- 484 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
785 – CAN
Onur BİLGE
“Ruh, huzur ister. Huzur, ancak görevini yerine getirmekle mümkündür. Bizim en önemli görevimiz ibadettir.” diyordu Define. Bahtiyar Bey de sorudan soruya geçiyordu. Din konusunda açlık çekiyor gibiydi. Sanki Define de bu konuda uzmandı! Acaba bu zamana kadar hiç kimseye soramamış mıydı? Dedeyi mi beklemişti? Yoksa bir de onun düşüncelerini mi öğrenmek istiyordu?
“Ruh nedir acaba Necmettin Amca? Yirmi bir gram kadar ağırlığı olduğunu söylüyorlar.”
“Nerden çıkarmışlar?”
“Ölmeden önce ve öldükten hemen sonra tartmışlar. Arada o kadar eksilme olduğunu görmüşler. Nasıl bir şey acaba?”
“Ruh madde değil ki! Yaratık ama madde değil. Nasıl diyorsunuz şimdilerde? Soyut mu? Elle tutulan, gözle görülen bir varlık değil. Nasıl olduğunu ancak Allah bilir. Mahiyetini Efendimize sormuşlar. Onun hakkında insanlara az bir bilgi verildiği bildirilmiş.”
“Somut değil yani... O zaman ağırlığı da olmaz, eni boyu, yüksekliği de...”
“Nefes gibi üflendiği ifade edilmiş. Ruh, bizim bilmediğimiz, tam anlamıyla bilmemiz mümkün olmayan tarafımız... Allah’tan “Ol!..” emriyle gelen ve nefes gibi bedene hayat veren... Beden dünyadan, topraktan, maddeden... Ruh da yaratık ama madde değil... Alıp verdiğimiz nefes ne kadar bedenimize ait değil ve yaşama nedenimizse, o da aynı şekilde...”
“Ruh, bedene girer ve ancak ölümle mi çıkar? Bu konuda ne diyorsun?”
“Bedene giren ve çıkan bir varlık... Allah’a ait parça, cüz falan değil. O’nun parçası, cüzü olmaz. “Sana ruhtan sorarlar. De ki:” O, Allah’ın emrindendir! İnsanlara onun hakkında az bir bilgi verilmiştir.” Bedene veriliş ve alınışı Hay ve Mümit sıfatlarıyla alakalıdır.”
“Anlayamadım. Yani anne karnındayken bebeğe verilir ve ölürken alınır, öyle mi?”
“Her uyumada alınır. Ölüm ânı gelmeyene iade edilir, eceli gelenin ruhu geri gelmez. Azrail her gün Mümit sıfatının tecellisi olarak canımızı alır, İsrafil her gün Hay sıfatının tecellisi olarak ruhumuzu iade eder. Ölüm, çok derin bir uyku halidir. Narkoz verilmişcesine...”
“İsrafil de en az Azrail kadar iş başında demek! Ben de diyordum ki: “Azrail o insanın ruhumu kabzetmek için koşuşturur durur, İsrafil’se bomboş oturur, kıyametin kopma anını bekler ve iki defa sûr üfler, o kadar zannediyordum. Oysa o, dört büyük melekten biri... İşi o kadar az ve basit olmamalıydı. Şimdi daha iyi anladım. Teşekkür ederim.”
“Burada da can verme, canlandırma mevzubahis ve yine üflemekten bahsediliyor. Yani bu defa da yine Allah’ın izniyle İsrafil, o üfleme görevini üstlenmiş oluyor. Üfleme, havayla alakalı. Nefes alıp verme vakası yani... Kısaca canlandırma... Nefes alıp vermesini başlatma...”
“Sen anlattıkça ufkum biraz daha açıldı Necmettin Amca. Allah’ın insanı çamurdan yaratma olayı nasıl bir elle yaratma değilse, yani “Ol!..” emriyle gerçekleşmişse, nefesinden üflemek de öyle... Yani can vermek, nefes alıp vermesini sağlamak anlamında kullanılmış.”
