Sabah Sanrıları
Anlatabilecek hikayesi yok. Saat sabah yedi. Zihni midesinden bulanmayı öğrenmiş olmalı. Gözlerinin önüne gelen neon fasulyelerin veya solucanların masasındaki düzinelerce kitapla alakası var. Her şeyin her şeyle alakası var, birleştirilmiş çocuk legoları gibi tüm şeyler. Zihninin midesinden kusmayı da öğrendiğini umuyor. Zaman algısı kaymış, öğlen olmalar var üzerinde. Alarmı kapatmaya giderken, kendinin hâlâ masada kamburunu çıkararak oturduğunu, alarmı kapatmayı yalnızca düşündüğünü sanıyor. Sabah artık olması gerektiği gibi. İşleri devralan alışkanlık ve rutinler zinciri kayıtsızlıktan ve zihninden kurtarıyor onu. Hazırlanılmalı daha, yaşamayı çok iyi biliyormuş gibi davranılmalı, otobüse binilmeli ve inilecek durak kaçırılmalı...
Kapağını tutup açtığı dolap, gıcırtılar çıkararak "bıktık her gün aynı filmi izlemekten" diyordu sanki. Sıkıcı olduğu için özür dileyebilirdi dolabından veya az sonra açacağı musluktan, diş fırçasından...
Şaşırtabilirdi onları, gece güzel bir uyku çekip neşeli bir alarm sesiyle uyanabilirdi. Günü selamlayabilir, aynadaki aksine bakıp gülümseyebilirdi. Tuhaf isimli çaylardan içip, yulaflı bol sağlıklı şeyler yiyebilirdi. Sporunu yapabilir, gün içinde yapacaklarını yazabilirdi. Kurulu bir oyuncak olabilirdi hatta belki bu şekilde çok başarılı bir insan olabilirdi ama olmak istemiyordu. Çünkü yeterince anlamlı gelmiyordu bütün bunlar.
Hazırlık bitmişti. Kapıyı sessizce çekip, apartmandan dışarı çıkması gerekiyordu.
Dışarısı beklediğinden daha sıcak. Güneş yine parıldamak için parıldıyor, dünya insanlardan başka kimsenin umrunda değil. Zihni hala bulanıyor. Gözleri izlemeyi en çok sevdiği filmden daha çok sevdiği adımları üzerinde. Ayakları yıllardır yere güvenerek basıyor. Kendisi bu durumdan memnun değil. Yer çekiminin onu nasıl her seferinde çektiğini, bir gün bundan vazgeçip geçmeyeceğini bilmiyor. Ayaklarıyla yer çekiminin kendisi ölene kadar bir antlaşma imzalaması gerektiği fikrinde. Çıkarken kapıyı kapatmıştı öyle değil mi? Güvensizliği tek güvendiği şey.
Yollar değişiyor, etrafında onunla yürüyen kimi ayaklar var. O sırada takip edildiği gibi bir his tıklıyor bulanık zihnini. Arkasını döndüğünde siyah kediyle göz göze geliyorlar. Kedi ona "bence de çoğu şey anlamsız" diyor sanki . Gülümsüyor kediye. Kedi hala arkasından yürüyor. Yolun karşı tarafına geçerken kedi bekliyor orada.
Aralarından arabalar geçerken, kedi bir şey daha söylüyor "Biz de salı günü mor giymiş dişi insanın yanından geçmek uğursuzluktur". Üzerindeki mor kabana bakıp, kedinin söylediklerine hak veriyor.
"Dünyadaki şeylerden daha anlamlıydı söylediğin. Moru seven insanların hep ölmek veya öldürmek istediğini düşünürüm. Salı da diğer bütün günler gibi kötüdür zaten."
Kedinin vereceği cevabı duyamadan, bineceği büyük otobüs giriyor aralarına. Kediye bir güle güle bile diyemeden otobüse biniyor. Bugün kedilere görünmemesi gerek.
Otobüs insanla dolu. Ölmüş insanların gözlerine ve yüzlerine bakmaktan korktuğu için gözleri yerde. Etrafındaki insanlar hakkında ayakkabıları üzerinden fikir yürütüyor. Sağındaki kişi bir erkek, kumaş pantolonu ve yeni boyandığı belli olan gıcır gıcır ayakkabıları var. Pantolon çizgisi çok keskin. Sıktığı parfüm genzini yakıyor. Küçükken her zaman çok parfüm sıkan insanların çok kötü koktuklarını düşünürdü. Boşalan yere geçip oturuyor, başını da önündeki koltuğa yaslayıp koltukla az önce konuştuğu kedinin gerçekliği hakkında konuşuyor. Koltuğun söyledikleri tatmin edici değil.
Zihni hâlâ bulanık, ineceği durak ardında kaldı.
Her şey çok bulanık.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.