- 546 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
746 – EZAN SESİ
Onur BİLGE
Ah Işıl ah!.. Biter mi Işıl’ın derdi! Bir bakmışız dünyanın en neşeli, en mutlu insanı, bir de bakmışız ki hiç o değil! Dalıp dalıp gitmeler, anlayamamaktan kavrayamamaktan yakınmalar, iç sıkıntından patlamalar... Çılgınlar gibi gülerken hıçkıra hıçkıra ağlamalar... Allah Define’ye de bize de sabır versin! Ancak onun başına gelenler kimseciklerin başına gelmesin İnşallah!..
“Ne olur dede! Ne olur dinle bak ne gördüm! Bu son olsun! İnşallah bir daha görmem de anlatmam da! Zaten artık görmüyorum. Bu çok önceden gördüğüm bir şeydi. Tamam mı? Anlatabilir miyim?”
“Tamam kız, tamam! Anlat! İnşallah son olur zaten! Canıma yetti!.. Ahmet! Hepimize birer çay getir oğlum! Başka türlü çekilmez bu kızın derdi!”
“Tamam dede! Emrin olur! Paralar Işıl’dan değil mi?” diye gülerek kalktı Ahmet. Işıl duymazlıktan geldi. Onun derdi para falan değildi ki! Ailesinin sayesinde, ekmek elden su gölden geçinip gidiyordu! Keşke bütün derdi para olsaydı! Yaşadıklarını paylaşmanın heyecanı ve aceleciliği içindeydi.
“Ruhumu satmadığımı söyledim ya o zaman aklıma geldi. Bunda da uyku ile uyanıklık arasındaydım. Henüz yastığa kafamı koymuştum ki bu olayı yaşamaya başladım.
Erkek kardeşimle benim ranzam altlı üstlü. Ben alt ranzada yatıyorum. Her neyse... O akşam kardeşim yoktu. Ben yalnızdım. Tam yattım, gözlerimi kapatıp uyuyacaktım, neden bilmem, bir anda gözümü açtım ve ranzanın üst kısmında, yani bana dönük kısmında bir adam gibi bir şeyin dolanmakta olduğunu gördüm. Benim gözlerime baktı ve bir anda üzerime atladı!
Sonra ne mi oldu? Derime tırnaklarını geçirip, içimi açmaya çalıştı. İçime girecek, ben olacaktı. Ya da ben o olacaktım! Ben de o sırada var gücümle mücadele etmeye başladım! Onu boğazından tuttum, olanca kuvvetimle sıkmaya başladım! Sıktım sıktım... O sırada birkaç ses duydum. “Onu bırakma! O senin gücünü emmeden sen onun gücünü em!” dedi birileri bana. “Ben nerdeyim?” derken kendime geldim. O görüntü ve sesler kayboldu. Bana bunu ne olduğunu açıklar mısın dede?”
“Ne olacak! Kâbus görmüşsün. Bu kadar basit...”
“Ben çok zor ağlarım. Ağladığımda da saatlerce ağlarım. Benim hiç ayarım yoktur.”
“Bilmez miyim!”
Yaşadıkları az değildi! O başına gelenler bilinç altında ne kadar durabilir! Ara ara dışarıya çıkacak mutlaka. O farkında ya da değil... Ruhen tecavüzün tesiri altında... Uyku haline geçişte, ruh bedenden uzaklaşır uzaklaşmaz geçmişe gidiyor düşünce.
Yanımızda başkaları da olduğu için dede de ben de bir şey demedik. “Geçmişte yaşadıkların hâlâ kâbuslar halinde gün yüzüne çıkıyor. Çok genç yaşta başına gelenler, kaldıramayacağın kadar büyük ve acı olaylar... Onun için görüyorsun bütün bunları. Onun için bu haldesin. Zaman, her şeyin ilacı! Zamanla unutacaksın İnşallah! Rahatlayacaksın.” diyemedik. Ancak o biliyor kendisini. Ne düşüneceğimizi, ne diyeceğimizi de aşağı yukarı tahmin edebiliyor. İlk girişte Tıp Fakültesi puanı tutturmak kolay mı! Zeki kız aslında.
