- 677 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
762 – SADAKA
Onur BİLGE
“Dün gece bir anda aklıma geldin, dede. Tam en çok sevdiğim insanları düşünürken... Hem de en başta aklıma geldin. Dedim ki acaba neden öncelikle aklıma o geldi ki! Sonra da epey bir düşündüm. Gecemin belli bir saatini alacak kadar beni etkilemişsin. Ne güzel!”
“Balçığa batmak gibi bir şeydir arkadaşlık... Çırpındıkça daha da batıyorsun. Sevgini de alıyor senden, zamanını da...”
“Sana kendimle ilgili başka bir şey anlatacağım. Dün ben Allah’a yine sitem ettim. ”Sen yokmuş gibi yapıyorsun! Bana sahip çıkmıyorsun!” diye birçok şey söyledim. Bugün de elime bir dua kitabı geçti. Bir de surelerle ilgili ince bir kitap vardı. İlkin tövbe duasını okudum. İçimden geldi. Biliyor musun? Beni çekti. Pişman oldum öyle dediğime.”
“Allah tövbeleri kabul eder. Çok merhametlidir. Tövbeni geciktirmemen iyi olmuş. İnşallah senin tövbeni de kabul etmiştir!”
“Unutmadan bir şey daha anlatacağım. Aslında ben nefsimle çok uğraştım bir zamanlar. Örneğin, önceki işyerimde çalışırken ne yaptım biliyor musun? Sırf şımarmayayım, kendimi maddeye kaptırmayayım diye, bir çift eski ayakkabım vardı. Birkaç yerini dikmiştim. Onları giyip, işyerine gittim. Buna kimse bir anlam veremedi. Ben de: "Neden şaşırdınız? Nefsimi terbiye ediyorum.” dedim. Çünkü o sıralarda çok param vardı. Her istediğimi alabiliyordum. İhtiyacım olmadığı halde çeşit çeşit ayakkabılar çantalar almaya başlamıştım, Sonra o aldıklarımın çoğunu bir arkadaşımla köye gönderdim. Birkaç kere kullanmıştım yepyeniydiler.”
“Sahabeyi üstün hale getiren tasadduktur. Onlar ellerinde ne varsa hepsini dağıtmaya kalkan, sadaka vermede yarışan insanlardı. Ne mallarını esirgediler ne de canlarını! Allah yolunda neleri varsa seve seve vermeye hazırdılar. O devir öyle bir devirdi.
Sadaka, hastalıklar için şifadır. Ömrü uzatır. Belayı def eder. Hayır olarak her ne infak edersen, kendin içindir. Tebessümün, yol göstermen dahi sadakadır. Misafirine yedirdiğin, ailene harcadığın da öyle...
Efendimizi görmeye gelenler, önce mutlaka sadaka verirlerdi. Bu, onlar için çok daha iyiydi. Hem Allah’ın emriydi. Kendisi de her şeyini dağıttı. Ancak mühim bir husus var! Sadaka, arlı ve gururlu olanlara verilir. Onlar, borç bile isteyemezler. Böylelerine verilen, Allah’a verilen borç gibidir. Güzel bir söz veya af, peşinden eziyet gelen sadakadan daha hayırlıdır. Kesinlikle başa kakılmamalıdır.”
“Kısacası, çocukluğumdan beri hep böyle oldum. Camilerin içinde bir boşluk vardır. Nasıl anlatayım ki? Neyse... O boşluğa, günlük elime geçen paranın az bir kısmını atardım. Böylece kendimi rahatlamış hissederdim. Ayrıca, her ay mutlaka mahallenin çocuklarına para verirdim. “Hadi kendinize bir şeyler alın!” diye. Bunun gibi birçok şey yaptım. Bunları anlatmamın sebebi övünmek veya takdir beklemek değil... Bende ne var bilmiyorum ama çocukluğumdan beri hep herkesten farklı oldum. Bunu söylemeye çalışıyorum.”
"Sadaka açık da verilir, gizli de... Açık verilirse, başkaları için de güzel bir örnek teşkil eder. Onlar da özenirler ve vermek isterler. O bakımdan iyidir ama özellikle böyle nafile ibadetlerin gizli yapılması makbuldür. Farzlar açıktan yapılabilir. Zaten yükümlülük vardır. Onun için gösterişe girmez. İçlerine riya karışmaz. Ancak nafilelere başkaları karıştırılmamalıdır. Onlar, Allah’la kul arasında kalmalıdır.
