- 650 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ESKİ FOTOĞRAFLAR VE DİJİTAL GÜLÜMSEMELER
Fotoğraflar rüzgârla ürpertir bakmasını bileni
Duyguların ve zamanın ahşap kapısıdırlar
Ergin GÜNÇE
Fotoğrafın tanımı yapılırken zamanı dondurduğu, bizim için çok değerli olan “an” ları ölümsüzleştirdiği söylenir. Doğrudur. … Ve fotoğraf gerçeği olduğu gibi gösterir, insanın gerçeğini gösterir, duygularını, algılarını, sezilerini fotoğraf kağıdında diğer insanlara iletir. Ama fotoğraf bütün bunları yaparken hayata ve zamana da biraz vefasızlık eder. Siz en çok birlikte olduğunuz, en çok şeyi paylaştığınız insanları değil de en çok birlikte fotoğraf çektirdiğiniz insanları hatırlarsınız genelde.
Fotoğraflar, bir akışı değil de kesin bir zaman dilimini yansıtıyor olmalarından dolayı, hareketli görüntülere nazaran akılda kalmaya daha fazla elverişlidirler. Televizyon, her yeni görüntünün bir öncekini silip yok ettiği ve rastgele konan görüntülerin akışıdır. Fakat, her fotoğraf karesi, muhafaza edilip tekrar bakılabilecek olan ayrıcalıklı bir âna dönüşür.
Geçmişten günümüze süregelen bir fotoğraf çektirme sevdası, bir çekim aşkı vardır insanlarda. Bunun gün be gün arttığını da söyleyebiliriz. Kameraların kuşatması altında yaşıyoruz. Evler, caddeler, işyerleri, irili ufaklı dükkanlar, mağazalar kısacası tüm yaşam alanlarımız, kameraların binbir çeşidiyle, bir stüdyoya dönmüş adeta. Öyle kılık kıyafetinizi düzeltmeye fırsat bulamadan, saçınızı bile tarayamadan çekime giriveriyorsunuz. Bu çekimler bazen güvenlik adına olurken çoğu zaman da düğün, nişan, sünnet, mezuniyet gibi hayatımızın önemli “an”larını ölümsüzleştirmek, çekmecelerimizde, albümlerimizde yarınlara taşınacak bir fotoğraf arşivi elde etmek adına oluyor.
Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum da bir aile fotoğrafı çekileceği zaman evde sanki bir bayram havası hakim olurdu. Ev halkı sanki bir düğüne hazırlanırmışcasına süslenir, en güzel elbiselerini giyerlerdi. Ya hep birlikte fotoğrafçıya gidilir veya çoğu ailenin yaptığı gibi fotoğrafçı eve davet edilirdi. Aile fotoğraflarında en önemli konu yaşlıların nereye oturacağıydı. Birkaç iskemle getirtilip yaşlılar uygun bir şekilde onların üzerine oturtulduktan sonra gerisi kolaydı artık. Diğer hane halkı da onların arkasında uygun bir şekilde sıralanıp kameraya doğru bakarlardı. Fotoğrafçı oldukça ciddi bir tavır takınarak, “Gözünüzü kırpmayın, başınızı sağa sola çevirmeyin, önünüze de bakmayın, sadece buraya bakın” derdi. Az kalsın unutuyordum, fotoğrafçı: “Gülmeyin!” diye de ilave ederdi. Yanlış duymadınız, evet, “Gülmeyin!” derdi. Eski fotoğraflarımızı bulundukları çekmecelerden, albümlerden bir çıkaracak olsak, öyle kolay kolay gülümseyen insan yüzüne rastlayamayız. O yıllarda fotoğraf çektirmek oldukça ciddi bir iş olarak görülürdü, çünkü. Hani şimdi fotoğrafçılar: “Çekiyorum, gülümseyin” diyorlar ya; o yıllarda bir fotoğrafçı: “Evet, çekiyorum!” dediği zaman bu: “Bütün ciddiyetinizi takının, fotoğrafınız çekiliyor” demek oluyordu, bir bakıma. Fotoğrafçı da fevkalade bir itinayla yapardı, işini. Fotoğraf, filminden tutun, kağıdına, banyosuna kadar oldukça masraflıydı çünkü o zaman.