“Beni geçmişiyle yaşayan, karamsar, içine kapanık, olumsuz biri olarak görmeyin! Öyle biri değilim. Geçmişimi unutamam. İnkâr da edemem. Acılarıma sahiplenirim ama bugünümün de kıymetini bilirim. Aranızda benden daha neşelisi yoktur. Öyle değil mi? Yaptığım şakaları biliyorsunuz. Hayat doluyum aslında. Hem çok şükreden biriyim. Ancak insanların içindeki sevgiyi görmeye çalışıyorum. En çok ihtiyacım olan o çünkü.” diye kendisini tekrar özetleme gereği duydu. Yetinememiş olacak ki devam etti:
“Bir olay daha var, anlatmak istediğim. Bir sene kadar önceydi. Sabaha doğruydu. Henüz gün ağarmamıştı. Ezan vaktine yakındı. Bir sesle uyandım. “Işıl! Sen Allah’a emanetsin!” diyordu. Bunu tam üç kere tekrarladı. Üç kez de ezan sesi duydum. Ayrı ayrı yerlerden okunan ezanlardı. Şaşırdım tabii ki! Sonra ne mi yaptım? Üçüncü ezanda kafama dank etti! Yeni okunmaya başlanmıştı. Dedim ki: “Işıl’ım, sen gidiyorsun! Gözün açık, bilincin yerinde, ölüyorsun! Madem öyle, bari gider ayak, ezana eşlik et!” Ezanı okuyanla birlikte bende okumaya başladım. Sonra o ses gitti. Ezan bitti. Ben mi? Bir süre kendime gelmeye çalıştım. Bu ses de neydi?” diye düşünmeye başladım. Yatağım pencere kenarında olduğu için elimi uzattım, perdeyi çektim, gökyüzüne bakmak istedim. Bir süre gökyüzünü seyrettim. Havanın renkten renge girmesini, bulutların yer değiştirmelerini, şekilden şekle bürünmelerini seyrettim. Gökyüzüyle oyalandım. Ortalığın yavaş yavaş ağarmasını izledim. Önce şekiller siluetler halinde çıktı ortaya, daha sonra da tüm detaylarına kadar görünmeye başladılar. Kendimi ağaçlar, çiçekler, çimenler gibi hissettim. Acaba onlar da bir şeyler hissediyorlar mıydı benim gibi? Onlara da rahatsızlık veren maddi manevi birileri var mıydı? Vardı elbette. Bir süre de onların yerine koydum kendimi. Sonra bir sokak köpeği çıktı ara sokakların birinden. Kulaklarını dikmiş, kuyruğunu sallaya sallaya acelesizce, hayatı olduğu gibi kabullenmiş bir halde yürüyerek karşı kaldırıma çıktı ve uzaklaştı. Amacı neydi? Hayatından memnun muydu, değil miydi? Uykuları rahat mıydı? Onun da rahatını kaçıran bir şeyler var mıydı? Onlar da hayal ya da rüya görürler miydi? Böyle şeyler düşündüm. Sonra da bitki ya da köpek olarak falan yaratılmadığım için şükrettim. Bir ailem, barınabileceğim bir evim, sıcak bir yatağım, yiyeceğim içeceğim vardı. Allah’a şükrettim. Rahatlamış bir halde kendimi uykuya bıraktım.”
Bazen insanların karşılarına öyleleri çıkar, başlarına öyle şeyler gelir ki canlarından bezerler! Öyle zamanlarda onca acıyı yalnız insanların çektiklerini zannederler ve “Keşke ağaç olsaydım! Taş olsaydım! Keşke başka bir yaratık olsaydım da böyle acılar içinde kıvranmasaydım!” derler. İnsanlar, ne ederlerse kendilerine ederler. İhmal, tedbirsizlik, körükörüne güven, boşvermişlik gibi yanlışları yüzünden zarar görürler ve zarar verenleri suçladıkları kadar kendilerini de suçlamaya başlarlar. Derin hayal kırıklıkları ve dayanılmaz pişmanlıklar içindedirler. Hele tecavüz gibi olaylarda beden de isyanlardadır ruh da... Hem gelecekte kuracakları yuva konusunda hem de Allah’a verecekleri hesap konusunda büyük bir yük altında olduklarını hissederler. Onun için onları kolay kolay kimse teskin edemez.