Eskiden sadaka taşları vardı. Herkes gelirinin tasadduk etmek istediği kadarını oraya gizlice bırakırdı. İhtiyacı olanlar da gider ihtiyaçları kadarını oradan alarak kullanırlardı. Hali vakti düzelen aldığı miktarı, hatta daha fazlasını oraya iade ederdi. Ne güzel âdetlerimiz vardı!”
“Ben bunları sana neden söyledim? Hayatımın başından beri güzel şeyler yapmaya çalıştığımı bilmeni istediğim için... Zaman zaman “Nefis terbiyesi...” diyorsun ya... Kendi kendime nefsimi eğitmek için de uğraştım. Örneğin, nefsimi köreltmek, şımartmamak için kolay kolay yapamayacağım bir şey yaptım. Tezgâh açtım, takı sattım. Gündüzleri işyerinde çalıştım, akşamları ve tatil günlerinde onları sattım. Bunu sırf utanma duygumu yenmek, sıradan bir insan olduğumu hissetmek için yaptım. İşim vardı. Kendime yetecek kadar para da kazanıyordum. Amacım kazanç sağlamak değildi. Takıyı yapandan alıp, üzerine çok az bir kâr koyarak satıyordum. Hacı Bayram Hazretleri de müritleri de sokak sokak dolaşarak, davul çalarak, parsa toplayarak gururlarını kırma yoluna gitmediler mi! Sonra da onları fakirlere dağıtmadılar mı! Benimkisi de öyleydi işte!”
“Bunları dinledim, anlattıklarını da anladım ama Allah’a sitem edilir mi be kızım! Sana bahşettiklerini saya saya bitiremezsin! Senden istediği hiçbir şey yok. Sadece teşekkür... Yalnız Hamd... Ona mı dilin varmadı! “Benden size her an nimetler inerken sizden bana şikâyetler yükseliyor!” diyor. Her an kalbini, beynini, iç ve duyu organlarını çalıştırıyor. Her an ne az ne çok, tam kararında oksijen veriyor. Her an kanını temizliyor, dokularını yeniliyor. Allah, ilahlığını kusursuz ve fazlıyla muamele ederek fazlasıyla yaparken sen ne yapıyorsun? Sitem ediyorsun! Yani kibarca isyan ediyorsun! Öyle mi?”
“Kızdığım ne, biliyor musun dede? Allah benim sabrımı çok fazla deniyor. Ben hep kendimi eğitmeye, iyi olmaya çalıştım. Kimse için kötü düşünmedim. İnsanlara, elimden geldiğince yardımcı oldum. Her şeye şükrettim. "Neden benim sabrımı çok fazla deniyor? Nerede yanlış yaptım?” diye çok düşündüm, bulamadım. Ne bileyim işte...”
“Sen her zaman anlattığın gibi ol. Yaptıklarını yapmaya devam et. Ben de sana pencere ve ayna ile ilgili bir olay anlatayım:
Cimri adamın biri, bir bilgeden nasihat istemiş. Bilge onu pencereye kadar götürüp “Bak bakalım, burada ne görüyorsun?” diye sormuş. O da: “Gelip geçenleri ve yolun kenarına oturup dilenen adamı görüyorum.” demiş.
Bilge, içeriden büyük bir ayna alıp gelmiş ve pencerenin önüne dayamış. Aynı soruyu tekrar sormuş. “Şimdi yalnız kendimi görüyorum.” diye cevaplamış cimri adam. Bilge:
“Artık kimseyi görmüyorsun. Pencere camı da ayna da aynı maddeden yapılmış ama aynanın camının arkasında sır denen incecik bir gümüş tabakası olduğu için ona bakınca kimseyi göremiyorsun.
