24
Yorum
25
Beğeni
0,0
Puan
2117
Okunma
Babamın gönderdiği parayı çekmek için köyün tozlu yollarından geçerek, minibüse bindik. Bir kaç durak sonra inip ptt den parayı çektiğimizde halam sordu bana.
- Bir şey istiyor musun Ebrucuk?
"palmoliv sabun alalım ne olur hala" dedim adeta yalvaran gözlerle yüzüne bakarak.
Halam bu isteğime şaşırmış olsa da şehire her geldiğimizde uğrak yerimiz olan bakkaldan aldık sabunu ve ufak tefek diğer ev ihtiyaçlarını.
Köyümüze döndüğümüzde ilk işim poşetten o pembe, mis kokulu palmoliv sabunu çıkarıp koklamak oldu. Ne güzel kokuyordu.
Sonra dışarı çıktım, biraz ilerde Mehmet Amcanın derme çatma yazıhanesinin tam karşısında durdum.
Mehmet Amca elli yaşlarında, beyaz saçlı, pos bıyıklı, zayıf, güler yüzlü, matlaşmış yeşil gözleriyle sevgi dolu bakan, çocukları çok seven biriydi. Çalıştığı işten dolayı simsiyah olmuş elleriyle bazen tüm mahalle çocuklarına harçlık verir, şeker çikolata dağıtırdı. Hurdacılık yaparak geçimini sağlardı Mehmet amca...
Tek başına, tek odalı evinde yaşardı. Ayrıldığı eşi Gül Hanım ayda bir kere onu ziyarete gelir, nafakasını alır giderdi. Oğlu Ali, yirmi beş yaşlarında haftanın bir kaç günü kasayı boşaltmak için gelirdi ve yine Mehmet Amcanın yanına gelmiş dükkandaki müşterilerle konuşuyordu.
Ali abiyi hiç sevmezdim. Hiç ilgilenmediği babasıyla çok kez tartışmalarına tanık olmuştum. Bir gün dükkandan çıkmış kabadayıvari yürüyüşüyle yokuş yukarı ellerini arkasına bağlamış ıslık çala çala çıkarken, biz üç arkadaş onun arkasında taklidini yaparak gülüşüyorduk. Ali abi bir iki kez arkasına dönüp bizi kovaladı. Ben arkadaşlara sessiz olmamız gerektiğini söyledim ve onu takibe devam ettik. Arkaya bağlanmış ellerinin arasında şaklatıp çevirdiği tesbihi düşürmek, hatta becerebilirsek alıp kaçmaktı amacımız. Sinsice yaklaşıp eline vurmuş ve Ali abinin tesbihi düşürmeyi başarmıştım. Diğer arkadaşlar tazı gibi kaçmıştı hemen, yakalanan ben olmuştum. Ali abi kulağımdan tuttuğu gibi halamın yanına götürüp şikayet etmişti beni. Halam da evimizin bahçesindeki tahta kapılı tuvalete kapatarak cezalandırmıştı. Birkaç dakika kapıda nöbet tutup nasihat ettikten sonra "sakın buradan ben gelip seni çıkarana kadar çıkma" demiş ve söylene söylene gitmişti.
Yaramazlıklarımdan bıkmıştı halam... Haklıydı da üstelik, ama benim annesiz ve babasızlığımın acısını hırçınlaşarak, muziplik yaparak çıkardığımı bilemezdi.
Küçücük ve kapkaranlık tuvalette kalakalmıştım öylece... Gaipten sesler duymaya başlamıştım. Belki de gerçekti sesler, vıyk vıyk diye ötüşler çınlıyordu kulaklarımda... Sonra bir hareketlilik farkettim ve çığlığı bastım. Görmemiştim karanlıkta ama sanırım fare vardı tuvalette. Elimle kapıyı iteklediğim anda kapı açıldı. Meğerse halam kapıyı dışardan kilitlememiş. Korkudan nefes nefese kalmıştım... Tuvaletten çıktığımı halam görmesin istiyordum, görürse yine kapatır düşüncesiyle sokağa atmıştım kendimi .Tam da şimdi bulunduğum yere. Mehmet amcanın yazıhanesinin tam karşısına.
