- 596 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
779 – ÇİFTE KUTLAMA
Onur BİLGE
Bahtiyar Bey Virane’ye sık sık gelmeye başladı. Her gelişinde de bir bahanesi oluyor. Bu defa da bir kutlama için hazırlanmış gibi eli kolu dolu geldi. Pastalar, börekler, çörekler... Kasa kasa da Aroma getirmiş. Aroma olunca gerisini arama! Bursa’nın meşhur meyve suyu...
“Hayrola, Bahtiyar Bey Oğlum! Nedir bunlar böyle? Kutlama falan mı var? Çarşıyı pazarı yıkıp gelmişsin!”
“Bugün özel bir gün benim için. Yeni bir düzenleme yaptım. Şirketin faaliyetlerini ayırdım. Bundan sonra geç saatlere kadar işyerinde olmam gerekmeyecek. Hem her bakımdan çok daha rahat olacağım.”
“Üç günlük ömre beş günlük hizmet... İyi ki üzerinde hiyerarşi basamakları yok! Her hastalığın başlıca nedenidir sıkıntı! Sana bir tavsiyem olacak. İşyerinden çıkınca orayı kesinlikle unutmalısın. İşini özel hayatına taşımazsan huzur içinde ve şevkle çalışırsın.”
“Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Yarın yine seyahatteyim. Çarşamba günü yine geleceğim. O zaman daha uzun ve daha rahat konuşuruz.”
“Kendinden daha önemli hiç kimse ve hiç bir şey olmamalı! O zaman için içini yemez. İnsan bazı hallerde bencil olmayı bilmeli!”
“Ne yazık ki bu dediğini yapamıyorum. Gerçekçi görünürüm ama çok duygusal bir insanım ben. Kendimden çok başkalarını düşündüğüm yetmezmiş gibi bir de inanmak, güvenmek istiyorum insanlara. Ne yazık ki çoğu zaman hayal kırıklığına uğratıyorlar beni. Özel hayatımda da iş hayatımda da en çok bu yüzden zarar ettim! Çok şey istemedim aslında. Sadece insanlara inanmak istedim!”
"İnsan, her şeyden önce karşısındakine inanmak ister. İnanmadığına güvenemez ki! Kuşku içinde yaşamaya başlar ki bu da dayanılacak gibi değildir! Güvenilen insan saygıyı hak edendir. Güvenilen ve saygı duyulan kimse de sevilmeye layıktır. O her şeye layıktır artık. İlgiye, sevgiye... Ondan sağlam arkadaş olur, dost olur! Dost, eşten de evlattan da değerlidir. Bazen onlar bile dost olamazlar insana!”
“Galiba tam tarifi o! Eşim bile en büyük düşmanım oldu! Artık öyle bir hale geldim ki kimseye inanamadığım gibi kendimden bile şüphelenir oldum! Bu defaki toplantıda da kilit yerlere güvenebileceğimi sandığım kişileri getirdim. İnşallah beni yanıltmazlar! Artık şüpheler içinde yaşamaktan usandım, inan ki! Güvenmek istiyorum birine, birilerine... Buna hakkım yok mu!”
Bahtiyar Bey, bu son sözleri sözlerken Işıl’a göz ucuyla baktı ve bu da benim gözümden kaçmadı. Işıl fark etmemişti. Yine dalıp gitmişti bir yerlere. O sık sık dalar giderdi. “Mars’tan Işıl’a!” diye laf atardık ona. Sezdirmeden omuzuna dokundum. Baktı. Kulağına: “Duydun mu?” diye fısıldadım. “Neyi? “dercesine başını hafifçe sallayarak bir kaş göz işareti yaptı. “Seninki birine güvenmek istiyormuş artık.” Bunu söylerken sana şöyle imalı imalı baktı ama sen yine bilmem ki hangi gezegendeydin!” “Allah onun şerrinden korusun beni! Hani var ya... Dünyada bir o kalsa bir de ben... Asla! Asla!.. Ulu sözüme tövbe!..”
Hem fısıldaşıyorduk hem de kulağım onlardaydı. Konuşulanları dikkatle takip etmem gerekiyordu. İşin rengi, şekli şemaili değişiyordu galiba.
“Şayet güven hasıl olmuşsa, sevgi de saygı da olur. Vazgeçilmezlik de kendiliğinden gelir oturur. İki insan arasındaki ilişkide bu budur! O ikisi arkadaş, eş, komşu, iş arkadaşı... Ne olurlarsa olsunlar... İlişkiler sandalye, masa gibi bu dört dayanak üzerine alınamadıysa, çökmeye mahkûmdur.”
“Evet, aynen öyle! Seninle konuşmak hakikaten çok güzel! Buraya gelince, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum! Böyle bir yerde, küçük bir tezgâh başında çalışan, yaşlı ve mütevazi bir adamın bu kadar bilgili, kültürlü ve anlayışlı olacağını hiç düşünmezdim. Fakat görüyorum ki burada elit bir topluluk oluşmuş.”
Son cümleyi söylerken yine Işıl’a baktı. Bu defa Işıl’la göz göze geldiler. Onu uyarmıştım ya! İşe yaradı. Böylece, söylediklerim havada kalmamış oldu. İşin enteresan tarafı, bu bakışma haddinden fazla uzadı.
