- 512 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
741 - URUC
Onur BİLGE
Işıl yine geldi Virane’ye. Doğru dedeye gidip elini öptü ve özür diledi. Onun kusuruna bakmıyoruz zaten. Dede durumunu biliyor. Kızar mı hiç! Affetti gitti. Bu kırgınlık da böylece bitti. Bitti ama bizimkinde sorun da söz de bitmez ki!
“Dün hiç uyumadım dede. Sabah ezanı okunduktan sonra dışarı çıktım ve sokaklarda deli gibi koştum. Genellikle rahatlamak için öyle yaparım. Bir nevi ibadettir benim için aslında. Kafamı boşaltırım. Sadece ve sadece doğa ile bütünleşmek isterim. yaratılanlara ayak uydurmak için de koşarım. İyi koşucuyumdur. Kolay kolay tıkanmam.
Kuşların, martıların ve inan ki birçok bilmediğim hayvanların seslerini, en çok da rüzgarı dinlerim. Yaprakların, çiçeklerin bile sesleri vardır ve bana bir şeyler derler.
“Deliyim!” demiştim. Genellikle yaptığım bir şeydir. Alışkanlık halini aldı. Katı yağ kuyruğuna girmek için erkenden kalkıyordum. Sabah ezanından önce sokağa çıkıyordum. Genellikle sabah ezanı yolda denk gelirdi. O zaman geç kaldım demek olurdu. Karbonat da piyasadan kalkmıştı. Ben de pasta ve poğaça düşkünüyüm. Sırf onun için nerede varsa, haber alınca erkenden gider kuyrukta yerimi alırdım.
Bazen ezanı o kıt bulunan madde kuyruğunda dinlerdim. Herkes uyurken ben caddelerde karaborsa maddelerin peşindeydim. Annemi babamı da dinlemezdim. Saati kurar kalkardım. Değer miydi? Değerdi! Onun da apayrı bir zevki vardı. Herkesin bulamadığı, alamadığı, kullanamadığı mamul madde bende oluyordu. Onu ben buluyor, satın almak için uğraş veriyordum.
Dün de annem erken kalktığımı zannetti. Halbuki ben hiç uyumamıştım ama bozuntuya vermedim. Normalde ne erken kalkarım ne de erken kalkmayı severim. Ancak dışarıya çıkıp koşacaksam kalkarım.
Galiba yine anlattıklarımdan minare yaptım. Böyle yapmamamı defalarca söylemiştin halbuki. İnan yine unuttum... Kafam çok dolu olduğunda her şeyi bir anda söyleme alışkanlığım var.
Bir daha minare yapmam. Söz!”
“Bir kişinin konuşmasına monolog denir. İki kişinin karşılıklı konuşmasına diyalog denir Işıl. Hep munolog halinde konuşursan, hitap ettiğin kişileri sıkabilirsin. Onun için bir sen söyle, bir de karşındaki ne diyecek bakalım, onu dinle ki sohbet olsun. Aksi halde masal olur, nutuk olur, bilmem işte öyle bir şeyler olur ama iyi olmaz. Onun için seni uyarmıştım ama heyecanlı yapın ve aculluğun sana fren yaptırmıyor.”
“Ben dedim! “Benden adam olmaz!” dedim ama anlatamadım. Can çıkar huy çıkmaz derler. Sen bunu kabul etmedin. İşlenen madenin değişikliğe uğrayacağını iddia ettin. İşin kötüsü... Ben maden değilim. Por taşım! Nasıl işleyeceksin? Elinde dağılıveririm. Değil maden, mermer bile değilim.”
“Kendine haksızlık etme kızım. Allah’ın her yarattığı değerlidir. Allah değer vermiş, yaratmış. Birimizi kaliteli birimizi kalitesiz yaratmamış. İyiye yönelen iyi olur, kötüye yönelen kötü olur. Her bebek tertemiz doğar. Altın çamura düşmekle değer kaybeder mi! Diyelim ki bir insan hata yaptı ya iyi niyeti yüzünden zulme uğradı. Biraz üstü başı tozlandı. Çırparız, yıkarız, eski haline gelir. Hangimiz dosdoğru yol aldık ki! Zaman zaman tali yollara saptık, çıkmaz sokaklara daldık. İnsan hali! Ayak almadık taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz! Sen bizim için değerli ve sevgilisin. Ne kaybedersen kaybet, kendine saygını kaybetme! Çünkü sen Allah’ın özene bezene yarattığı, nice özelliklerle donattığı harika, akıllı ve mesul varlıksın. Bunu unutma!”
“Sen de minare yaptın dede. İyi bir nutuk mu çektin artık bir dizi nasihat mı sıraladın, ne yaptın bilmem ama monolog yaptığın kesin!”
“Ya, öyle oldu. Genelde bir mecliste ihtiyarlar konuşur, gençler susar, dinler ve onun tecrübesinden ve bilgisinden istifade eder. Eskiden büyükler konuşurken küçükler ağızlarını açmazlardı! Zaman değişti. Daha da değişecek. Öyle bir zaman gelecek ki küçükler konuşmaya başladığında büyükler susacak, çıt çıkarmadan dinleyecek! Vaziyet onu gösteriyor.”
