- 375 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
753 - REENKARNASYON
Onur BİLGE
“Uzaydan mı geldin sen dede? Yoksa geçmişten ya da gelecekten mi ışınlandın buraya? Gerçekten sen nesin, kimsin? Benim aklım almadı! Bir insan bu kadar çok bilgi ve deneyime sahip olabilir mi?”
“İlk girişte tıp kazanan ben değilim kızım. Ortayı bile bitiremedim. Hangi bilgiden bahsediyorsun? Deneyimse, hayat var ya hayat... Kafana vura vura öğretiyor kendisini!”
“Nasıl birisin sen? Kaç kişisin? Ne bileyim, anlamadım gitti! Kısacası kafamı karıştırdın, allak bullak ettin. “Bilgiye insanın ömrü yetmez!” diye düşünüyordum. Sen tüm bu düşüncemi değiştirdin. Bildiğim doğruyu yanlışa çevirdin. Bize yetecek kadar bilgiye ömür yetiyormuş. Tabii ki sana karşı saygı ve hayranlık duyuyorum ama korkuyorum da... Bana bir şey yapacağından değil, sadece hayata bakış açımda kısa sürede büyük bir sıçrayış yapmış olduğumu hissettiğim için...”
“Az uğraştırmadın beni! İnşallah artık aklını başına devşirmişsindir!”
“Seni kırmamışımdır umarım. Aksi halde üzülürüm. Bende birazcık nobranlık vardır. Karşımdakinin kırılıp kırılmayacağını düşünmeden doğru bildiğim sözleri sıralayıveririm.”
“Yanlış yoldaydın!”
“Evet yanlış yoldaydım. Düzeltmeye çalışıyorum. Ayrıca sen kendini aşmış birisin. Neden benim gibi sıradan biriyle konuşmaya tenezzül ettin? Ben sıradan, normal biriyim. Senin gibi olamam. Kafam hâlâ çok karışık.”
“Ben bir şey olmuş değilim. Kimse hemen bir şey oluvermiyor. Zaman gerekiyor bazı şeylerin olması için. Merdiven basamak basamak... Adım adım çıkılıyor. Hepimiz düşe kalka merdiven çıkmaya çalışıyoruz. Anlayamadım, neden korkuyorsun benden?”
“Bilinmeyenden korkulmaz mı! Senin aslında kim olduğunu bilmiyorum. Gariban mısın, evliya mısın, cin misin, uzaylı mısın?”
“Saçmalama Işıl! Masallardaki gibi “Ne inim ne cinim! Senin gibi bir Ben-i Âdem’im!” dememi mi bekliyorsun?”
“Sahi dede, kimsin sen?”
“Abdullah! Dedim ya!”
“Hepimiz abdız. Allah’ın kuluyuz. İnsan da cin de şeytan da uzaylı da... Kim değil ki!”
“Allah’ın kullarından korkacağına Allah’tan kork!”
“Duvarda şöyle siyah boya ile boyanmış büyük bir tablo olsun, altında da bir imza ama kime ait olduğu belli olmasın. Sadece o tabloyu ve altındaki imzayı görüyor olalım. İşte sen öyleydin!”
“Yani kapkara mıydım ben? Bir apartmanın yan duvarı gibi, öyle mi? Senin için öyle miydim? Ne güzel bir benzetme! Gururlandırdın beni!”
“İlkin öyleydin. Daha bitmedi. Bir ara tablonun bir kenarının hafifçe yırtık olduğunu fark etmiş olayım. Yırtık yeri düzeltmeye çalışırken bir anda daha fazla yırtılıversin. Üstündeki siyah kâğıdı yırttıkça altından güzel bir manzara resmi çıksın!”
“Güzel bir manzara, öyle mi? Bu da güzel! Neden bir portre falan değil de manzara? İyi ki natürmort demedin!”
