- 650 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
754 - ŞAMANİZM
Onur BİLGE
“Allah bizi neden karşılaştırdı acaba? Sen kendini yetiştirmeyi başarmışsın. Bu zamana kadar karşıma çıkanlar hep benden gerideydi. Sen neden bu kadar ileridesin? Bu zamana kadar hep ben yol gösterirdim birilerine, bu sefer sen bana yol gösteriyorsun ve ben seni dinliyorum.”
“Beni dinlemek istemezsin diye Allah’ın aklıma getirdiklerinin hepsini diyemiyorum.”
“Özür dilerim. Birden böyle üzerine geldim. Kim olduğunu sordum durdum. Kafamı çok karıştırdın. Bence de zaman bu andır. Başka bir dakika, başka bir gün yok. O halde içine ne doğduysa çekinmeden anlat. Ben olumlu olumsuz her şeyi dinlerim. Beni bana anlat! Böyle bir görevin vardır belki de. Ben inançsız biri değilim ki! Dinlemeyecek olsam, burada işim ne! Belki de dinlemem için gönderildim yanına. Yaratan bizi boşuna bir araya getirmemiştir. Her sözünü, kutsalmış gibi can kulağıyla dinleyeceğim.”
“Madem inançlıydın, o halde hangi akla hizmet, dinini beğenmedin de Şamanist oldun? Herkes mükemmeli ararken, ileri giderken, sen neden batıla geri döndün? Taptığımız Allah varken ve birken, önceden öyle çiftti de sonradan Tek ve Hak mı oldu ki “İndirilenler...” diyor da başka bir şey demiyor? Allah varken ve birken yer tengürü, gök tengürü de ne oluyor? Kitap ya da sayfalar yoksa, kurallar ve ibadet şekilleri de yoksa dine ne gerek var! Ateist ol, kurtul! Kendini neden zorluyorsun?”
“Yaratan’ı anlamaya çalışırken yanlışa da düşebiliyor insanlar. Fakat ben korkmadan O’nu anlamaya gayret ettim. O’nu anlamadan nasıl sevebilirdim ki! Anlamaktan korkarak nereye kadar Müslüman olunurdu? Önce anlamak gerekmez miydi? Anlayarak sevmek... Korku konusuna gelince... Sevginin olduğu yerde korku olmazdı ki! Ancak o sevgiyi kaybetmekten korkulur. “Ben deliyim!” demiştim. Seni bana buldurtan, Zatını sana sordurtan da O değil mi!”
“Korkuyla sevgi aynı kalpte olursa bu ikisi yarışmaya başlar. Sevgi artarak korkuyu önemsizleştirince olay vazgeçilmezliğe doğru gider. Aksine korku artıp sevgiyi önemsizleştirmeye başladığında öyle bir nefret yılanı peyda olur ki sevginin kalanını bir lokmada yutar! Ancak Allah sevgisine nefret karışmaz. Bir kalpte Allah aşkı ne kadarsa bir o kadar da Allah korkusu vardır ki biz ona Haşyetullah diyoruz! O’ndan en çok korkanlar, Peygamberler, âlimler ve erenlerdir. Kim O’nu ne kadar biliyorsa o kadar korkar ve o kadar büyük bir aşkla sever. O’ndan korkanların başında Efendimiz vardır!”
“Dede, Şamanizm’in kökü ta taş devrine kadar gidiyormuş. Aslında senin daha iyi bilmen lazım o dini!”
“Şimdi şakanın sırası değil Işıl! Nazik bir mevzu bu! Lütfen...”
“Tamam dede tamam! O zaman bir kurgu oluşturalım. Sürekli namaz kılıyor insan, ayağı seccadeden ayrılmıyor. Ezberlediği duaları okuyor, öğrendiği hareketlerini yapıyor. Sonra da dileklerini sıralıyor. Peki, putlara taparken ne yapıyordu insanlar? Şu anda Allah’ı bilmeden sevmeden kılınan namaz nasıl? “Bilmeden anlamadan ne hakla namaz kılarsın? “Ben O’nun karşısındayım!” dersin! Yaratan’ı içinde hissetmeden nasıl taparsın! Ey kul! Sen Müslüman’san neden gerçeği aramazsın?” dedim kendime. Bir çok Müslüman görüntüsündeki insan namaz kılıyor ama bilinçli mi acaba? Nasıl bir Zatın huzurunda olduklarının farkındalar mı acaba? Bence çok azı farkında...”
“Kim O’nu tam anlamıyla biliyor ve kim gerektiği gibi seviyor acaba? O’nu kolayca bilebileceğini, tam anlamıyla kavrayabileceğini mi sanıyorsun? O’nu bilemeyeceğini anlamak, bilmektir! Kavrayamayacağını anlamak, kavramaktır!”
“Namaz niye var? Yaratan insanları kendine yönelterek Zatını unutturmamaya çalışıyor olabilir mi? Bence inanç önemli! O’nu her an hatırladıktan sonra... Ben çok kötüyüm! Uçuyorum! Bu konuyu burada kapatalım! Sadece inanç içten olmalı!