“Ben bu şekilde anlıyorum, Bahtiyar Bey evladım! Bu gece biraz Kur’an okumak istedim. Birkaç sayfa okudum, öyle bir uyku bastı ki sorma! “Allah’ım, ben güçsüzüm! Zayıfım! Güç senin, kuvvet sende! Benim tahammülüm kalmadı. Gücüm kuvvetim kesildi. Uyuyorum... Beni affet!” dedim ve sızdım kaldım. O da bana Mümit sıfatının tecellisini yaşattı. Tek tesellim vardı. Müminin uykusu dahi ibadettir! Bu da Allah’ın mümin kullarına hediyesidir! O, ne kadar merhametli, kullarına ne kadar düşkündür! Sabah gözlerimi açmadan aklıma Hay sıfatı geldi. Çünkü uyanırken nefes almakta olduğumu hissetmiştim. İlk nefeslerim, yeniden canlanıyormuşum hissini veriyordu. Yeni yeni kendime geliyordum ya...”
“Bebekler nasıl canlandıklarını haliyle bilemezler ama acaba Hazreti Âdem nasıl canlandı? Yani ilk nefes alıp vermeye başlaması nasıl oldu? Neleri merak ediyorum, değil mi? Çok görme! Seni yakalamışken bütün merak ettiklerimi sormak istiyorum.”
“Ben de sora sora öğrendim. Benim de Kaptan’ım vardı. Neredeyse bütün bildiklerim, ondan duyduklarımdır. Bu hususta demişti ki: “Âdem Aleyhisselam’a nefes üflenince o hapşırarak canlandı.” Ben de demiştim ki: “Kaptan, hapşırırken insanın kalbi dururmuş. Sonra tekrar çalışmaya başlarmış. Öyle olmuştur mutlaka. Aklım yattı.” “Sağlıklı bir insanda kalp, sadece hapşırırken bir süreliğine durur. Onun da bedeni hazırdı, kalbi de vardı ama henüz çalışmıyordu. Emir gelince hapşırmasıyla atmaya başladı. Belki de o olay, itici güç olarak görev yaptı. Bize bildirilen budur! Doğrusunu yalnız Allah bilir.” dedi. Ben de senin gibi meraklıydım. Neler neler sorardım ona! O da karınca kararınca ne biliyorsa anlatırdı yüksünmeden.”
“Benim hanımım da uyurken nefes almayı keserdi. Bir süre beklerdim, nefes almazdı. Belki yarım, belki bir dakika... Ne kalbi atardı ne nefes alırdı! Bilmiyorum kaç saniye sürerdi... Sonra karnında bir kasılma olurdu ve nefes almaya başlardı. Bu beni her defasında korkuturdu. Onu uyandırmaya çalışırdım. “Nefes almıyorsun! Nefes al! Ne oldu? Öldün mü yahu!..” diye konuşurdum. Beni duyar mıydı bilmiyorum. Duysaydı uyanırdı, öyle değil mi? O kasılma oluncaya kadar ona sesimi duyuramazdım. “Ne oluyor?” diye uyanırdı. Hiçbir şeyden haberi olmazdı. Bir gece yine böyle tıkanacak, ölüp kalacak diye korkardım! Bir doktor arkadaşım vardı. Ona sordum. “Bu olay nedir?” diye. “Bazı insanlarda uyku esnasında kalp bir süreliğine durabilir, nefes alma azalabilir, kesilebilir. Karın bölgesinde bir damar vardır. Öyle zamanlarda devreye girer. Kasılarak kalbe ilk hareketi verip, çalışmasını sağlar.” dedi. Muazzam bir olay bu! Allah, eceli gelmeyen insanın kalbine şoklama yaptırıyor demek ki! Tüpü bitmekte olan televizyonlara da şoklama yaptırılırmış ya... Avrupa’da öyleymiş. Yakında bizde de olur. Türkiye televizyonla yeni tanıştı. Belki burada daha bilinmiyordur.”
“O kadarına aklım ermez evlat! Benim bildiklerimin çoğu da kulaktan dolmadır.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 785