“Gülme dede! Bekle biraz lütfen. Sonra bir yer daha görünsün. Merak ediyorsun ya. Biraz yırtıp bakıyorsun. Onun altından harika bir manzara resmi daha çıkıyor. O kadar mükemmel ki hiçbir kusur bulamıyorsun! İnsan elinden öte bir elle yapılmış. Bambaşka bir ruh girmiş içine. Ne hissedersin? Bu bilgiden korkmaz mısın?”
“Anlattığın, beni ve bilgimi falan değil, Allah’ı ve yaratılışı hatırlattı. Her şeyi iç içe yarattığı halde görünmeyen O’dur. Görülemeyen bilinmeyen, bilinmeye çalışılan ama kavranamayan, yok gibi duran, aksine her yarattığı bir yere kadar, oysa Zatı ezelden ebede var olan... O kadar var ki O’ndan başka ne varsa şimdi var, biraz sonra yok ve O hiç ama hiç değişmeksizin her zaman, sonsuza kadar, zamanın içinde de, dışında da var!”
“Senin benzetmen çok daha güzel oldu dede! Yaratılanlara hiç o gözle bakmamıştım.”
“Yaratılanlar, çıplak gözle bakıldığında farklı, büyüteçle bakıldığında farklı. Mikroskopla bakıldığında çok daha farklı... İç içe âlemler yaratmış! Hayranlıkla seyrediyor, hayretler içinde kalıyoruz!”
“Yıldızları da uzağa yerleştirmiş. Onları da teleskopla seyrediyoruz. Uzayın derinliklerine gidilince çıldırmamak imkânsız!”
“Onlar da iç içe âlemler... Sistemler, galaksiler... Samanyolu’nu düşünmek bile akla zarar!”
“İyi ki gözlerimizin belli bir görüş sınırı var. Çok daha öteleri göremiyoruz. Çok daha fazla detay da seçemiyoruz. Aksi halde mesela yoğurdun içindeki çıplak gözle görülemeyen şeyleri görüyor olsaydık, onu asla yiyemezdik! Ya da cildimizin üzerindeki mikropları görebilseydik, banyodan çıkamazdık! Biz Tıp fakültesinde mikroskopla ilkin kürdanla dişlerimizin arasından çıkardıklarımızı incelemiştik. Sabahleyin dişlerimizi fırçalamış olduğumuz halde camın üstünde kaynaşanları görünce ne kadar tiksinmiştik!”
“Allah, gözlerimizin, kulaklarımızın, dilimizin, derimizin, hatta aklımızın ayarını biraz kısmış. Belki de öteki dünyada tam kapasite çalışacaklar. Boşuna mükemmel yaratmamıştır! Azalarımız ve organlarımız dünya hayatına ayarlı çalışıyorlar. Bu benim fikrim.”
“Bence de öyle dede. Eniştemin dahi aklının onda biri bile çalışmıyormuş. Kalanı fuzuli yaratılmamıştır herhalde!”
“Eniştenin mi? Kim o? Daha önce hiç bahsetmedin ondan bize.”
“Einstein... Albert Einstein...”
“Desene yahu! Gençlerin apayrı bir dünyaları var. Aranızda yepyeni bir dil meydana getirmişsiniz. Biz sizi kolay kolay anlayamıyoruz.”
“Anlayamazsın tabii ki dedeciğim. Çünkü aramızda çağ farkı var! Duyduğuma göre sen milattan önceki devirlerden birinde doğmuşsun. Taş devri miydi, bakır devri mi? Tunç devri olmadığı kesin de...”
“Evet ya! Dinozorların elinden zor kurtarmıştım canımı! Yoksa hayatta kalabilir miydim!”
“Dedeciğim! Biz seninle cennette karşılaşmış olabilir miyiz? Belki de orada çok iyi arkadaştık. Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Hani bazen “Seni çok önceden beri tanıyordum!” deriz ya bunun gibi bir şey işte!”
