- 492 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-ATATÜRK YAŞIYOR MU?-(3)
Kimi zaman bir konuşmanın bir cümlesini hatta bir kelimesini alıp söyleneni tümden mahkûm etmek siyasi, ideolojik nedenlerle karşımıza çıkmakta. Cımbızlamak tabir edilen haller medyatik bir şova dönüşmekte açıkçası.
Söz gelimi cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde yaptığı muhtelif konuşmalarda milliyetçilik kavramına değindiği görülmekte. Anadolu gibi jeopolitiğinin, coğrafi yapısının neticesi olarak zengin bir medeniyet tarihine sahip olunan, farklı etnik ve kavmi unsurlar arasında komşuluk, aile, akrabalık bağlarının tesis edildiği bir havzada milliyetçiliğin kafatasçılık, ırkçılık olarak okunmaması gerektiğine dikkat çekerken, ülkemizin milli birlik ve beraberlik noktasında temel dayanaklarından İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in Arnavut kökenli olmasının dahi mesaj yüklü olduğuna değinmektedir. Şu kadar ki, bir de bakıyorsunuz bir cümle cımbızla çekilerek öne çıkarılmaktadır.
Mesela yine başbakanlığı evresinde yaptığı uzun bir konuşmanın bir yerinde; “Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok. Bizim milliyetçilik anlayışımızda ne var biliyor musun? Vatanseverlik var, insan severlik var. Fakirin, fukaranın, garip gurebanın yanında yer almak var. Şu güzel ülkemizi, dünya ülkeleri arasında ilk 10’un içerisine sokmak var.” Derken;
Devamında ise “Medeniyetin artık bu ülkede hakim olduğunu görüyoruz. 780 bin kilometrekare vatan toprağının her karışında aynı hakların, aynı özgürlüklerin hakim olması için çalışıyoruz. Artık, inkar, ret, asimilasyon politikaları yok. Bunların hepsi ayaklarımızın altında. Kürt’ü de Arap’ı da Türk’ü de Laz’ı da Çerkez’i de Gürcü’sü de hepsi benim kardeşim. Biz imtiyazları yıka yıka bu ülkede demokrasiyi güçlendirdik, kökleştirdik. Bugün önümüzde duran sorunların çözümü yeni imtiyazlar üretmekten geçmiyor, tam tersine hakların ve özgürlüklerin herkes için hayata geçirildiğinde sorunlar gerçek anlamda ve kalıcı şekilde çözülmüş olacak.” Demektedir.
Ne ki, buradan “Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız.” Cümlesini alıp aaa bak başbakan böyle söylüyor demek yanılgılı ve yanıltıcı bir yaklaşıma dönüşebilir, dönüşür de. Kuşkusuz bu tek cümlenin, konuşmanın bütünlüğü ile de bağdaşmayan bu tek cümlenin metinde yer almasına gerek var mı, meşhur deyişle “lafzı kastini aşmak misali” bir durum doğurmasına müsaade edilmeli miydi şeklinde sorgulanabilir de. Ne çare ki, netice değişmeyecektir kanımca. Burada dönemin başbakanı olarak birçok hususun altının çizildiği görülüyor. “Kürt’ü de Arap’ı da Türk’ü de Laz’ı da Çerkez’i de Gürcü’sü de hepsi benim kardeşim.” Denilmekte örneğin. Ya da “Bizim milliyetçilik anlayışımızda ne var biliyor musun?” şeklinde sorulmakta. Dolayısıyla belirli bir milliyetçilik kavramına vurgu yapılmakta.
Şimdi efendim! O zaman ki anayasal sistem içerisinde başbakanın halkı, milleti, ülkeyi tümden kapsamına almak noktasında söylediği yahut söyleyeceği sözleri bireylerin düşünce, his ve fikirleriyle mukayese etmek mümkün mü? Eski parlamenter sistemde başbakanın siyaseti, cumhurbaşkanının ise devleti temsil etmesi dahi önemli bir farklılık noktası değil miydi? Siyaset adamı, devlet adamı ayrımı karşımıza çıkardı hani. Biri hükumet, diğeri devlet başkanı olarak daha farklı konum teşkil ettiği akla gelebilir yine. Mesela bugün devlet başkanlığı noktasında cumhurbaşkanımız benzeri sertlikte bir cümle sarf etmemekte. Bunu salt o zaman Kürt açılımı bahsi vardı bugün cumhur ittifakı noktasına gelindi biçiminde okumak verimli bir tartışma zemini doğurmaz bence. Siyasal sistemde başbakan ve cumhurbaşkanının konumu, temsil hüviyeti üzerinden okunması da gerçekçi olur kanaatimce.