İnsan kalbi de cam gibidir. Şeffaftır. Başkalarını görmemize fırsat verir. Onları görür, hallerine acırız. Kalbimizi altın ve gümüş gibi dünya süsleriyle kaplarsak, artık onları göremez oluruz. Sadece kendisini gören bencil, acımasız ve cimri bir insan haline geliriz." diyerek olayı açıklamış ve ona şöyle nasihat etmiş:
"Kalbini altın ve gümüş gibi dünya süslerinden arındır. Onları yalnız cebinde taşı, kalbinde değil! O zaman cimrilikten ve bencillikten kurtulur, merhametli ve yardımsever bir insan haline gelirsin. Mutluluğu, onları saklamakta değil, ihtiyaç sahiplerine dağıtmak suretiyle yoksulları sevindirmekte bulursun.”
“Sen bana bunu neden anlatma gereği duydun dede?”
“Allah bir senin değil, herkesin sabrını deniyor. Allah herkesi çok yönlü imtihan ediyor. Buna isyan etmek mi lazım! Sabretmek ve olacakları beklemek lazım. Biz buraya denenmek için geldik. Zevk ve sefa için değil. Öyle olsaydı hepimiz cennette olurduk. O zaman cehenneme de gerek kalmazdı.”
“Ben de bencillik etmedim işte! Hayatım boyunca, elime geçeni paylaşmayı bildim ve bundan zevk aldım. En büyük düşmanım da kendim oldum! Neden işlerim rast gitmiyor? O kadar çalıştığım, uğraştığım halde neden ilk girdiğim okul kafama geçti! Neden şimdi her girdiğim işten çıkıyor ya da çıkarılıyorum? Hiçbir yerde dikiş tutturamayacak mıyım ben?”
“Onda da vardır bir hayır. Tamamı senin hatan değildir. Bir kader ve bu kaderi çizen vardır elbet. Rüzgârın önünde sürüklenen sonbahar yaprakları gibiyiz. Ne taraftan eserse o tarafa sürüklenip gidiyoruz işte! Kader inancımız olmasaydı her şeye isyan eder, asi biri olur çıkardık. “Her şeyde vardır bir hayır.” diyerek bir de arka sayfaya bakıyoruz. Gerçekten de şer gibi görünenin, bizim için daha hayırlı olduğunu fark ediyoruz.”
“Hayır bunun neresinde, Allah aşkına dede?”
“O okul olmadıysa bu okul oldu mesela ve biz de seninle tanışmış olduk. Biz seni tanıdığımız için mutluyuz. Sen mutlu değilsen o başka!”
“Ben de sizi tanıdığım için mutlu sayıyorum kendimi.”
“O zaman neden feveran ediyorsun ki? Bizi tanıdığın için neden mutlu olduğunu da söyle bakalım.”
“Sizin aranızda olmak beni hayata bağlıyor. Kaç kere intihara teşebbüs ettim önceden. Burada avundum. Derdimi yarı yarıya unuttum. Hele seni dede... Hele seni tanıdığım için o kadar şanslı sayıyorum ki kendimi, sorma! Hayata bakış açım değişti. Din adına ne biliyorsam pekişti. Sil baştanlarım bitti. Hedefim belirlendi. Bana en çok hayat bilgisi ve din bilgisi konularında yararın oldu. Beynimdeki karmakarışık konular çözümlendi. Her şey yerli yerine kondu. Yapboz tamamlandı.”
“Peki! Söyle bakalım, sana en çok ne lazım?”
“Dini konuda mı?”
“Evet! En mühimi din olduğuna göre...”
“Allah’ın rızasını kazanmak!”
“Tamam! Şimdi oldu! O zaman cennet de cehennem de önemini kaybetmiş durumda, öyle mi?”
“Evet dede! Aynen öyle!”
“Cennetin de cehennemin de önemini kaybettiği yerdeysen, şu yalan dünyanın geçici işlerinde karşılaştığın aksiliklerin ne önemi kalır Işıl!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYTKÜLERİ – 762
YORUMLAR
okundu...
güzel bir yazıydı: (Sadaka, hastalıklar için şifadır. Ömrü uzatır. Belayı def eder. Hayır olarak her ne infak edersen, kendin içindir. Tebessümün, yol göstermen dahi sadakadır. Misafirine yedirdiğin, ailene harcadığın da öyle... Sadaka, Arlı ve gururlu olanlara verilir. Onlar, borç bile isteyemezler. Böylelerine verilen, Allah’a verilen borç gibidir. Güzel bir söz veya af, peşinden eziyet gelen sadakadan daha hayırlıdır. Kesinlikle başa kakılmamalıdır)