Ben az kaldı haddimi aşıyordum. Yalnız seninle bunları da paylaşmam gerekiyordu. Ne faydası olur bilmiyorum ama hiçbir söz de rastlantı olarak ağızdan çıkmamıştır.”
“Rastlantı diye bir şey yoktur. Allah izin vermiştir ki söylemişsindir ama sözlerinden de sorumlusun! Unutma! Dediğin gibi haddini aşmaktan sakın! Yalnız iman kâfi değil! Yalnız sevgi de öyle... İbadet, keyfi değildir, emirdir! Acaba ibadetler zor geldiği için mi kıvranıyordun? Onun için mi asırlarca geriye gidip kendine din olarak Şamanizm’i seçtin? Onda ibadet yok muymuş? Günlük gazete kapış kapış satılırken ve parasal bir ederi bile varken, günü geçmiş gazetenin değeri nedir? İnsanlar Allah’ı bulmuş, Kur’an’a kavuşmuş, ibadetin mutluluğunu yaşarken, milyarlar O’na boyun eğer, secde ederken, sen neden başını eğmiyorsun?”
“Adımı boşuna kaçık koymadılar. Seviyorum uçurumların kenarında dolaşmayı. İnsanları seven biri güven duymasını da bilir. Allah’ı da seviyorum ve O’na güveniyorum. O beni korur ve kıyamaz yakmaya.”
“Evet! Rahman’dır, Rahimdir! Merhametlilerin en merhametlisidir ama isyanı sevmez! O’na boyun eğmemek ne demektir! Çaydanlığın demliğinin altından eline bir damla sıcak su gelse acısına dayanamazken, sen ne kadar cesursun ki defalarca tasvir ettiği cehennem azabından korkmuyorsun?”
“Korkuyorum dede! Korkmadığımı söylemedim ki!”
“O zaman “E, Allah’ım, Seni ben severim, Senden korkarım da, azıcık çift tanrılı eski bir dine de girivereyim! Sen de beni seversin ya...” mı dedin o dine girerken? Herkes Mersin’e giderken, sen niye tersine gittin? Hangi ispata dayanarak, o tedavülden kalkmış dini güncellemeye çalışanlara kandın? Kitap yoksa, Peygamber yoksa, kurallar yoksa, ibadet şekli yoksa, Hak din diye bir şey de yoktur! En son ve en modern, tahrifata uğramamış gerçek din İslam’dır. Milyarların gururudur.”
“Onda da tek tanrı inancı varmış. Adı değişikmiş sadece. Eski Türklerin dini... Biz Türk değil miyiz!”
“Türk’sek, ille de Şamanist mı olmamız lazım! Bildirilen adın ne kusuru vardı ki ona başka ad aradın? Allah, aynı Allah’sa, kitabı, peygamberi sahabesi on iki imamı, on iki piri ve yüz yirmi dört bin peygamberiyle muazzam bir temele dayanan kusursuz bir dinse, o kör kızların peşine takılıp da el yordamıyla arayarak bulmaya çalıştıkları, aldanış içinde tuttukları yola neden düştün?”
“Milliyetçiliğim baskın geldi dede!”
“Ya, öyle mi? Türklüğün, dininden önce geldi yani? Kabre indiğinde sana, hangi ırka mensup olduğunu mu soracaklar? İlk soru imandan, ikinci soru namazdan... Aklını başına topla!
Türkler o zamanlar gerçeklerden habersiz, diğerlerinden iyice bir yol tutturmuş gidiyorlarmış. O din, o zamanlar için kabul edilmiş ve rağbet görmüş olabilir. Puta tapmamışlar, ateşe tapmamışlar ama henüz doğruyu da bulamamışlar. “İslam’da bir kusur yok. Ben İslam’da değil, kusuru insanda buldum.” diyen sen değil misin ki bilinçsizce namaz kılanlarla uğraşıyor da namaz gibi dinin direği olan bir ibadetten uzak kalıyorsun? İslam kusursuzsa, neden görünüşte ibadet eden bazı soysuzların yaptıkları kötü işler nedeniyle ibadeti ve dinini bıraktın da başka bir din arayışı içine girdin?”
“Dinimi bilmiyormuşum. Öğrenmeye çalışıyorum. Okuyorum, soruyorum.”
“Benim mükemmel dediğim İslam dini hakkında aklına takılanlar neyse sor, elimin erdiğince, dilimin döndüğünce sana bilgi vereyim! Bilemediğim konular olursa araştırır birlikte öğreniriz.”
“O zamanlar Türkler aciz miydiler? Neden öyle bir dini kabul ettiler?”
“Eski Türklerin o inançları, aciz olduklarından değil, o zamanlar henüz yeteri kadar bilgiye ulaşamadıkları için içinde kaldıkları durum nedeniyledir.”
“Bir ara Şamanist olduğum için çok kızmışsın bana dede. Fakat anlamaya çalış. O zamanlar ben kendimde değildim. İnşallah Allah affeder beni! Suçumun ne kadar büyük olduğunu biliyorum ama inan ki iyiyle kötüyü ayırt edecek durumda değildim. Sen aşmış bir insansın. Ben öyle miyim ya!”
