalıyor. Bazıları da bazılarının üstüne yıkılıyor. Onun için pansiyon gibiydi ev. Şimdi ben onlarda misafirim. Düne kadar bebektiler, ikisinin altında eziliyordun. Büyüdüler. İyi oldu. Kızıma anne duası alma fırsatı verdim. Anne olma deneyimi yapma fırsatını da... Neden doğru olmasın yaptığım?”
“Bunların hepsi annelik adına çok güzel! Ya sonrası?”
"Babaları ve onlar benim bebeğimdiler. Şimdi ikisinin de bebeğiyim. Büyüyecekler, evlenip gidecekler. Ne yazıldıysa yaşayacağız. Benim de bilmediğim, farkında olmadığım, yaşamın akışına kendimi kaptırdığımda aniden yanımda beliren, teğet geçse de çizip geçen birileri oluyor ve son model bir arabada kalan izler gibi boyanarak kapatılması gereken izler bırakıyor ama ben anında fark edemiyorum. İzlerden haberim olmuyor. Daha sonra bir bünyesel rahatsızlık olarak ortaya çıkıyor. Ruhsal nedenini düşünüp, geriye gidip buluyorum onları. Kadere inanan biriyim. Ne yazmışsa yaşayacağız.”
“Bu kadar kaderci olmamalı insan! Sınırları zorlamalısın!”
“Biliyorum ne diyeceğini. “Hayatın anlamsızlaştığı yerde başlar yaşamak. Her şeyin bittiği yerde bir şeyler bulabilmektir, yaşama sevinci. Mutluluk, azla yetinebilmek sanatıdır.” diyeceksin yine. Hiç de yabancı değil bu sözler bana. Ancak burada, birbiriyle çelişen iki ayrı ifade biçimi var yaşama dair. Yeni başlangıç ve azla yetinmek! Hem herkes senin kadar azimli ve şanslı olamayabilir.”
“Bu bir kader değildir! “İmkânsız kelimesi, beceriksizlerin sözlüğüne layıktır.” şeklinde anlamında bir Çin atasözü vardır.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 791
YORUMLAR
Yazma kabiliyetiniz bir tarafa, konuşma dilindeki doğallık o kadar BİZ ki. Tamamen konuşma dilimizle kaleme alınmış, ağdalı kelimelerle süslenmemiş, seni-beni-bizi okuyorum adeta. Tadı damakta kalan çoook çoook başarılı bir kalemi okumanın hazzını yaşıyorum sayın Hoca m. Tebrik, takdir ve saygılarımla. Sağlıcakla kalınız vesselam...