- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurbanlık senfonisi
Kurbanlık senfonisi
Bahçenin bir köşesindeki kahve renkli koyun, duvarın yanına sıkı bir şekilde bağlanmıştı. Talihinden habersiz zavallı koyun önüne bırakılmış yoncadan yiyor, masum bakışlarıyla arada bir kafasını kaldırıp etrafa göz atıp meliyordu.
O gün bahçede acayip bir coşku ve hareket vardı. Herkes kendi işindeydi. Nabat nene pencerenin yanında tandırın başındaydı. Kerim, ben ve Behram sıra için tartışıyorduk.
Behram “şimdi sıra bende” deyip bir deste yoncayı orağın altına soktu.
Yüce boylu Evez baba üzerimize bağırdı ve orağın sapını aşağı indirdi. Rahmetli büyük babamız hep sinirliydi. Sevecen biriydi ama sürekli kızardı. Sinir limiti de dolduğunda bir kaç küfür duymamız beklenirdi o yaşlıdan.
Evin giriş kapısı yanında küçük bir bakkal dukanı vardı. Dukanda satılacak çok şey yoktu; bisküvi, şekerpare, tuz, şeker, deterjan hepsi bu kadar.
“Muhammed yavrum! Git Kurban amcadan bana bir içecek al. Sarısından al, siyahını alma sakın.” Diye benden isterdi.
Bir kaç bina ötedeki Kurban amcanın dukanına gidip “babam içecek istiyor” derdim. Kurban amca da “Canada mı Coca mı?” Diye sorardı.
Evez Baba ömrünün sonuna kadar hiç Coca Cola ve Canada Dry adlarını öğrenmedi. Keşke biz de baştan öğrenmeseydik. Talihimizden habersiz zavallı bizler, hayatımızda fazlasıyla boş şeyler öğrendik, zehir gibi, hiç işe yaramayan şeyler.
Orağın hırç hırç doğrama sesi, koyunun melemesi, biz çocukların bağırış çağırış sesleri, Nabat nenenin tandır başında kendi kendine mırıldayıp türkü söylemesi ve büyük babamızın sürekli şikayet etmesi, bahçede yüksek sesli bir senfoni oluşturmuştu. Sanırım o sesleri Molla Hasan sokağındaki herkes duyabiliyordu. Senfoni sesi kesinlikle sokağımızdan uzaklara ilerleyip Çay İçi’ndeki Deli Hanım’ın kulağına ulaşabiliyordu.
Deli Hanım ince ve hafif birisiydi. Çiçek desenli çarşafının iki ucunu ensesinde düğüm atıp bağlardı ve çoğu zaman Çay İçi’nde dolaşırdı. Deli Hanım kimseyi azarlamazdı ama nedense biz çocuklar o kadından acayip korkardık. Yüzünde derin bir keder yuva kurmuştu. Gözlerinden üzgünlük yağardı. Belki de bizim geleceğimizden dolayı endişeliydi.
Deli hanım, akşam üstü zavallı koyunun kafasının koparılacağından emindi. Her zaman asabi biriydi. Çoğu şeyin ne zaman kurban edileceğinden haberi vardı.
Canada Dry şişesini büyük babama verirdim ve o da bana en sevdiğim şekerpareden, yani kakaolu balık şekerlerden bir adet verirdi. O balık şekerleri asla hızlıca çiğneyip yutmazdım. Eve ulaşana kadar ağzımda tutup, kakaonun tadını çıkarırdım. O balıklar yavaş yavaş eriyip günün ortasında sokağın başına giderlerdi. Deli Hanımdan saklanarak Çay İçi’ni geçip, kendilerini Kuru Çay’a bırakıp yüzmek için can atarlardı.
Deli Hanım onları görünce “Kurbanız olayım, Oraya girmeyıniz. O nehir kuruyacaktır. Onun coşkulu sesi bir gün batacaktır. Nabat nenenin tandırı sönüp hitap yemeğin ne olduğu artık unutulacaktır.”
Nabat nene hitapları pişiriyor ve alüminyum tepsi üstüne birer birer diziyordu. Tandırdan çıkan ekmeğin, pişmiş tere kokusu herkesi mest etmiş ve bayıltmıştı.
Bir an Kerim’in bağırması herkesi uyandırdı. Sağ elinden kan akıyordu. Orta parmağının yarısı yerde doğranmış yoncaların içindeydi.
Hasan dayımın eşi, Gövherin Ya Hüseyin’in sesi bahçedeki diğer sesleri bastırdı.
Onun feryadından dolayı koyunun meleme sesi bile duyulmuyordu. Yerdeki parmak parçasını alıp kesilen kısmın ucuna sıkıştırdı. Belki de o parmağın tekrar yapışmasını umut ediyordu.
Deli hanım kakaolu balıklara,“Dayının eşi Gövher’in feryatlarını dinleyiniz. Kurban ettiğiniz parmaklar bir daha yapışmazlar. Geri dönün ve kalan parmaklara sahip çıkınız.” Dedi.
Molla Hasan, Çay içi, Kuru Çay: Tebriz’de benim doğdum mahalle ve sokak isimleri
Hitap: yöresel Azerbaycan yemeği
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.