Benim de gözümden hiçbir şey kaçmıyor, değil mi? Öyledir! Meraklıyımdır! Bir o kadar da dikkatli... Şimdilerde “Uyanık!” diyorlar. Annem: “Şeytan’ın arka bacağı!” derdi. Onun için ben o melunu, hep kara keçi gibi tahayyül etmiştim. Dört biçimsiz ve kara kıllı bacağıyla, çat burada çat orada... Sonradan işittiğime göre yine öyle kısa, çarpık ve kıllı bacaklı bir bacaksızmış. Ayakuçları da ya birbirine ya da tamamen zıt taraflara bakarmış. Apşal apşal yürürmüş. Boynuzları da varmış. Bazılarını kovalar, bazılarından köşe bucak kaçarmış. Üstüne gitmekte fayda varmış.
Bir anda aklımdan ne kadar çok şey geçiverdi! Az daha dedenin ne dediğini anlayamayacaktım!
“O zaman mesai süren yarıya iniyor. Ben de yarım maaş hak ediyorum!”
“Canın sağ olsun Necmettin Amca! İstediğin maaş olsun!”
“Ben değil de evladım! Burada maaş almak isteyen, fellik fellik iş arayan bir kızımız var. İşyerinde onun için münhal bir kadro var mı acaba? Kızımız çok hünerlidir. Hani on parmağında on marifet... Temizlikten idareciliğe kadar her iş gelir elinden. Bu aralar: “İlle de ille işe girmem lazım benim! Çalışmak istiyorum!” deyip duruyor. Burada, Akademi’de okuyor. Okul kolayına gelmiş. Devam etmeden de rahatça bitirebilirmiş. İstersen bir konuşun! Ne dersin?”
“Kimmiş o marifetli kız acaba? Ben tahmin edebilir miyim?”
“Tabii ki ama bunu neye dayanarak yaparsın bilmiyorum. Çünkü benim kızlarımın hepsi beceriklidir ve kendilerine güvenleri tamdır!”
“Şu mavi bluzlu küçük hanım olabilir mi acaba?”
“Tam isabet! Bravo! On ikiden vurdun! Nasıl tahmin ettin o olduğunu?”
“Çok tedirgin, canı sıkkın bir hali var. Bir şeylerin olmasını bekler, hemen olsun ister gibi... Arada derinlere dalıyor olsa da ellerini nereye koyacağını bilemiyor mesela. Bir masa üstüne, bir çantasına, bir saçlarına, bir yüzüne... Dolanıp duruyor eller, beyaz güvercinler gibi...”
“Benden mi bahsediyorsunuz? Evet canım sıkkın! Hem de çok! İş arıyorum ama sığıntı gibi kabul edilmek istemiyorum. Nerede ve ne iş olursa olsun, bir işe gireceğim ancak en azından bir mülakattan sonra... Gerçekten o işi hakkıyla yapabileceğime karar verilirse... İltimasla değil. Tavassut mu diyorlar ona dede?”
“Eskiler öyle derlerdi. O işler çoğu zaman tavassutla hallolurdu. Şimdilerde torpil de diyorlar galiba ama ben Bahtiyar Bey’den seni hatırım için işe almasını rica etmedim. Sadece senden bahsettim. Bu aralar yeni bir düzenlemeye gitmişler. Güvenilir kişilerle çalışmak istiyormuş da... Senin için “Biçilmiş kaftan!” dedim. Işıl Ercan! Aramıza sonradan katıldı ama biz onu çok sevdik. Bahtiyar Bey’i tanıyorsun Işıl!”
“Seni tanıdığıma sevindim Işıl! İş konusunu istediğin zaman konuşabiliriz.”
“Hemen atılarak yanlış anlaşılmak istemem ama madem dede tavsiye etmiş, değerlendirmenizi isterim. Sizin dilediğiniz, müsait olduğunuz anda konuşabiliriz.”
“Anlaştık! Hemen o zaman! Şu masaya geçelim. Bana kısaca özgeçmişini anlat! Sana uygun bir iş var mı bakalım!”
Hayat sürprizlerle dolu! O kadar iş aradı, bulamadı da Define iki kelam etti, iş bitti! İşin garibi, Işıl bu adam için kıyametleri koparmıştı! Define’yle arası bozulmuş, uzaklaştırma almıştı. Şimdi de dünya tersine dönmüştü! Işıl, bakışlarını beğenmediği için onun buraya gelmesini istemezken büyük ihtimalle o beğenmediği, sevgili patronu olacaktı! Gülmemek için kendimi zor tutuyor, önüme bakıyor, çantamın sapıyla oyalanıyordum.
Işıl, gözlerinin içi parlayarak değil, isteksizce: “İneğin sevmediği ot, burnunun dibinde bitermiş!” diye kulağıma fısıldayarak kalktı.
Bahçenin dip tarafındaki bir masaya karşılıklı oturdular. Yarım saat kadar, sanırım soru cevap halinde bir konuşma yaptılar.
Neticede Işıl, muhasebeye alındı. Yarından tezi yok, kendisinden istenilen evrakları toplayarak pazartesi günü işyerine götürecek ve işe başlayacak.
İki kutlamayı bir arada yaptık. Bugünü de öyle, çifte kutlamayla kapattık.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 779