- 668 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
771 – BİR MEKTUP BİR RESİM
Onur BİLGE
Işıl, Define’ye anlatamadıklarını bana anlatmaya başladı. Canı sıkıldıkça bize geliyordu. Kız kıza dertleşiyorduk. Onun içinde ne varsa dışında da o vardı. O kadar açık kalpliydi ki! O kadar şeffaf... Kristal gibiydi.
“Semiray, aylar önceydi. Tanımadığım bir insandan bir mektup almıştım. Bir aşkı anlatıyordu. Benimle aynı doğrultuda olduğunu ispatlamaya çalışıyor, gerçeklerini ortaya döküyordu. Beni zor dağların kardelen çiçeği yapmıştı. Onun için ulaşılmazdım. Bu yüzden de ben "Gel!" demeden gelmeyecekti.”
“Nerden bulmuş adresini? Hiç tanımadığın biri...”
“Bir mecmuaya ilan vermiştim. Mektup arkadaşlığı için... Pek çok yazan oldu. İçlerinden bir onu beğendim. Bir süre mektuplaştık. Birbirimize resimlerimizi gönderdik. Bu bahsettiğim mektup, birkaç ay yazıştıktan sonra geldi. O zamana kadar az çok anlamıştık birbirimizi.”
“Ulaşılmaz olduğunu anlamış, seni zor dağların doruklarında tahayyül etmiş. Hiç de pas vermemişsin anlaşılan. Demek ki arkadaşça yazışmışsınız. Bazen arkadaşlık sevgililikten daha değerlidir.”
“Peki, neden ulaşılmaz oluyordum? Ona “Gel!” demeden neden gelmiyordu? Neden benimle tanışmak istemiyordu?”
“Belki de gönderdiği resimdeki o değildi. Sen o resimdekini beğenmiş olabilirdin. Beğenilmeme korkusundan karşına çıkmak istememiş olamaz mı?”
“Benden hiçbir şey istemiyordu. Onu sevmemi bile... Kendisi seviyordu. Kendisi aşıktı. Peki ben? Ben sevemez miydim? Neden zor dağlarda kalmaya mahkûmdum?”
“Onu tanımaya ya da sevmeye hevesli miydin? Yalnız bir resme ve yazılanlara bakılarak birisini sevmek mümkün mü?”
“Ben de birisini sevmek isterdim. Yazışmak için o kadar kişinin içinden onu seçmiştim. Belki ben de âşık olmak istiyordum. Onu görmek, gözlerinde kaybolmak...”
“Nerden biliyordun seveceğini? Böyle ısmarlama sevgi mi olur Işıl! Yani sanki tombala çeker gibi... Torbadan ne çıkarsa... Şansına razı mı olacaktın?”
“Severdim belki de ne olursa olsun! Boyunu, kilosunu, rengini tastamam kendini anlatmıştı.”
“İlahi Işıl! Sen de inanmıştın yani saf saf! Bazen zekâna hayran kalıyorum, bazen de: “Acaba tıbbiyeyi bir girişte nasıl kazanmış bu kız? Yoksa birinden yardım mı almış?” diye düşünüyorum, açık söylemek gerekirse. Çünkü o kadar akıl almaz işlerin var ki! Seni anlamakta güçlük çekiyorum! Yani çevrende o kadar kanlı canlı insan varken, bir resme, birkaç mektuba mı bağlandın? Bir hayale kapıldın yani öyle mi? Belki de onu hayalinde süsledin! Belki de sen onu, onun seni koyduğu yerden daha yükseğe koydun! Bütün bunları hayal âleminde yaptın! Çok tuhaf!”
“Hayal ettim. Hayalimde, beyaz atlı prens haline getirdim ama hayal etmem neyi değiştirirdi ki! O bahsettiğim aşk mektubunun her satırında “Seni seviyorum!” demiş ama sevgisi, benim onu sevmeme engelse, onun beni sevmesi ne anlam ifade ederdi ki!”
“İşte ben de bunu söylemeye çalışıyorum. Seni seviyor ve ulaşılmaz yapıyor. Neden ulaşılmazmışsın? Nasıl bir çaba göstermiş de başaramamış ulaşmayı?”
“Ben de bunu düşünüyor, bir türlü akıl erdiremiyorum. Beni onun için ulaşılmaz yapan neydi? Peki bu kadar ulaşılmazsam, o aşk mektubu ne içindi? Mektubuyla girdi bir anda yüreğime. “Gel!” diyemedim. Nasıl diyebilirdim ki! Onun için zor dağların kardeleniydim ve öyle kalmalıydım.”
“Ya! Demek ona karar verdin! Belki sadece kâğıtlarda yaşamak istediniz aşkı. Aranızda bir büyü vardı ve bozulmasından korktunuz. Belki de sen değildin korkan, oydu! Çünkü mutlaka sen gerçek resmini göndermiştin ona. Çok hoş, çok güzel bir kızsın. Sevilecek niteliktesin. Âşık oldu sana ama senin kendisini görmeni istemedi. Demek ki gönderdiği gerçekten kendi resmi değildi. Peki ya sen neden ona: “Gel!” demedin? Madem ki o kadar etkilendin, çağırsaydın, görseydin. Görseydin de sevseydin! Bilmem ki!”
