- 249 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÖY ENSTİTÜLERİ.
KÖY ENSTİTÜLERİ.
Bugün, dünyanın en iyi eğitim modeli olarak kabul edilen Finlandiya modelinin çok daha gelişmişiydi!
Yaparak, yaşayarak, üreterek, sanatla, kültürle, sporla yoğrularak öğreniyor ve öğretiyorlardı.
Kapılarına kilit vurmasaydık, bugün, üreten, okuyan, düşünen, soran, sorgulayan, her alanda kalkınmış bir Türkiye olurduk!..
81. kuruluş yılını televizyon programlarında işleyen,tanıtımını yapan Köy Enstitülerini Yeniden Yaşatmak Derneğini ve bu konuya hassasiyeti,duyarlılığı olan dernekleri de kutluyoruz.
Açılışları Atatürk’ün direktifiyle gerçekleşti, kapanışları yanlış anlamaların bir sonucu oldu.
Onlara yaşam veren Hasan Ali Yücel’i ve İsmail Hakkı Tonguç’u bir kez daha şükranla anıyoruz...
En çok sorulan soru, yeniden açılamazlar mı yönünde.
Elbette açılırlar.
Ama köy enstitüleri olarak değil, kent enstitüleri ya da üretim liseleri veya Cumhuriyetin ikinci yüzyıl Liseleri olarak aynı bayrağı şerefle dalgalandırabilirler.
Köy Enstitüleri’ni köy enstitüsü yapan, o gün için kırsal alanlarda açılıyor olmaları değil, sorun üreten değil, sorun çözen nesiller yetiştirmesiydi.
O günün koşullarında, okullarını yoktan var eden de yiyip içtiklerini üreten de yine onlardı.
Sağlıktan spora, sanattan ziraata, eğitimden ekonomiye ellerinden her iş gelirdi.
Onlar sadece bir öğretmen değil, atandıkları köyün önderleriydi.
Köyler onlarla aydınlandı, köy çocukları onlarla hemen her alanda zirveye tırmandı.
Binlerce yıldır okuyan, meslek sahibi olan tek kişinin çıkmadığı köylerden, doktorlar, mühendisler, yazarlar, öğretmenler çıkmaya başlaması, köylülüğün makus talihini yendiği gündür.
Mustafa Kemal, “Köylü milletin efendisidir” sözünü boşuna söylemedi. Onların, şehir beyefendilerinin de ötesine geçmesi için elinden geleni yaptı...
Sonra gün geldi, Cumhuriyet tarihi boyunca bin bir zahmetle açtığımız köy okullarını, tıpkı Köy Enstitüleri gibi bir gecede kapattık. Sonra da köyler niye boşaldı, çiftçilik, hayvancılık niye öldü diye karalar bağladık!.
Onlar köyün aydınlanmasını başardı.
Bu ruhu yaşayan, yaşatan herkesin doğum gününü bir kez daha canı gönülden kutluyoruz. İşte köy enstitüsü mezunlarından birine doğum tarihini sorduğumuz da 17 Nisan 1940 der. Evin deki ortamda okuldaki yaşantılarını öylesine güzel anlatıyorlar ki, fazla söze hacet yok:
“Köy Enstitülü anne - babanın yüksek mimar kızıyım diyenin yazdıklarını örnek aldım. Bu anının binlerce benzeri var.
Çocukluğumdan hatırladığım; kalabalık ortamlarda annemin herhangi bir konuyu yüksek sesle anlattığı, attığı kahkahaların sesi ve benim duyduğum gurur...
Etrafımdaki ailelerden farklı idik.
Sanki onların danıştıkları, bir şeyler öğrendikleri, sorunlarını paylaştıkları, dertlerine çözüm bulabilecekleri bir yuvaydı evimiz.
Köye gidip şalvar giymek, yemeni bağlamak, tütün dizmek en büyük zevkimizdi.
Köy evlerini koklayarak gezerim hâlâ.
Babamın metal şırıngası vardı, kaynatarak sterilize eder, bizim, ihtiyacı olanların iğnesini yapardı.
Kolu bacağı çıkan çocukların acısını giderir, kırıkları hastaneye yollardı; çıkıkçıya gidenlere kızardı.
Annemin de dikiş makinesi vardı. Kadınlara dikiş kursu verdiğini anlatırdı, köyünde öğretmen olarak çalıştığı ilk senelerde.
Köyün ilk okuyan kadını imiş, sonra okumayan kız kalmamış köyünde.
Evimizde asla para konuşulmazdı!..
Bu topraklarda yaşayan insanların eğitiminden kendilerini sorumlu tutan bir anne babanın kızı olarak, eğitime ilişkin tüm yazıları okuyorum.
17 Nisan’da, bu duygularımı sizinle paylaşmak istedim."
" Onlar en yok yıllarda en zor olanı başardı, Bizler en bol dönemde en kolay olanı başaramıyoruz. "
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.