- 393 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Makam mı insanı yüceltir, insan mı makamı yüceltir?
“Onurlu insanın üzerine titrediği şey karakteridir, bayağı insanın ise makam ve mevki.” diyen Konfüçyüs’ün vurgulamak istediği olay her zaman geçerliliğini korumuştur.
Gerek siyasette gerekse de bürokraside belli makamlara gelebilmek amacıyla düşüncelerinden, fikirlerinden ve özelliklede kişilikleri ile onurlarından ödün veren birçok insan görmeniz mümkündür.
Etrafınıza dönüp bir bakın. Bilgiden, liyakatten ve erdemden yoksun niteliksiz insanların ya siyasette ya da bürokraside makam, mevki sahibi olduklarını sizlerde göreceksiniz.
Liyakatten yoksun herhangi bir konuda bilgisi deneyimi olmayan insanlar, belli makamlara geldiklerinde o makamdan dolayı gördükleri ilgiyi, itibarı kendi şahsiyetleriyle ilgili olduğunu sanırlar.
Bazı insanlar makamları yücelttiği gibi bazı insanları ise makamlar yüceltir sözleri bu gibi insanlar için söylenmiş olmalı. Bu durumdaki insanlar bulundukları makamlardan ayrıldıklarında ise iğne batırılmış balon gibi sönüverirler.
Konuyla ilgili çok anlamlı bulduğum Simon Sinek’in “Leaders eat last” (Liderler en son yer) kitabından “Kâğıt Bardak” adıyla alıntı yapılan bir öykü anlatayım.
Öykünün konusu şöyledir:
Eski bir Bakan’dan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kâğıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı…
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu. Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.
Derin bir nefes aldı ve;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu…
“Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum…
Tek bir fark vardı; o zaman hâlâ bakanlık görevim sürüyordu.
Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu.
Beni önce bir otele götürmüşlerdi.
Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı…
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı…
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi…
Özel bir kapıdan içeri almışlardı…
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi…
Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti.
“Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.” bir an durdu ve sonra;
“Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.
Beni hava alanında kimse karşılamadı.
Otele taksi ile geldim.
Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.
Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kâğıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”
Seyirci gülmeye başlamıştı.
“Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı. Makamıma sunulmuştu. Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi;
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir.
Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler. Çünkü aslında hep layık olduğunuz kâğıt bardaktır.”
Öyküde anlatılan olayı hayata geçirebilmek ve yapabilmek için ne vali, ne belediye başkanı, ne milletvekili, ne de bakan olmaya gerek yok! Unutulmasın ki makamlar gelip geçidir, kişilik ise bakidir…
Sözün özü olarak, bu durumdaki insanlar bulundukları makamlardan ayrıldıktan sonra da aynı ilgiyi, itibarı görüyorsa eğer, ayrıldığı makama değer kattığı anlaşılır. Bulunduğu makamlardan ayrıldıktan sonra yüzlerine bakanlar, ilgi gösterenler yoksa eğer makama değer katmadıkları anlaşılır. Daha önce gördükleri ilgi, itibar kendi şahsiyetleri için değil aksine oturdukları makam içindir. Nasreddin Hocanın “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” fıkrasını bilmeyeniniz yokturdur.
Akşehir’in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin; davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca, bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.
-İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?
Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:
-Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.
Ali Haydar Koyun
Yazar/Aktivist
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.