Dikkat ettiyseniz siyah beyaz fotoğraflarda genellikle bir hüzün havası hakimdir. Pek de şen şakrak bir biçimde bakmayız o fotoğraflara. Gözlerimiz bir yerlere dalarken içimizi de bir hüzün kaplar. Gülmeyen, boş ve hüzünlü bakan gözler geçmişi hatırlattığı kadar hayatımızın içinden akıp giden zamana da sessizce tanıklık ederler.
Önceleri fotoğraflar levhalara çekilirken George Eastman ilk sarmalı film Kodak’ ı imal ettiğinde fotoğrafçılar neler hissettiler acaba. Bu fotoğrafçılıkta bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasıydı, adeta. Fotoğrafı çekiyordunuz makine de kendi kendine sarıyordu. Bu fotoğrafçıların işini inanılmaz şekilde kolaylaştırmıştı. Uzun bir süre bunun hazzını yaşadı fotoğrafçılar. Sonra ne mi oldu? Dünya dijital bir devrime tanıklık etti. Fotoğraf makineleri de bu devrimden en çok etkilenenlerin başında geliyordu, hiç kuşkusuz.
Fotoğraflardan söz açılınca fotoğraf sanatçılarından da söz etmeden olmaz. Evet dijital bir bolluk içerisinde yaşıyoruz, hemen hemen herkesin elinde bir fotoğraf makinesi var; fotoğraf makineniz yoksa dahi cebinizdeki cep telefonlarıyla bile fotoğraf çekebiliyorsunuz. Bir konu buluyorsunuz, denklaşöre basıyorsunuz ve sonuçta bir çıktı elde ediyorsunuz. Ne var ki fotoğraf sanatçıları hala parmakla gösteriliyor. Fotoğraf sanatçılarını diğer fotoğraf çeken kişilerden ayıran nedir, o zaman? Bir fotoğraf sanatçısı hayata aşıktır; onun için hayat, içindeki her şeyiyle değerlidir, önemsenmeyecek,
es geçilecek bir yanı yoktur. Fotoğrafçılar her şeye önem atfederler; diğer insanlara göre mütevazı, saçma ve yıpranmış şeylerdeki güzelliği dahi keşfetme yeteneğine sahiptirler. Fotoğrafçılar için hayatta güzelleştirilemeyecek hiçbir konu ya da malzeme yoktur. Onlar görmekle bakmak arasındaki farkı en iyi bilen insanlardır.
Bazı ünlü fotoğrafçıların fotoğrafla ilgili sözleriyle devam edelim:
" Fotoğrafta olması gereken tek bir şey vardır, o âna yansıyan insanlık.” Robert Frank
" Fotoğraf bizim gözlem yapma yeteneğimizi korur ve görme yeteneğimizde psikolojik bir dönüşüm gerçekleştirir.” Làslò Moholy Nagy
“Benim fikrimce bir şeyi fotoğraflayana kadar onu gerçekten gördüğünüzü iddia edemezsiniz.” Emile Zola (Fransız romancı)
“Pek çok şey tek bir anlık keyif ve yaşam boyu utanç sebebidir; oysa fotoğraf tek bir anlık utanç ve yaşam boyu keyfi getirir.” Tony Benn (İngiliz politikacı)
“Manzara fotoğrafı bir fotoğrafçı için en büyük testtir; bazen de en büyük hayal kırıklığı.” Ansel Adams
“Fotoğraf benim tek rekreasyonum ve bana kalırsa gayet de iyi hallettim.” Lewis Carroll (İngiliz fotoğrafçı ve romancı – Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı)
“En iyi makina en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı.”
Ara Güler
Nice güzel “an”lar gözlerimizin önünden kayıp gidiyor ve nice güzellikler avuçlarımızdan havalanıveriyor. Bizler de,
çoğumuz fotoğrafçı değilsek de güzel “an” larımızı ölümsüzleştirmek, yarına saklamak, hatırlamak için çaba sarf etmek gerektiğimiz kanısındayım. Özellikle yakınlarımızın ve sevdiklerimizin yarınlara kalacak anlarını iyi muhafaza etmeliyiz fikrindeyim. Ne dersiniz?
Remzi ORMANCI
Nisan 2009, BURSA
(Fotoğraf: 90’ların ortaları, Kırşehir Anadolu
Öğretmen Lisesi, Erkek yatılı öğrencilerle)