“Kızarım tabii sana. Birbirimizi yeni tanıdık ama çok sevdik, değil mi? Madem ki dinimiz kardeşlik dini ve biz din kardeşiyiz, kendimi yakacak olsam, sadece seyredecek, bir laf demeyecek misin?
Ben sana nasıl karışmam? Nasıl saygı duyarım kendini ateşe atışına? “Bana ne? Ne olursa olsun!” dememi mi bekliyorsun? Eğer duymasaydım, bilmeseydim haliyle susardım. Duydum öğrendim ve öğrendiğim andan beri huzursuzluk içindeyim. Nasıl durayım!
Ben aşmış mıyım aşmamış mıyım, şaşmış mıyım şaşmamış mıyım hiç önemli değil. Bir insan ne kadar büyük olursa olsun bir metrekareye sığmayacak mı! Ne kadar yükseğe çıkarsa çıksın, yerin bir metre altına inmeyecek mi! Kaldı ki ben cahil adamın biriyim.”
“Öyle deme dede! Allah’ı bilen cahil olur mu!”
“Ben toprağım. Paspasım. Köprüyüm. Çiğner geçersin, Rabbine ulaşırsın! Toprağım, her şeyi kabul ederim. Her kötü sözü... Sen feveran edersin, ben örterim. Ben toprağım, sararım, kucaklarım, gül sunarım alabildiğine...
Göreceğim bakalım, akıllı mısın, aptal mı? Akıllı olan akıl yolundan gider. Yarı yoldan dönmez. Benim ne menfaatim var ki sana bu kadar dil döküyorum, gerçeği gözüne sokuyorum! Sen cennete gideceksin de bana yer mi ayıracaksın! Ama ben insanım! Ama ben Müslümanım! Ama ben seni sevdim! Çok sevdim deli kız! Uçuk kaçık kız! Seni umursamazlıktan gelemem! Es geçemem! Başıboş bırakamam! Delalette koyamam! Ölünceye kadar konuşsak, her gün saatlerce de emek verecek olsam, helakine göz yumamam! Ben sana nefsim için kızmam! Asla! Kimseye nefsim için kızmam. Darılmam. Tanıştığım, seçtiğim, ölene kadar dostumdur. İşime gelmeyince ondan yüz çevirmem. Küçük bir anlaşmazlıkta küsmem. Bana darılsan da sana karşı olan durumum değişmez. Arkadaşlığım pazara kadar değildir. Allah rızası içindir ve mezara kadardır.
Bana hakaret etseydin ki çok yaklaştın, yine de hiçbir şey değişmezdi. Ben Allah için sever, menfaatime dokundu diye arka dönenlerden olmam. Sana menfaatim için sataşmıyorum. Sordum “Konuşayım mı? Susturacak mısın?” diye. Söz verdin ama yine dayanamadın. Sen benimle konuşmazsan benim bir kaybım olmaz, sıradakilerle ilgilenirim. Olan sana olur!
Çünkü sıradan biri değilim. Kolay bulunan bir arkadaş değilim. Sana hiçbir çıkar gözetmeksizin yaklaştım. Senden hiçbir talebim yok. Olmayacak da... Sadece içim rahat değildi. Allah vardı ve Birdi. Seninki de benimki de O idi. Adı neden başka olsundu? Sen de Allah demekteyken neden dininin başka bir adı olsundu?
Ben sana “İbadet et!” dedim. “Bütün ibadet edenler makbul kullardır ve mutlaka cennete girecekler!” mi dedim! Neden bana bazı yanlış işler yaptıkları halde ibadet de edenleri örnek olarak gösterdin? Dedim ki: “İslam var! Mükemmel ve yeterli! Kişiye Allah yeter! Güzel bir insansın, Güzel’e koş! İleriye git! Geriye bakma! Dürüstsün, doğru yoldan ayrılma! Sırat-ı Müstakimde ol! Emirlere itaat et, yasaklardan sakın!
Benim pişmanlığım olmaz. Doğru yolda olduğumdan eminim. Müslüman olup da pis işler yapanlara dinim “Öyle yapın!” demiyor. Onlar yüz karası olabilir. Dinim apak!
Sana bunları söylemeseydim belki Allah bana derdi ki: “Sana bir kulumu yönlendirdim, doğruları biliyordun, neden ona söylemedin? Neden onunla ilgilenmedin? Neden onu elinden tutup da bana getirmedin?” Ne derdim O’na o zaman?
Ölünceye kadar içimin dediğini yapacağım. Yüzde yüz gerçek bildiğim her şeyin arkasından sürünerek de olsa gideceğim ve elimin erdiği, gücümün yettiği herkesi de çekiştireceğim. Gerekirse sırtımda taşıyacağım ve “Of!” bile demeyeceğim! Senin gibi işime gelmeyince dosdoğru yolumdan dönmeyeceğim, asla!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 754