- 418 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
780 – CESARET ve KORKU
Onur BİLGE
Bahtiyar Bey, çıktığı seyahatten dönmüş. Dediği gibi çarşamba günü öğleden sonra Virane’ye geldi. Dedeyle uzun uzun konuştular. Önce cesaretten bahsettiler. Sonra konu korkuya, daha sonra da Allah korkusuna, yani Haşyetullah’a geldi. Bunlar bir araya gelince konudan konuya atlıyorlar. Şehrin bir ucundan girip, bütün mahalleleri gezip, diğer ucundan çıkar gibi konuşuyorlar.
“İnsanın kendisinden başka düşmanı yoktur. Onu da cesaretiyle yenebilir!” diye başladı Define. “İnsanların sahip olabilecekleri en önemli özelliklerinden biri cesarettir ki onu geliştirecek olan da kendisinden başkası değildir. Ancak tehlikeyi umursamamak, cesaretle ortaya atılmak da akıl kârı değildir. Tehlikeyi fark edince tedbir almak gerekir!”
“Yine bana ufak ufak dokundurmaya başladın Necmettin Amca!”
“Bahtiyar Bey Evladım! Cesur insan, herkesle beraber akıntıya sürüklenirken yüzdüğünü zanneden değil, aksine akıntıya karşı kulaç atarak yüzmeyi başarabilen, kendisini kurtarabilendir! Öyle bir devirdeyiz ki gemisini kurtaran kaptan!..”
“Ne demek istediğini anlıyorum. Ben de aynı şeyi düşünüyorum ve gerçekleştirebilmek için cesaretimi toplamaya çalışıyorum. Ancak hayat beni fena yıldırdı!”
“Doğru yolu bilirken ona sapmamak akıl kârı değildir. Ancak korkaklar onda yürümekten çekinirler. Hele hele aşk ve namus söz konusu olduğu zaman, en korkak erkek bile aslan kesilir!”
“Anlıyorum! Doğru yolun ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Ona sapmak da istiyorum ama azimle ilerleyebileceğim konusunda şüphelerim var. Çünkü yalnızım. Ailem yok! Aslında ne için kazandığımı, neden yaşamakta olduğumu bile bilmiyorum. Takılmışım bir çarka, dolap beygiri gibi dönüp duruyorum işte ! Buna da iş hayatı diyorum. Yaşıyorum işte adı yaşamaksa! Her geçen gün günahlarıma günah ekleyerek ve bu yaşta, o bir yerlerde zaman sayan birini bekleyerek...”
“Doğru yolu biliyorsan ve ondan gitmiyorsan cesaretten bahsedemezsin! Bizim doğru yolumuz bellidir! Sırat-ı Müstakim’dir! Mutlaka cennete çıkar!”
“O yol bana göre çok ıssız ve sarp! Yanımda bir can yoldaşı olmalı en azından. Yorulduğumda yaslanabileceğim, usandığımda sayesinde tekrar heveslenebileceğim... Yalnız taş duvar olur mu!”
“Ben diyecektim ama cesaret edemedim! Bu da benim korkaklığım! Özel hayatına müdahale etmek gibi geldi. Herkes haddini bilmeli! Yaşlı da olsam, bir yerde durmam gerektiğini düşündüğüm için susmayı tercih ettim.”
“Hissettim. “Evlensene! Cesaretin mi yok?” diyecektin mutlaka. Sütten dilim yandı da yoğurdu üfleyerek yiyorum. Ne yapayım! Yaşadıkça günaha battığımın farkındayım ama nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Kim tutar çıkarır beni bu mezbeleden? Ne zaman? Nasıl? Bunlar hep cevapsız sualler...”
“Haşyetullah!.. İnsanda günah korkusu yok gibidir. Neyine güvenir bilmem ki! Oysa Allah’tan, en çok erenlerle peygamberler korkarlar. Önceleri bende de yoktu. Hatta Kaptan’a dedim ki: “Allah’tan korkulur mu! Ben hiç korkmuyorum! Allah sevilir. O bize kıyamaz! Bizi yakmaz!"
Bana şaşkın ve kırgın bir tarzda, acıyarak baktı. Hiçbir şey demedi ama ben o bakıştan çok şey anladım. Sonra bir keresinde, sohbet esnasında bir şöyle bir şey anlattı:
“Eren’in biri, aralarındaki anlaşmazlığı çözmek gayesiyle talebelerini etrafına toplamış, şikâyetlerini dinlemiş ama hiçbir şey söylemeden dakikalarca öylece kalmış. Aralarında eskilerden, sözü geçkin ve daha atak olan biri kendisinde sessizliği bozma ve: “Efendim neden bir şey söylemiyorsunuz?” diye sorma cesaretini bulmuş. Eren onun sorusunu: "Sükûtumuzdan anlamayan, sohbetimizden hiçbir şey anlayamaz evladım!" diye cevaplamış.”
“Sen cin misin nesin Necmettin Amca! Beni fena çarptın!..”
“Çarpıldığın gerçek ama bana değil ve ben cin değilim. Onlar süfli varlıklar... Ben eşref-i mahlâkattanım. Cinler yalancıdır. Bir dedikleri doğruysa on dedikleri yalandır ve müminleri yoldan çıkarmaya gayret ederler. Benim hemen hemen her dediğim ayetlere dayanır ve ben doğru yola davet ederim. Yine de abartma sakın! Şeyh uçmaz, müritler uçururlarmış. Sakın beni de o hale getirme!”