“Belki de Kal-u Belada yan yana düşmüşüzdür! Orada birbirleriyle tanışık olanlar yeryüzünde de karşılaşır ve tanışırmış. Öyle derler.”
“Aklıma bir şey daha takıldı. Mutlaka onu da bilirsin. Ben dünyaya aynı ruhla faklı bedenlerle sürekli geldiğimizi düşünüyorum. Bu olay da kafamı karıştırıyor. Böyle bir şey var mı? Ayrıca her insanın bir görevi var. İnsan önceki yaşamında görevini yapamadan öldüğü için görevini tamamlayana kadar dünyaya ayrı bedenlerle geliyor diye düşünüyorum. Böyle bir şey olamaz mı?”
“Reenkarnasyon diye bir şey yok! O Hint felsefesinde falan var. Mülk Suresiyle çürütülen sakat bir fikir o! Cehennemlikler de hayvanlar gibi toprak olup gitmek isterler ve derler ki: “Bizi tekrar dünyaya gönder, o yaptıklarımızı yapmayacağız!” ama onlara bu hak bir kereye mahsus verilmiştir. Yaklaşık bu anlamda bir açıklama var. Motomo olmasa da bu bağlamda...”
“Yani kimseye ikinci bir hayat hakkı yok, öyle mi?”
“Tabii ki yok! İbadet ve itaat için bu fırsat herkese bir kere veriliyor. Zaman bu zaman... Yarına çıkmaya kimsenin elinde senet yok! Firavun da tekrar geleceğini sanmıştı ve ona göre hazırlık yapmıştı. “Ben sizin yüce Rabbinizm!” demişti halkına ve tekrar dünyaya geleceğinden ne kadar da emindi! Belki kendisinin ölümsüz falan olduğu zannına kapılmıştı.”
“Evet dede! British Museum’un ikinci katında cam fanus içinde, secde vaziyetinde teşhir ediliyor, İngiltere’de.”
“İbret-i Âlem için üç bin yıldır çürümeyen ceset olarak, değil mi? Ayette bahsedildiği gibi... Nil’de bulundu. Suda dahi çözülmemiş. Bilirsin, ceset suda iki ayda çözülme başlar.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 753
YORUMLAR
Tabrikler
............
Müzedeki büyük ihtimal fravundur.Baktiler ki ayeti kerimeyi tasdikliyor,İnsanların Müslüman olmasına vesile oluyor, kendi ayağımıza SIKTIK diyerek hemen bir kılıf buldular , efendim o cesad bir köylüdür. bir çifçidir...Demek istiyorlar ki, normal bir insanda çürümeden durabilir.Normal bir insan olduğuna herhangi bir kanıt yoktur.
-öğreten- tarafından 29.3.2021 22:57:42 zamanında düzenlenmiştir.
-öğreten- tarafından 30.3.2021 01:00:48 zamanında düzenlenmiştir.
Beş bin yıl önceki kültürün bir yapı taşı olan, Krişna ya kadar uzanan bu inanç şekli günümüzde Budist felsefenin bir parçası durumundadır. Felsefenin kabul etmediği kültür ve davranışlar o felsefe tarafından reddedilir ve kaybedilir. Arapçada reankarnasyona tenasüh denir. İkisi aynı şeydir. Kültür yaşayış şeklidir toplumlar için. Giyinme, yemek yeme, davranışlar kültürü meydana getiren unsurlardır. Ölüm ve sonrası inançla ilgilidir. Reankarnasyon da inançla ilgilidir.
Şu ana kadar okuduğum en kötü yazınız. Bilgi ve hüküm hatalarıyla dolu...örnekler: Tablo örneği daraltılmış bir benzetme, müzedeki firavun değil sıradan bir köylü, ayet açıklaması yanlış ve hatalı, tenasüh ve reenkarnasyon farklı şeyler, Bahsettiğiniz Hint felsefesi değil Hint kültürü daha saymayayım, yeterli.