- 686 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
745 – ARKA TAŞ
Onur BİLGE
Define tavır koyunca Işıl birkaç gün ortalıkta görünmüyor. Sonra hiçbir şey yapmamış gibi tekrar geliyor. Elcik bir kedi sırnaşıyor, küçük bir çocuk gibi masum numaraları yapıyor, allem ediyor kallem ediyor, yine başlıyor kaldığı yerden dedeyi uğraştırmaya.
“Dedeciğim! Benim canım dedeciğim! Bana bağırıyorsun çağırıyorsun ama ben yine de senden vazgeçemiyorum. Bilmem nasıl yapıyorsun ama beni çekiyorsun. Büyülenmiş gibi Virane’ye geliyorum.”
“Neden geliyorsun? Evinin suyu mu çıktı?” diye tatlı tatlı dokunduruyor dede.
“Neden bilmiyorum. Sanki aramızda çok ince bir iple bağlıyız, kimsenin görmediği. Hatta biz de göremiyoruz, sadece hissediyoruz.” diyor Işıl. Nereden gireceğini iyi biliyor.
“Ben hiçbir şey hissetmiyorum nedense! Nasıl bir ipmiş o?” Diye burnunu dikiyor dede.
“Seni çok seviyorum dede! Bu sevgi ne ana ne baba dost ne arkadaş ne de bilinen başka bir çeşitte... Çok farklı... Ne ve nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Bilsem anlatacağım. İçimde sana karşı anlatılmaz bir sevgi yoğunluğu var! Işılca diyelim! Belki şimdi tanımlanmış oldu.”
“Ha! Işıl’caysa anlaşıldı. Yani deli deli...”
“Gülme dede. Hani sana saçma sapan sorular soruyorum ya... Aslında o sorular, her insanın soracağı normal sorular ama sen hemen kızıveriyorsun! Meraklı biriyim ben. Merak ediyorum. Suç mu! Beni etkileyen rüyaların anlamını, yaşadığım olayların sebebini öğrenmek istiyorum.”
“Neden benden öğrenmek istiyorsun? Ben sana her şeyi bildiğimi söylemedim ki! Bir bileni ara bul, ona sor! Bu yaştan sonra beni delirtecek misin! Ben hasta ve yaşlı bir adamım! Yem olarak beni mi seçtin?”
“Ben insanlara hep temiz duygularla baktım ama çoğu insan temiz değildi. Bu yüzden çok üzüldüm. Aynı üzüntüyü tekrar yaşamaktan korkar hale geldim. Ancak sen bana güven veriyorsun. Sanki yeryüzündeki en güzel ve en dürüst insan senmişsin gibi geliyor bana. Onun için seni çok seviyorum dede! Sen ne dersen inanırım. Ne dersen yaparım. Nereye gitsen, gittiğin yere kadar peşinden giderim! Sen benim akrabam değilsin. Onları ben seçmedim ama seni seçtim. Onun için sen benim seçimimsin. Senden de sadece bana anlayış göstermeni rica ediyorum.”
“Ben herkese, dilimin döndüğü kadar iyiliği, güzelliği ve doğruyu anlatmaya çalışırım. Dinleyen dinler, dinlemeyen dinlemez!”
“Biliyorum ki iyiliğimi istersin. Körkuyuya atmazsın beni! Ancak iki cihanda da mutlu olmamı istersin. Önce bir şey sormak istiyorum. Hani ilk karşılaşmamızda gerçek adının ne olduğunu sormuştum ya... Sen de bana “Abdullah!” demiştin. Sonradan öğrendim ki gerçek adın o değilmiş. Necmettin Akman’mış. Sen yalan söylemezsin. Neden bana Abdullah olduğunu söyledin?”
“Sen de Abdullah’sın ben de... Abd, kul demek. Abdullah da Allah’ın kulu demek. Abdullah, sen beni beğenmedin, İstanbul’da biri varmış da ona gidecekmişsin de... Rüyanda demişler de... Onu ben biliyormuşum da... Seksen seksen beş yaşındaymış, sürekli ağlıyormuş da... Seni ona yönlendirecekmişim. Ne kadar saçmaladığını biliyor musun?”
“Ama rüyamda dediler onu...”
“Rüyayla amel olmaz! Rüyayla uğraşacağına gerçekleri görmeye çalış! Bunu sana kaç kere söyledim? Diyelim ki öyle biri var ve ben de yerini biliyorum . Seni ona gönderdim. Gittin, nasihat istedin. O ne diyecek sana? Benim dediklerimin aynısını, öyle değil mi? Yoksa farklı bir şeyler mi söyleyecek? Şayet öyle olacaksa, beraber gidelim! Ben de duyayım da ona uyayım!”
“Sahi gider miyiz dede? Var mı öyle biri?”
“Işıl! Kendine gel! Söylediklerimi iyi dinle, doğru anla! Aksi halde beni yorma! Akşemsettin’in hayatını bul da oku! Hacı Bayram’ı beğenmemişti. Mürşit aramaya girmişti. Ona boynundaki zincir gösterildi düşünde. Zincirin bir ucu Bağdat’ta ve boynunu sıkmakta, bir ucu da Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin elindeydi ve onu Ankara’ya doğru çekiyordu. Boğulacak gibi uyandı! Onun yolunu beğenmeyip başka mürşit aramaya gittiği için pişman oldu ve geri gelerek Hacı Bayram’a mürit oldu. Bir ara anlatmıştım o olayı. Bilmem sen de var mıydın.”