“Anlattıklarını can kulağıyla dinliyorum. Söylediklerinden de sükûtundan da kendime pay çıkarmaya çalışıyorum. Boş konuşmuyorsun. Sustuğunda da yüzün konuşmaya devam ediyor. Hatta ellerin ayakların... Vücut dili diye bir şey var ve ben ondan az çok anlıyorum. Mimiklerini ve jestlerini takip ediyorum. Ne zaman yüz ifaden değişiyor, bana ne demek istiyor, aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Bilmem sen bunun farkında mısın? Eski bir tiyatrocu, sanatını bazen konuşarak bazen de beden diliyle icra etmeyi iyi bilir.”
“Biz buna Hal Dili deriz. Senin de zaman zaman korkuların oluyor, onlar da beni tedirgin ediyor. Kendini, iyiliklerden ve güzelliklerden uzak hissettiğin anlar oluyor, iyiyi, güzeli ve doğruyu emredene ihanet ediyormuş gibi hissediyorsun.
Allah sevgiye yasak koymamış ki! Aksine, müminlerin birbirlerini çok sevmelerini istemiş. İşin içine nefsani duygular karıştırmadan sevince o sevgiden Allah da hoşnut olur, kulu da... "Kişi sevdiğiyle beraberdir!” denmemiş mi! İyi insanları sevmek, onlara yakın olmak tavsiye edilmiyor mu! O zaman neden uzak kalasın! Neden çekinesin! Neden korkasın! Allah’tan kork!..”
“Belki sevgiden korkuyorum. Çünkü başıma ne geldiyse sevgiden geldi. Hiçbir zaman sevgi bana aynen dönmedi. Nefret olarak, kin olarak döndü! Sevdiklerim beni kullandı, ben de sevmediklerimi kullanmaya başladım! İşte doğru yoldan ayrılma sebebim ve sonucu budur!”
“İnsanlar, sevgileriyle mutlu olurlar. Sevgi, sadece insana değildir ve insanlar sadece hemcinslerini sevmezler. Kimisi hayvan sever, kimisi bitki sever kimisi canlı cansız doğanın tamamını... Kimisi yalnız cansızları sever. Mal mülk sever, para pul sever. Kimisi mâna sever. Erenleri sever, âlimleri sever, peygamberleri, melekleri, Allah’ı... Allah’ı seven, cümle yaratıkları sever. Onlara iyi davranır. Kötülüğü düşünemez bile.”
“Hep sevdiklerimi memnun etmeye çalıştım. Bunun için insanüstü bir gayret sarf ettim. Kendimi koydum ortaya sermaye olarak! Ruh ve beden sağlığımı... Hayatımı koydum! Bütün beklentilerimi... Hiçbiri gerçekleşmedi.
Hani karınca gezer, bulur, sürükler, çeker getirir, biriktirir ya yuvasında... Hani bir yağmur başlar ya ansızın ve yavrularına kadar ne kadar erzak varsa yuvada, yağmur sonrasında hepsini teker teker getirir koyar ya kapısının önüne, güneşte kuruması için... İşte aynen öyle oldu bende de... Eşim çıktı gitti yuvadan ilkin. Sonra çocuklarım... Daha sonra da neyim var neyim yoksa... Bütün mal varlığım... Ben de dıpdızlak kaldım ortada... Hem de çok şeyini yitirmiş biri olarak... İnsanlara inancımı, hayata bağlılığımı, gençliğimi, zindeliğimi... Genceciktim babam beni dayımın kızıyla cebren evlendirdiğinde... Kurbanlık koyun gibi gittim!”
“Kim neyi seviyorsa onu elde etmek için çalışır. Paraysa para, evlatsa evlat, sevgiliyse sevgili... Yani sevgi olmasa gayret de olmaz, çalışma da olmaz! Mutluluk umma da ona kavuşma da olmaz.
Sevgiyi yaratan, paylaştıran, dağıtan, savuran, zaman zaman ondan mahrum koyan da Allah’tır, yeni sevgiler veren de... Sevgiye yasak yok! Ona neden yasak koysun ki! Kim ne kadar istiyorsa o kadar alır, kim neye yönlendirmek isterse ona yönlendirir. İnsana yönlendirmek yasak değil ki! Erenlerin yüzlerine bakmak bile ibadettir! Müminin yüzüne sevgiyle bakmak, Allah’a yaklaştırır. Allah sevgisini arttırır. O’a giden yolu kısaltır.
Biz İslam’ı seviyoruz ve İslam’a ait her şeyi... Camiyi de Cumayı da... Ereni de evreni de... Biz bunları sevmiyoruz aslında! Bütün bunları yaratanı seviyoruz! Hem de aşkla!..”
“Herkesin sahip olmak istediği her şeye sahibim ama yalnız sevgiye muhtacım! İşte bunun için açım! Çalışma azmimde eksilme olmadı. Çünkü parasal kaybım da çok büyüktü. Onu tekrar yerine koymaya azmetmiştim. Başardım da ama hayata asılma hevesi ve gücü kalmadı bende.
Şimdi isterdim ki bir tatil gününde beni ezanla birlikte yatağımdan kaldıran biri olsun! Öğleye kadar miskin miskin yatmayayım, akşama kadar televizyon karşısında pineklemeyeyim! “Haydi canlan biraz! Çıkalım gezelim! Pikniğe ya da denize gidelim!” desin. Akşamları bir yerlere sürüklesin beni. Yemeğe, sinemaya, tiyatroya... Ruhunda coşkun bir yaşama sevinci, yüreğinde katkısız sevgi olsun!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 780