- 566 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
772 – HEDİYE PAKETİ
Onur BİLGE
İlhan da benim için öyleydi aslında... O da bir hediye paketiydi, bir anlamda, açılması istenmeyen... Kurdelesiyle yapılan fiyongunun bozulmasına bile razı olunamayan... Onun için emniyetli ve yüksek bir rafa kaldırılan, uzaktan seyredilen... İçinde, hayallere sığmayan güzellikler olduğu tasavvur edilen... Düşlerde dahi yaşanılamayacak güzellikler düşleten sihirli, süslü püslü bir paket... Belki de hayal kırıklığına uğrama korkusundan el sürülemeyen, öylece bırakılan...
Pek çok kültürde bazı taş, kutu, yüzük, giyecek ve asa türeleri kutsal sayılır ve bunların olağanüstü güçlerine inanılır ya... Bazen İlhan için de aynı şeyi diyeceğim geliyor. Kendisini o kadar geri çekmiş durumda ve öylesine bir dokunulmazlık yüklenmiş ki başka nasıl düşünebilirim!
Dokunulmazlık, onda olduğu kadar bende de var ancak olağanüstü güç hangimizde daha fazla bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa aramızdaki mesafenin öneminin olmaması. Görmeden nerde, nasıl ve hangi vaziyette olduğunu algılayabilmek, dokunmadan varlığını iliğinde kemiğinde hissedebilmek... Normal fizik kurallarına aykırı böyle pek çok olay var.
İlimle izah edilemeyen olağanüstü olaylar annelerle kızlar ve ikizler arasında olduğu gibi, birbirlerini canlarından çok sevenler arasında olabilirmiş. Bazı erkekler eşleri, bazı anneler kızları doğum yaparken onlarla birlikte sancı çekerlermiş. İkizler de aralarındaki mesafelere rağmen aynı anlarda aynı acıları ve ruhsal olayları hissedebilirlermiş. Biri uyuyamazsa ikizine telefon edip: "Uyu artık! Uyuyamıyorum!.." dermiş.
Galiba aramızda ışık hızıyla gidip gelen elektromanyetik dalgalar var. Işık gibi ancak dalga boyları çok daha büyük ve frekansları çok daha düşük... Özel olarak şekillendirilmiş metal iletkenlerimiz, yani uzaylılar gibi antenlerimiz falan yok ama galiba bedenlerimiz hem anten görevi yaparak radyo dalgaları benzeri dalgalar yayabilme, hem de yayılan dalgaları toplayabilme, ses ve görüntüye çevirebilme özelliğine sahip bir hale gelmiş durumda... Belki de bu hal, sürekli birbirlerini düşünen kişilerin, beyinleri arasında oluşturmayı başarabildikleri ilginç bir iletişim şeklidir. Belki de biz, bedenen kuramadığımız bağlantıyı ruhen oluşturabilen ender kişilerdeniz.
Işıl da böyle olağanüstü olaylardan bahsediyor. Akıl almaz hikâyeler anlatıyor. Onunla bazı ortak yönlerimiz olduğunu görüyorum. Ancak bazı yaptıklarına da akıl sır erdiremiyorum. Sırf içkiye dayanıklılığını denemek için yaptıklarını anlattığında şaştım kaldım!
“Sana bir şey daha anlatayım arkadaşım! Bir gün en yakın arkadaşım, canım sıkkın diye beni, Setbaşı’nda bir yere götürdü. Tabii ki içtim sek rakıyı. Şimdi yiğitlik de var ya serde, kadehe konulanı geri çevirmemek lazım!
Neden bunu anlatıyorum, sonucu çok önemli de ondan. Ben arkadaşıma güveniyordum. Hani: “Sarhoştur, ne yapacağı belli olmaz!” denilir ya... O duruma gelmek istemiyordum. İçtiğim, yarımşar dubleden dört duble sek idi.