“Bizim bir tanıdığımız var. Onlara misafir geldiğinde annesinin odasından çıkmasını istemiyor. Kadıncağız, onlar gelmeden odasına çekiliyor. Onu sohbetlerine dahil etmek istemiyorlar. Eksik buluyorlar. Ondan utanıyorlar.”
“Allah ıslah etsin! Allah akıl fikir versin! Onlar da o hale gelecekler. Onların ona yaptığının aynısını evlatları da onlara yapacak. Tahta Tabak hikâyesini bilirsin.”
“Bir soru sorabilir miyim? Önemli bir soru... Akşamları yatağıma yattığımda genellikle haftada bir kez, bazen ayda bir kez beynimin içinde elektrik devresi varmış gibi kafamın içinde cızırtılar duyuyorum. Sonra sanki bir şey oluyor. Evren içimdeymiş gibi... Garip garip sesler duyuyorum. Radyo frekansı gibi... Alıştığım için artık korkutmuyor. Sadece kendimi bilmediğim bir boyutta misafirmişim gibi hissediyorum. Bir farkla... Ben kendimin farkındayım.”
“Başka bir boyuta mı geçiyorsun yani? Onu mu demek istiyorsun? Uyku uyanıklık arası... Yakaza hali yani... O halde mi hissediyorsun bunu?”
“Evet dede! Çok garip! O esnada zihnim de aynı şekilde çalışıyor, düşünebiliyorum. Ayrıca istediğim anda bu olayı bitirebiliyorum. Önceden yapamıyordum. Alıştım da... Bazen yarım kalan bir şeymiş gibi tekrar devam ediyor. Gözlerimi açtığımda bitiyor ya... Gözlerimi kapatır kapatmaz tekrar devam ediyor. Ben de sonuna kadar gidiyorum, beni öldürmediği için.”
“Şimdi bu olayın ne olduğunu mu merak ediyorsun? Onu mu öğrenmek istiyorsun?”
“Evet dede! Bu olayın ne olduğunu bir türlü çözemedim inan! Sanki; uzayda olduğumu düşün! O durumları yaşıyorum. Farklı bir şey... Bana yardımcı olur musun? Bu konuda bilgi edinmek için bir yerlere baktım, bir şey bulamadım. Hoca arasam, etrafımda doğru hocayı bulamayacağımı biliyorum. Bu olay, basit bir olay değil... Bambaşka bir şey... Sence ne oluyor? Bu ne demek? Uzaylılar mı yapıyor yoksa? Bu ihtimal de aklıma gelmedi değil yani!”
“Uruc etmek ... Uyur uyanık, yani yakaza halinde, sanki ölümle yaşam arasında öte aleme gidip gelmek gibi bir olay yani. Baş dönmesi, derin uyku hali gibi, baygınlık gibi gelir. Kendini bilirsin ama kıpırdayamaz, konuşamazsın. Allah izin verirse, nasip ederse hayal gibi, rüya gibi bir şeyler görebilirsin. Böyle olunca keşfinin açık olduğu söylenir. Belki bu bir derece alma meselesidir. Şayet öyleyse, kimisi ibadetle kimisi kendisine yapılan haksızlıklar karşında sabrederek, kimisi de yapılan işkencelere şikâyetsiz tahammül ederek bu mertebeye ulaşabilir.”
“Benim mükemmel bir Müslüman olduğum söylenemez. Doğru dürüst ibadet de etmiyorum ama çok derin acılar yaşadım, çok üzüntü çektim. Nasıl bir hale geldiğimi ifade edemem! Aklımı kaybettim! Biliyorsun işte başıma gelenleri dede! Halen tedavim devam ediyor. En çok da senden medet umuyorum. Bana hastanedekilerden daha çok yararın dokundu. Sen bakma benim fevri hareketlerime, ani çıkışlarıma... Hastalığıma ver! Beni hoş gör! Ben seni çok seviyor ve sayıyorum. Tavrım ondan değil, içime sığdıramadığım olaylardan, taşıyamadığım yüklerin altında kaldığımdan...”
“Erenler evliyalar yaşarmış bu halleri. O geçiş anında kendilerine bir takım şeyler gösterilirmiş. Gerçekleri görebilmek için o âleme muvakkaten geçmek gerekiyor galiba.”
“Ne demek o? Muvakkaten yani? Anlayamadım.”
“Geçici olarak, kısa bir süre için, bir süreliğine... İlahi âleme muvakkaten geçilebilir. Beyin gücüyle olur bu olay. Sanki döne döne bir minarenin içinde, merdiven çıkmadan, süratle yükselirsin! Döne döne çıkarsın yani çok yükseklere. Kendindesindir ama sanki baygın gibisindir. Orada madde bedenin olmaksızın, yalnız ruh kalarak yani, düşünce gücüyle yürür, koşar, görür ve duyarsın. Her işi beyninle yaparsın. İstemen yeter. Bir ara ben de öyle birkaç olay yaşamıştım. Onun için biliyorum ama bunların ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorsan bana değil, bir erene sormalısın.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 741