Daha önceki bir siyaset adamımıza atıfta bulunalım mı? Demirel evet, rahmetli Süleyman Demirel başbakanlığı dönemlerinde halkla irtibat noktasında popülist bir siyaset izler, laik demokrasi üzerinden değil de, dindar, mütedeyyin kesimlerin duygularına dönük bir çizgide ilerlerdi. Referansları arasında Müslümanlık Türklüğün, inanç ve değerler vurgusu laikliğin, Atatürk’ün önünde gelirdi. Oysa cumhurbaşkanlığı döneminde laikim, Türküm kavramı ağırlığını duyurmaktadır. Bu durumu merhum siyasimizin zamanla gelişim gösterdiğine verenler olduğu gibi kaypaklığına verenlerde olmadı mı? Halbuki, ikisi de doğru değildi özünde. Eski anayasal ve siyasi sistemimizi, hükûmet ve devlet aygıtının işleyişini döneminde belki de en iyi kavrayan isimdir kendisi. Demem şu ki, Demirel zamanla gelişme ya da gerileme göstermedi, çok basit bir ifadeyle cumhurbaşkanı oldu. Eski parlamenter sistemde siyaset adamıyla devlet adamı arasındaki farklılık noktasındadır değişim.
Kuşkusuz Demirel ile Erdoğan’ın benzeşen yapıda olduğunu dillendirmek değil maksadım. Demirel çok kez statükocu bir siyasi ve devlet adamı izlenimi uyandırır. Ki bunu doğrulayan temel unsur askeri vesayet sistemi ile kurduğu bağda yatar kanımca. Ekonomi ve teknoloji ile ilgilenen ancak sisteme karşı siyaset üretemeyen, tıkanan bir çizgide yürür o.
Bir röportajda gazetecinin kendisine yöneltilen bu tarz eleştirileri hatırlatması üzerine, o vakitler ülkemizde derin devletin asker olduğunu söylemektedir. Halbuki derin devlet asırların hatta binlerce yılın yapılanmasıdır. Darbe dönemlerinde bu mekanizma niçin perde önünde teşkil etsin? Demem o ki, ihtilal ve Yassıada sürecinden beslenen kaygıları bulunmaktadır. Ara dönemler üzerine sorgulamaları, eleştirileri de vardır elbette. Ne ki, tatbikat noktasında tedirgin bir duruşu sergiler devamlı. Kaygan ve buzlu zeminde siyaset yapmanın müşkülleridir bu gerçekte.
Şu kadar ki, benim yukarıda arz ettiğim husus eski parlamenter sistemin ikili yapısı içerisinde başbakan ve cumhurbaşkanının duruşu, işlevi üzerinedir. Ferdin şahsiyetine, kişiselliğine bağlı olmayandır.
Yazımızın bütünlüğüne dönersek milliyetçilik yüzyılı aşkın bir süredir içinde barındırdığı belirli esneme paylarına ve kısmi farklılaşmalara karşın gündemdedir. Bu durum hemen hiçbir vakit batı dünyasındaki nasyonalist cereyanlarla benzeşmez. Nevi şahsına münhasır biçimde dominant, resesif ögeler barındırsa da kendinden olmayanı yok saymaz da.
Bu elbette hukuksal, siyasal çizgide böyledir. Yoksa toplumsal kesimler arasında münferit ya da lokal çizgide marjinal söylemler, lümpen milliyetçilik tabir edilecek durumlar kendini gösterebilir de. Bunda insanların işsizlik süreçlerinde vasıfsızlığa da dayalı zaafları, yetersizlikleri etkili olabilir. Dünyanın her yerinde işsizlik ve vasıfsızlıkla yabancı veya azınlık düşmanlığı, etnik zeminde bir ötekileştirme eğilimi kendini göstermez mi?
Hani derim ki, bu tip olağan dışı halleri milliyetçilik gibi dil, tarih, gelenek, kültür şuurunu önemseyen, uluslararası ilişkiler bazında da devletler ve ülkeler arası çıkar çatışmalarının yoğunlaşmasına dayalı gerçekliği bulunan bir dünya görüşüne motamot bağlamak hakkaniyetli olur mu acaba?
-DEVAM EDECEK-
LT
YORUMLAR
Mübarek Kadir Gecenizi ve yaklaşan Ramazan Bayramınızı tebrik eder, yaşamlarınızda hayırlara vesile olmasını yüce Allah'tan dilerim
Beraberinde başta şehit anaları olmak üzere tüm annelerin Anneler Gününü kutlarım
Ve yine pandemi illetinden ülkemizi ve tüm insanlığı arıtmasını yaradan rabbimden niyaz ediyorum.
En derin saygı ve selamlarımla.