İçkili bir ortamdaydık. Zaten içmese bile insanı çarpar böyle yerler. Her neyse... Arkadaşa döndüm dedim ki: “Biraz hava alalım!” Vücut “Sarhoş oluyorsun!” sinyalini vermişti. Nasıl mı? Yavaş yavaş gözlerim kaymaya başlamıştı, dikkatimi toplayamaz olmuştum.
Dışarı çıktık, hava aldık ama yüzüme vuran her esinti dengemi bozuyordu. Aklım yerindeydi ama vücuduma söz geçiremiyordum. Sonra tabii ki içeri döndüğümüzde daha çok çarptı. Ben iyicene kendimden geçmeye başladım. Kafamı zor tutuyordum. Şu da var ki kimseye hissettirmiyordum. Düzgün oturuyor, konuşmalara mantıklı cevaplar veriyordum. Her neyse... Arkadaş daha fazla oturmak istemiyordu. O araba kullanacağı için içmemişti. Canı sıkılıyordu.
Önce çay, ardından kahve içtim. Biliyor musun, çay ve kahve insanı ayıltacağına bayıltıyor. Tabii ki zihnim açık. Düzgün düşünebiliyordum. “Işıl, kendine sahip ol!” diyordum. “Kendini bırakma! Bir bırakırsan toplayamazsın!”
Sonra kalktık arabaya bindik. Araba hareket etmeye başladı. Benim midem de öyle... Bir şeye dikkat ettim, biz arabayla giderken baktığım yerler ve arabalar öylesine hızlı hareket ediyordu ki sanki kendimi bir kurgu filminin içinde, apayrı bir dünyada hissediyordum.
Vın!.. Görüntü var! Görüntü yok! Bilincim açık, hâlâ düşünüyorum.
Kafamı kaldırmamaya çalıştım. Böylece başımın dönmesini engelliyordum. Yalnız başım, sarhoş olduğum için değil, hızdan dönüyordu. Kafamı aşağıda tutup, gözlerimi kapattığımda başım dönmüyordu.
Sonra eve gitmedim. Arkadaşa gittim. Dedim ki: “Bana yarım saat süre ver!” “Ne için?” diye sordu. “Şu kanepeye uzanacağım. Yarım saat sonra da tamamen ayılmış olacağım.” O şaka yaptığımı düşündü. “Bir insan uzandı mı sızar kalır.” dedi.
Uzandım, aynı zamanda sızmamak için sadece gözlerimi kapattım. Arkadaşla da konuşmaya çalıştım. “Beni konuştur!” dedim.
Her neyse... Yarım saat sonra kalktım, lavaboya gittim, yüzümü yıkadım, ayıldım. Sonra da dedim ki: “Ben eve gidiyorum!”
Neden uzandım? Bilinç yerindeydi ama vücut sallantıdaydı. Kendisini dinlendirmesi gerekiyordu. Kısacası, kimse dünyanın hızını merak etmesin! Bir insanın kaldıracağı kadar yavaş dönmüyor! Hani “Sarhoştum, hatırlayamıyorum!” diyenler de yalan söylüyorlar. İnsan isteyince her şeyi yapar da hatırlar da...”
“Işıl, bırak böyle şeyleri Allah aşkına! O kadar varto atlattın, daha akıllanmadın mı! Uzak dur bu şeytan işlerinden, pisliklere bulaşmaktan sakın! Ne faydası var sana!..”
“Teşekkür ederim beni uyardığın için! Sanki ben ne yapmam gerektiğini bilmiyormuşum gibi... Bunlar hep geçmişte kaldı. Sadece sana sarhoşluk hakkında bilgi vermek gayesiyle anlattım.
Şimdi öyle şeylerden vazgeçtim ya herkes: “Önce örtün ve ibadet et!” diyor bana ama bence önce dinimi öğrenmeliyim! En azından bana yetecek ve rahatça ibadet edebileceğim kadar... Biliyorum, tesettür farz ama bence örtünün acelesi yok. Boş kafa örtülse ne olur, örtülmese ne olur! Bilinçsiz insan örtünse ne, örtünmese ne!”
"Bence de öyle Işıl! Bir mamul mal, kalite kontrolden geçmeden paketlenmez!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 772