“Dedeciğim, inan ki ben seni üzmek, sıkıntıya sokmak istemiyorum ama inan ki bunları paylaşabileceğim kimse yok etrafımda. Sen her halinle beni etkilemeyi başardığın için sana anlatıyorum. Engin bilginden, zengin deneyiminden yararlanmak istiyorum. Senin yüreğin çok temiz. Ben sende gerçek insanlığı görüyorum. Allah’a emanet olmak nedir? Neden ben Allah’a emanetmişim? Yalnız ben mi yoksa herkes mi Allah’a emanet? Bana neden dendi bu? Hem de üç kez ayan beyan, tane tane söylendi? Kulağımla duydum. Uyumuyordum. Rüya değildi.”
"Hepimiz birbirimizi Allah’a emanet ederiz. Onunuz ve Onun korumasındayız ama bu çok güzel bir dilektir. Düşünecek olursak, kimin malını kime emanet ediyoruz? İşin içinden çıkamayız! Bizim asıl sahibimiz Allah’tır. Aslında biz birbirimize emanet edilmiş olabiliriz.”
“Aslında öyle tabii ki! Fakat ne anlama geliyor bu söz? Önceden hemen kavrayıverdiklerimi şimdilerde anlayamaz haldeyim, biliyor musun dede. İlaçların tesirindendir belki. Çok ağır sakinleştiriciler alıyorum.”
“İyi niyetle söylenen bir söz, bir dilek, yani duadır. “Ben seni Allah’a, yani en yüce, en güçlü varlığa emanet ediyorum. Seni O korusun, gözetsin, sana hiçbir zarar gelmesin!” demektir. Genellikle insanlar ayrılırlarken, sanki o zamana kadar birbirlerini kendileri koruyormuşlar da ayrıldıklarında, korudukları korumasız kalacakmış gibi bir endişeye kapılırlar ve böyle dua ederek belki de içlerini rahatlatırlar.”
“Aklımdayken... İlk ezan biter bitmez ikinci, o biter bitmez üçüncü başladı. Bu ne demek?”
“Yeryüzünde ezanımız, hiç bitmeden okunmaktadır. Çünkü meridyen farklılığından her yerde namaz vakitleri farklı olmaktadır. Mesela Antalya’da Alanya’da biter, Manavgat’ta başlar, Manavgat’ta bitmeden Serik’te okunmaya, Serik bitirmeden Side’de okunmaya başlar. Orada bitmeden Antalya’da, bir dakika sonra da Kemer’de okunacaktır. Bir il içinde bile bu böyleyse, aynı meridyendeki bütün yerleri düşün! Bir de, diyelim ki birkaç meridyende akşam ezanı okunuyorsa, diğer meridyenlerde de diğer namaz vakitlerini bildiren ezanlar okunmaktadır. Meridyenler arası zaman farklılığından güneş bir yerde henüz doğarken, bir yerde batmıştır bile ve Ezan-ı Muhammedi, her an, her yerde birden veya art arda okunmak suretiyle o mübarek seda dünyayı kuşatmaktadır. Böyle bir güzellik, başka hiçbir dinde yoktur!
Metalik sesle değil de insanlar, insan sesiyle namaza davet edilmektedir. Kaptan’ın beni, benim sizi iyiliklere ve güzelliklere davet ettiğim gibi...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 746
YORUMLAR
Ufuktan doğan güneş ezanla doğar ezanla batar bütün insanlık da aldığı her nefesi Allah'ın hu ismi ile verir
Salarlı şair tarafından 22.3.2021 03:40:56 zamanında düzenlenmiştir.