“Hatırlayamadım dede. Arar bulur okurum. Bursa’daki kitapçılarda vardır. Ben başka birini aramıyorum. Görüyorsun, kızsan da, kovsan da yine yanına geliyorum. Çünkü seni çok seviyorum. Biliyorsun. Her zaman diyorum ya...”
“Aslında beni değil, Allah’ı seviyorsun. Çok hem de... Yoksa, şimdiye kadar çoktan Orta Asyalılarına takılır, o bahsettiğin dine katılırdın. Hani bir zamanlar Müslümanlara kızıp da din değiştirdiğini, Şaman olduğunu söylüyordun ya... İmama kızıp da camiye gitmeyi bırakanlar gibi... Hamdolsun ki çabuk toparlandın! Titredin ve aslına döndün! Şimdi beni çok sevdiğini söylüyorsun. Beni seviyorsan, Allah’ı da seviyorsun demektir. Allah’ı seven, O’nun rızasını ister. O’nun rızasının nasıl kazanılacağını da anlattım. Benden daha ne öğrenmek istiyorsun?”
“Öncelikle beni tekrar affettiğin için teşekkür ederim. Ancak bana neden bu kadar hoşgörüyle yaklaştığını merak ediyorum. Seni o kadar kızdırıyorum, deli ediyorum, yine de beni affediyor, tekrar bana eskisi gibi davranmaya başlıyorsun. Bunu neden yapıyorsun? Deliyim diye mi idare ediyorsun beni? Başkalarına kızdığın zaman onları uzaklaştırıyorsun, ne kadar aracı gönderseler, özür dileseler bir daha Virane’ye almıyorsun.”
“Ne demiş Yunus? “Yaratılanı severim, Yaratan’dan ötürü." Onlar, yola geleceğinden ümidimi kestiğim, buradakilere de zarar vereceklerinden korktuğum kişiler... Ait oldukları yere gitsinler! Düzeldiklerine inanırsam, tekrar gelebilirler. Bilirsin, bir çürük elma, bir çuval elmayı çürütür!”
“Bana da garip geliyor sana olan bağlılığım. Buraya, yanına gelmekten vazgeçtiğim an bir şeyler oluyor. İçimde yoğunlaşan sevgi bana rahat vermiyor. Canımı Virane’ye dar atıyorum! Bu kadar çok sevgi ve ilgi nereden geliyor bilmiyorum. Aslında seni çok fazla tanımıyorum. Hayatın hakkında çok da bilgim yok ama senden vazgeçmemin de imkânı yok. Dedim ya... Gizli bir bağ var aramızda, sırrını çözemediğim. Sakın ip değil de altın zincir olmasın o dede? Onu nasıl taktın boynuma?”
“Allah sevk ediyordur. Benim bir şey yaptığım ettiğim yok! Benden alacağın bir şeyler vardır. Karınca kararınca... Ondandır.”
“Biliyor musun dede? Sen de çoktan benden vazgeçmiştin ama aynen benim gibisin. Sen de temelli göndermiyorsun beni. Kızınca: “Bir süre görüşmeyelim!” diyorsun, o kadar. O süre de birkaç gün oluyor. Tilkinin geleceği, kürkçü dükkânı...”
“Ben tanıştığım kimseye kolay kolay arka dönmedim. Arkadaş, arka taş demektir. O sana anlatılan Orta Asyalılar, savaşırlarken arkalarını büyük bir kayaya dayarlarmış ki kalleşçe bir saldırıya kurban gitmesinler! İşte o arka taş oldum ben her zaman ama tabii ki o da bir yere kadar!”
“Taş olduğun kesin! Bazen öyle gürlüyorsun ki kalbinin de taş kesildiğini sanıyorum ama ben sırtımı taşa değil, güvendiğim insana dayamak istiyorum. Sırtımı yasladığın kişi senin gibi gerçek dostum olmalı ve arkamdan hiç kaçmamalı! Bir daha beni dayanaksız bırakma, olur mu dede!”
“Sen de beni çileden çıkarma! Sabrımı zorlama!”
“Öylesine zıt kutuplardayız ki ve öylesine güçlü bir çekim içindeyiz ki! Sen bir deryasın, bense sana ulaşmaya ve keşfetmeye çalışan deli bir rüzgâr... Bazen tatlı bir ninni gibi esiyorum, bazen de fırtına haline geliveriyorum. Çünkü senin içindeki güzelliklerden ürküyorum. Anlayamadığım bilmecemin içindeyim. Debelendikçe çözüleceğime kördüğüm oluyorum.”
“Emeklerimin ziyan olduğunu hissettiğimde üzülüyorum, bunalıyorum. Beni zorlama! Muti bir kız ol!”
“Emeğin neden ziyan olsun ki dede! Bana iletmek istediğini ilettin. Hepsi şu küçücük beynimde kayıtlı. Bu sefer yaşadığım bir olayı yorumlamanı rica ediyorum. Lütfen dinle dede! Anlatmazsam çatlarım!..”
“Yine başlama Allah aşkına Işıl!.. Beni azat et! Canım azat, nikâhım helal!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 745