- 794 Okunma
- 10 Yorum
- 6 Beğeni
778 – GÜNAH İŞLEMEK ZOR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Cömert bir adamım ben. Ben verdikçe Allah da bana verdi. Bunda çok çalışmamın ve kafamı kullanmamın da rolü büyük doğal olarak.”
“Elinde bir şey bırakmamışsın. Ona cömertlik değil, savurganlık denir. Neyse ki eşine verdiklerinle kadınlara kızlara dağıttıklarını tekrar yerine koymayı başarmışsın.”
“Doğrudur ama akıllandım. Zorlansam da sonunda kendimi kurtarmayı başardım. Kadınlar kızlar da paranın kokusunu almasınlar! Peşime düşüyorlar! Yakamı kurtaramıyorum! Erkekler de sanıldığı kadar güvende değil yani!”
“Keşke onlar yiyeceğine yoksullar yeseydi! Karınca, ne bulsa yuvasına götürür. Hayatı boyunca çalışır, biriktirir. Yine bir gün, kendisinden büyük bir taneyi sürükleyip götürürken, bir kuş gelir, taneyi de onu da kapar yutar! Çalış çalış! Biriktir yığ! Bir kuş gelecek... Mutlaka! Bir yerlerde zaman sayan biri var. Bir de Virane’de oturmuş, onu bunu ölümle, hesapla kitapla korkutan yaşlı bir adam var.”
“Bende onu yaptım hayatım boyunca. Çalışmak ve faydalı insan olmak en büyük ibadetlerdenmiş. Bize öyle öğrettiler.”
“Öyle derler ama o söz, beş vakit namazını muntazaman kılan için geçerlidir. Namaz farz, haramı helali gözeterek faydalı işlerde çalışma ise nafiledir. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışırken, hemen ölecekmiş gibi ibadet etmeye bak! Ölüm, yaşlılara ve hastalara ne kadar yakınsa, herkese o kadar yakın! Kimse ne zaman ve nerede öleceğini bilemez! Akıllı insan, nerede daha uzun süre kalacaksa, oraya daha çok yatırım yapan kimsedir. Yaş kırk beş... Yetmişin yarısı yaşanıp biteli on yıl olmuş. Altmışından sonra el ayak tutmaz olur, güç eksilir, hastalıklar başlar. Hiç değilse önündeki on beş yıllık zaman dilimini en akıllı biçimde değerlendirmen gerekir. Onda da kaza bela, felç, kalp krizi gelmezse... Konu bu! Denecek dendi. “De!” diyen, dedirtti. Gerisi sana kalmış.”
“İbadet neden bu kadar önemli? Olmasa ne olur ki!”
“Bunca nimet bahşedene teşekkürün olmayacak mı? Her şeye vaktin var da O’na ayıracak vakit mi bulamıyorsun? Vakit müsait de yoksa üşengeçlik mi var? Şeytan elini kolunu mu bağladı?”
“Dünyanın işi bitiyor mu! Bir bakıyorum akşam, bir de bakıyorum sabah!..”
“Dünyanın işi o kadar önemli de ahiret işi neden önemli değil? Orada bitimsiz bir cennet veya cehennem hayatı bekliyor hepimizi ve biz neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.”
“Ya sen? Sen biliyor musun?”
“Ben de bilmiyorum ama bir şeyler yapmaya, paçamı kurtarmaya çalışıyorum. Eli kolu bağlı bekleyecek değilim ya! Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım! Asma suratını öyle! Gülümse! Henüz zamanın olduğu için... Zararın neresinden dönülse kârdır! Bak ben gülümsüyorum. Çok az vaktim kalmış olsa da henüz yaşıyorum ya! Hamdolsun! Bir tövbe etme süresi kalmayan insanlar vardır! Büyük günahlarla birlikte yürümez ibadet. Önce onlardan yakanı sıyırmaya bak bence!”
“Ne yapılırsa yapılsın, tövbe kabul edilir mi? Yani bile bile yapılanlar bile...”
“Kabul edilir! Allah, ziyadesiyle merhamet sahibidir. Affı sever. Biz günahkârız. Günah işlemeyen kişiler olsaydık, bizi yok eder, yerimize başkalarını getirirdi. Hem günahlarımız bizim için sevap kaynağıdır.”
“Yok artık! Nasıl yani?”