Müşterilerle birlikte Ali abi de çıkmıştı dükkandan. Ben cebimden son kez palmoliv sabunu çıkarıp şöyle bir kokladıktan sonra Mehmet amcanın yanına gittim. Dükkanda koca bir kantar vardı gelen hurdaları tarttıkları. Her gün olmasa da eğlencesine iki günde bir o kantar’a çıkar kilomu tarttırırdım. Kantar epey bir yüksekteydi. Hemen orada bulunan vita yağının boş tenekesini ters çevirip kantara çıktım. Mehmet amca kilomu ölçtü. 21 kilogram. Bir yıldır değişerek sürpriz yapmayan kilomla mutluydum .Elimden tutup kucaklayarak aşağı indirdi Mehmet amca .Yine yüzünün ve ellerinin kokusunu almıştım. Bu koku bana çok tanıdıktı.
At arabası vardı Mehmet Amcanın. Arada sırada köy köy dolaşıp eski eşyaları toplardı. Birinci sınıfa gidiyordum o zamanlar okulumuz köyümüze epey uzaktı. Sırtımda benden büyük çantam, bir omzumda suluk ve diğerinde beslenme çantası, kendimi işportacı gibi hissediyordum. Çok yoruluyordum köyün taşlıklı ve yokuş yollarında yürürken.
O sabah Mehmet amcaya rastladığımda çaktırmadan at arabasının arkasına takılmıştım. Mehmet Amca beni fark etmemişti "deh deh" diye arada bir atın hızını artıyordu ki at yerine ben hızlanıp uçuyordum sanki... Öylesine eğlenceli geliyordu bana. Hiç değilse yolun bir kısmını yürümemiş oluyorum diye içimden sevinirken birdenbire ayağım kaydı. Arabanın arka kısmında yuvarlak bir çıkıntıya girmişti ayağım. Ben geri çekmeye çalıştıkça ayağımı, bir girdap gibi içine çekiyordu o boşluk.. Mehmet amca arabayı sürdükçe benim ayağım git gide içeri doğru kayıyordu. Dizlerime kadar o yuvarlak çıkıntının içine gömülmüştüm çığlıklar atıyordum ama duymuyordu Mehmet amca atın nal seslerinden. Belki beş on dakika o şekilde yol aldık. Sonra durdu Mehmet Amca beni fark etti. Ağlıyordum çok. Ayağımı dikkatlice o delikten çıkardı. At arabasını öylece bırakıp beni kucakladı... Sımsıkı sarılmıştım Mehmet Amcaya "beni bırakma" der gibi... işte o kokuyu ilk kez yüzündeki üzgün perişan bir halle birlikte beni kucaklayıp sağlık ocağına götürürken almıştım...
Şimdi tam sırası dedim içimden. Cebimden çıkarıp tekrar koklayarak Mehmet Amcaya uzattım mis kokulu sabunu.
"Bakkk sana ne aldım" dedim.
Bir hafta önce halamla konuşurken " iyi ki Hurdacı Mehmet’in gözleri kör olmuyor" demişti. O zaman anlamıştım mutfak ve banyo temizliğinde kullanılan cifin Mehmet amcanın elleri ve yüzüne zarar vereceğini... Birkaç kez onu yüzünü cifle ve hatta krem bulaşık deterjanıyla yıkarken görmüştüm.
Mehmet amca pos bıyıklarının altından gülümseyerek saçlarımı okşadı. Yazıhanenin önünde çatlak lavabolu muslukta ellerini yüzünü yıkadı yeni sabunuyla...
Yıllar sonra gözlerinin feri sönse de, hep güzel bakan bir adam olarak kaldı Mehmet Amca hatıramda. ..
EbRuAsya//
&&&
Seçici Kurul’a
Teşekkür
Selam
Saygı
Sevgilerimle...
&&&