“Galiba yakalamış olduğum güzelliğin bozulmasından korktum. Gördüğümde onu sevemeyeceğimden... Hayalimde kalmasını, orada yaşamasını yeğledim.”
“Neden? Belki severdin, belki evlenirdiniz. Belki çok büyük bir fırsattı kaçıracak olduğun!”
“Korktum! Ben insanlardan korkuyorum. Onlar yıldırdılar beni! Gerçek bir insanın bana zarar vermeyeceğinden emin olamıyorum! İşte bütün mesele bu! Benim insanlardan korkmam!”
“İşte bak! Yavaş yavaş çözmeye başladın kendini. Böyle bir hisse kapılman çok doğal. O yaşadıklarından sonra... Senin yerinde kim olsa aynı şeyleri hissederdi. Demek ki henüz hazır değilsin gerçek bir ilişkiye. Belki arkadaşlığa dahi güvenin kalmamıştır. Zaman zaman Define’ye bile ters çıktığına bakılırsa... Ona bile şüpheyle bakışını yadırgamamak lazım. Haklısın! Her şeyden önce zamana ihtiyacın var. Zaman küllendirecek yaşadıklarını. Başından geçenlerin cam kırıkları gibi kesici tarafları, zamanla aşınarak keskinliklerini kaybedecek. O zaman içini acıtmaz, ruhunu yaralamaz hale gelecek. Beki de öyle güzellikler doğacak ki geçmişin üzerine bir sünger çekecek zaman.”
“O günleri görecek miyim Semiray? İnsanlara şüpheyle bakmaktan kurtulabilecek miyim? Karşıma çıkanlardan korkmamayı başarabilecek, bunca insan içinden hiç değil bir tanesine güvenebilecek ve onu dilediğimce, bütün gönlümle sevebilecek miyim?”
“Bütün insanlar kötü değildir ya! Belki o karşına çıkanlar da kötü değillerdi ama kötü alışkanlıkları bir süreliğine onları acımasız hale getirdi. Kim bilir! Çünkü içki, kötülüklerin anasıdır. O şeytan işi, pisliktir! Şişede durduğu gibi durmaz!”
“Haklısın Semiray! Belki onlar da acı çekmişlerdir sonrasında ya da halen çekmektedirler. Onlar da tam anlamıyla huzur içinde değillerdir. Vicdan azabı diye de bir şey vardır herhalde! Pişmanlık... Günahın kiri ve ağırlığı...”
“İşte bunlar, istemli ya da istemsiz yapılan hatalardan sonra hissedilen şeyler! Keşke öncesinde hissediliyor olsalardı!”
“O zaman zaten kimse kimseye kötülük yapamazdı ki!”
“Demek bir mektup ve bir resim... Hayatına güzellik ve anlam getirenler bunlardı. Ya sonra? Sonra ne oldu?”
“Ona bir süre daha yazmaya devam ettim. Sonra mektupların arası uzadı. Nihayet o defteri de kapattım.”
“Ne hissettin sonra?”
“Zor dağların kardeleni olmakla gururlandım. Koyu bir kahve içer de damağında tadı kalır ya insanın... İşte öyle bir tat kaldı ruhumda. O da açılmamış bir hediye paketi gibi kaldı geçmişimde. Beni sevindiren, meraklandıran, açmaya kıyılamayan...”
“Çok değerli olduğundan mı?”
“Çok değerli kalması arzu edildiğinden...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 771
YORUMLAR
Bir mektup bir resim bir roman akıcılığına. Keyifle okunuyor. Hatta yeşil çam filmi izler olay kahramanları karşınızda …
Taa ki "Kim bilir! Çünkü içki, kötülüklerin anasıdır. O şeytan işi, pisliktir! Şişede durduğu gibi durmaz!” cümlesine gelene kadar keyifli. Bu bölüm devreye girince, sihir bozuluyor.
Neden mi?
Bu cümleyi kuranlar daha çok, cemaat ve tarikat ağına düşenler, Din tarlasından har vurup harman savuranlar.
Her türlü ahlaksızlığı, hırsızlığı, yolsuzluğu fetva ile yapıyorlar, servetlerine servet katıyor, kendi pisliklerini unutup içkiye şeytan işi pislik diyorlar.
Halbuki onların basına yansıyan kir ve pisliklerini şeytan bile akıl edemez. İçkinin kötülüğü onların yaptıkları yanında temiz kalır. Hatta içkinin zararı içene diye bir deyim de yerleşmiştir dilimize.
Yorumu, bir Bektaşi fıkrası ile noktalayayım.
Bektaşi içiyordu. Kendisine:
- Sarhoş olmaktan korkmuyor musun, dediler. O:
- Hayır, benim sarhoşluğumdan kimseye bir zararım dokunmaz ki. Siz asıl içmeden sarhoş olanlardan çekinin.
- Kim onlar?
- Bunlar bir takım sonradan görmelerdir ki, ellerine dünya malı geçtiği için ne oldum delisi olurlar.
Usta kalemi Tebrik ederim.
Saygılarımla.
Onur BİLGE
Değerli Arkadaşım,
Ayet tartışılmaz! İlgi ve yorum için teşekkürler... :) Sevgiler... :)
(BİN BİE GECE ÖYKÜLERİ isimli bu serinin, başta çizilmiş bir hedefi var. )