“Günah işlemek ya da işlememek belki an meselesidir. “Yapmayacağım!” diye bir karar alır insan ve günah işlemekten kurtulur. Bu birkaç saniyelik süre içinde gerçekleşir, olur biter. Fakat o karar verilmez de günaha girilirse, o günah insanı o kadar rahatsız eder, o kadar bunaltır, öyle pişman eder ki! O kadar uzun süre çeker ki bu azabı! Ta ki tövbe edinceye kadar kıvranır durur! Tövbe etmekle de iş bitmez! Allah tövbesini kabul etmiş ya da etmemiştir, bilemez. Belki kul hakkına girmiştir, tövbeyle silemez! Belki Allah’a öyle bir dönüşle dönmüştür ki evvelce yapmış olduğu hatalardan utanarak yerin dibine girer! Bu azap, ölünceye kadar devam eder! Belki cennete konsa bile içinden çıkmaz o pişmanlık, sonsuza kadar devam eder! Onun için günah işlemek, işlememekten daha zordur. Akabinde hemen tövbe olsa, bir daha asla o günaha dönülmeyecek olunsa da... Ya tövbe edildiğinde ne olur? O günah, sevaba çevrilerek amel defterine kaydolur!”
“Sahi mi? Günahlar tövbeyle sevaba mı çevrilir?”
“Evet ya! Ancak vicdanda pişmanlık izi kalır!”
“Son on beş yıldır, hayatımdaki en faydalı kimse oldun! Daha önce de annem vardı. Böyle şeyleri o derdi bana. Beni hep uyarırdı. Babam altmış üç yaşında... Kendine hayrı yok! Bir ayağı çukurda onun da... İkinci evliliği... Küçük kardeşlerim var. Birçok hastalıkla yaşamak değil, sürünmek onunkisi...”
“İrşat, peygamber mesleği... Bizde ruhban sınıfı yok. Onun için birbirimizi uyaracağız. Felaket geliyor! Ölüm, en iyi vaazdır! Saçındaki aklar, ölümün habercisidir. Sakın kızma! Bak alnının iki yanında derin körfezler açılmaya başlamış. Gençlik, sağlık, yakışıklılık, servet, hayat... Bunların hepsi emanettir. İnsanın kendisine ettiğini, kimse edemez!”
“Kendimin de hayatımın da değerini bilemedim. Biliyor musun Necmettin Amca, ilk defa bugün rahat bir uyku çektim de gittim işyerine. Çünkü ne zamandır tasarladığım görev dağılımını akşam geç vakte kadar çalışarak kararlaştırdım ve o işi bitmiş saymanın rahatlığı içinde uyudum. O kadar güzel dinlenmişim ki! Zaten uyku, akla bir şey takılmadığında, süper güzel bir zaman dilimidir.”
“Ben günümü dilim dilim etmem. Canım istediğinde yatar, istediğinde kalkar, günü bir bütün halinde yaşarım. Bu da benim patronluğum... Ancak namaz vakitleri uyanık ve zinde olmaya çalışırım.”
“Ben de öyle yaşamak isterdim ama bu zamana kadar hep erteledim, acele etmedim. Belki bir gün...”
“Hayat o kadar uzun değil ki! Yani ertelenecek kadar... Hele benim için hepten kısaldı. Aslında maç çoktan bitti de de ben uzatmaları oynuyorum. Sen daha gençsin!”
“Benim için de pek farklı değil! Kırk beş yaş az mı! Gençlik mi kaldı! Yaşam ortalaması yetmiş olan bir ülke burası! Her ne kadar millet genç gösterdiğimi söylese de... Aslını ben biliyorum ya yeter! Rampayı döneli yıllar oldu! Geri sayım, on yıl önce başladı. Belki çok daha önce ama benim haberim yok!..”
“Ben de hayatın yanımdan sessizce geçip gitmekte olduğunu çok geç fark ettim. İş işten geçmişti. İşte o zaman bende şafak attı! Hayatın, yakalayabildiğim kısmını yakalamalı ve gerektiği şekilde değerlendirmeyi bilmeliydim. Kuyruğunun ucundan yakaladım. O da elimden kurtarmaya çalışıyor. Bakalım ne zaman muvaffak olabilecek.”
“Yaşamak ne demek Necmettin Amca? Elimi sallasam ellisi geliyor! Paranın çekim gücü fazla... Dilediğimi yapabiliyorum ama yaşadığımı hissedemiyorum. Neden acaba?”
“Önce nasıl yaşamak istediğine karar vermelisin. Ben hayatın sevgi olduğunu zannederdim. Onun için yüreğimin zarı çatlayasıya kadar sevdim! Sıfıra sıfır, elde var sıfır!..”
“Sevmek ne kadar güzel bir duygu! Ah bir âşık olsam ben de bu yaştan sonra! Daha ne isterim Allah’tan!..”
“Âşık olmak iyi... İyi hoş da... Aşk insanı çürütüyor be evlat! Kendi kendini yiyip bitiriyorsun! Ateş çemberi içinde çıkış yolu bulamayan, çaresiz kalıp da kendisini sokan akrep gibi zehirliyorsun kendini! Bitiriyorsun!..”
“Karşılıklı olunca da mı yani? Hani filmlerdeki gibi...”
“Galiba Love Story’yi seyretmişsin yakınlarda. Aşk Hikâyesi’ni... Ne oldu sonunda? Zavallı kızcağız öldü! Öyle değil mi?”
“Çok güzel başladı, acı bitti. Hayatta tam anlamıyla mutluluk var mı acaba?”
“Dünya hayatı bir imtihansa ki öyle! Baştan sona mutlu mesut gidecek değil ya! Film bile başından sonuna kadar mutluluk içinde devam etse seyirci sıkılır. Acılı Adana sevenler de vardır, baklava sevenlerin içinde. Acının da zaman zaman aranan ve tadına doyulamayan bir lezzeti vardır. Aşk acısı da öyle işte! Ben diyeyim isot, sen de baldıran zehri!”
“Ne hoş benzetmelerin var, Necmettin Amca! Sana bunun için hayranım işte! Keşke bu kadar geç tanışmasaydık seninle! Yıllar önce karşıma çıkmış olsaydın! Ne güzel danışmanlık ederdin bana! Vaktiyle yaptığım hataların çoğunu yapmazdım belki o zaman. Bir bu kadar daha olurdum!”
“Hayat bana hata üstüne hata yaptırarak öğretti kendisinin ne menem bir şey olduğunu! Onun için de sık sık tekrar ediyorum ya... O süslü kokonaya bakmayın! Allı pullu kıyafetine, kırıtarak yürüyüşüne aldanarak peşine takılmaya kalkmayın! Peçesini kaldırıp baksanız, mideniz bulanır! Ukba hayatının peşine takılmaya bakın! İyi bir rehberdir o! Sizi kandırmaz! En kısa yoldan hedefe ulaştırır! Mutlaka mutlu eder!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 778
YORUMLAR
Yine gönülleri maneviyata sevk eden örnek bir yazı.
Günümüzün kalabalık dünyasında kalmışız tek başımıza... İnsanları günaha sürükleyen
hiç de masum görünmeyen; toplumsal olaylar, ailelerde çocukların yetiştirme eğitimi, gençlerin giyim ve konuşma tarzları, insanların tavır ve davranışları, komşuluk ilişkileri, çocukça uydurulmuş korkular – ki yöremizde çokça görülmektedir – akraba ilişkileri, toplumsal kutuplaşmalar, ırkçılık, adaletsizlik, kin ve nefretlerin büyüdüğü, birliğin sağlanamadığı ve haksızlıkların önüne geçilemeyen ortamların tümü... İşte günaha davetiye çıkaran etkenlerin sadece küçük bir kısmı. Sorulursa kendini bilmez bir kesime, günah diye bir şey yoktur diyecekler.
Oysa;
Yaratan; her şeyi kapsayan, hareket etmelerini sağlayan ve güçlü kılan temel enerjidir. O güce boyun eğmek ve tüm samimiyetiyle maneviyata sarılan insanların adil bir toplum yaratmaktan sorumlu olduğuna inanmak gerekir.
Bütün kültürlerde ilham iyilikle bağdaştırılır diye bilirim; gerek inançta olsun ve gerekse sanatta, fark etmez. Toplumsal hal ve gidişlerde zayıf insanlar, yetimler, yoksullar, yaşlılar ve düşkünlerin yaşam şartları daha da zor hale gelmeden doğru olanı bulmak gerekir.
Tövbe temek kolaydır, tövbede durmak lazım, şeytanıyla baş başa kalmadan insan.
Değerli üstadım bu fakirin kusuruna bakmayın; söz konusu maneviyat, adalet, doğa, insan ve toplum olunca... eh işte...
Saygılarımla Efendim.