- 473 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
738 - ALIŞKANLIK
Onur BİLGE
Kantinde oturuyoruz. Orçun gazete okuyor. Biz havadan sudan konuşuyoruz. Yan masada Leylan yine başrolü oynuyor. Evden bir poşet dolusu poğaça getirmiş, arkadaşlarına dağıtmış. Çocuklar bayram yapıyor! Çaylar ondan... Kantincinin ağzı kulaklarında... Canla başla döne döne hizmet ediyor.
“Bakar mısınız, burada ne yazıyor? Okuyorum, dinleyin!” dedi Orçun. “Avustralya’nın kâşifi Thomas Cook, Atlas Okyanusu’nun ortasında bir yerde göçmen kuşların çığlıklar atarak bir yörede uçuştuklarını, suya pike yaparak intihar ettiklerini görmüş. O bölgede yıllarca süren araştırmalar sonucunda çok ilginç şeyler ortaya çıkmış.
Göçmen kuşların, asırlardır konakladıkları ada, depremde okyanusun altına batmış. Kuşlar atalarının mola verdikleri o adayı arıyor, yerinde zannederek umutsuzca saldırıyorlar, ne yazık ki sulara gömülerek ölüyorlarmış.”
“Belki de kanatlarındaki kuvvet oraya kadardı. İnecek yer bulamadılar. Dinlenemediler. Onun için son bir ümitle daldılar, çıkamadılar. Belki de kahrettiler, gerçekten intihar ettiher ettiler.” dedi Neşe.
“Bazı alışkanlıklar, aklı devre dışı bıraktırır ve körükörüne atılımlar yaptırır insana. Bu olayda da aklın rolü yok.” Mahir:
“Demek ki bu duruma düşmemek için iyi alışkanlıklar edinmek gerekir, İhsan.” dedi.
“Ben de mecmuanın birinde Rusya’da yeni doğan çoğukların vücutlarının karla ovulduğuna dair bir yazı okudum. Resme baktım ve hayretler içinde kaldım! Kadınlar da mayoylaydılar. O çocukların bünyeleri, dondurucu soğuklara bu şekilde alıştırılıyormuş. Büyüdüklerinde diğerleri gibi karda kışta üşümüyorlarmış. Sibirya kışlarını bilirsiniz.” diye atıldı Işıl. Orçun:
“Doğar doğmaz bebeğin bedenini karla ovarak onun vücut direncini arttırıyorlar. Demek ki âdetleri öyle... Onlar, herkesin sıkı giyindiği kış günlerinde yazlık giysilerle dolaşıyor, üşümüyorlar. İstanbul’da görmüştüm.” dedi.
“Romen çocukları vardır. Kışın o soğukta su birikintilerinde yalınayak oynarlar. Başka çocukların ayakları çizmenin içinde buz tutar, onların çıplak bacakları inadına sıcacıktır. Çünkü onlar o şartlara bebekken alıştırılmışlar.” dedi Mahir.
Bir ara konuşulanları takip edemez hale geldim. Aklıma İlhan geldi. Ben de ona alışmıştım. Mutlaka o da bana...
O karşıda olsa da olmasa da onu hissetmeye alışmıştım. O benim dünyama ansızın girerek yer etmedi. Her geçen gün artarak nüfuz etti hayatıma. Yavaş yavaş değişti her şey... Duygularım, hayatın anlamı, şarkıların sözlerinin tesiri... Telaşlı telaşlı uçmaya başladı kuşlar ve kelebekler. Çimenler yeşermeye, çiçekler açmaya ve ben ona alışmaya yavaş yavaş başladım.
Hiçbir şey söylemedi, yanıma gelip de. Bir aşk mektubu yazmadı. Bir gül vermedi bana eliyle. Aşkını anlatmak için kırmızı bir gül… Ya da pembe… “Tertemiz sevgimin ifadesi..” diye. Veya bir kırmızı karanfil… İhtiras anlamında… Bir tek papatya bile veremedi. Belki de utancından... Benimle tanışmamıştı ya...
Nasıl da alışmıştım ona. Varlığını hissetmek ne muhteşem bir hazdı! Zamanla ihtiyaç haline gelmişti alışkanlığım. Oysa ilk zamanlarda o kadar güçlü bir bağ yoktu aramızda. Giderek kırılamayacak kadar güçlü bir zincirle bağlandık birbirimize. Öyle bir kilitle kilitlendik ki! Artık o kilidin anahtarı da kayıplara karıştı.
Alışkanlık halata benzermiş. Biz her gün ince bir ip ekleyerek onu kalınlaştırarak büker öyle bir hale getirirmişiz ki bir daha koparamazmışız.
Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Özelliklerini, alışkanlıklarını falan...
Sohbet hararetli hararetli devam ediyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp konuşulanları dinlemeye ve anlamaya başladığımda Orçun: “Ömrü boyunca “Başkası ne der?” diye yaşamış olan bir insan, ona göre meslek seçer, evlenir, çocuk sahibi olur ve yetiştirir. Yapacağı her şeyde ona göre hareket eder. Bu gibi insanları bir anda değiştirmek elbette ki kolay değildir. Alışkanlıklar zamanla öyle yer eder ki kolay kolay silinemez. “Kim ne derse desin, önemli değil! Boşver ne diyen desin! Aldırma! Allah ne der? Bunu düşünerek hareket et! Önemli olan, Allah’ın ne diyeceği...” dense de hemen dönüş yapamazlar. O zaman da Allah’ın emir ve yasaklarına göre değil de başkalarına uygun yaşamakta oldıukları için gizli bir şirk içinde olurlar. Onlar derler ki: “Biz sadece Allah’a tapıyoruz.” Fakat olay tamamen farklıdır. Onlar, birilerin yapmalarını ya da yapmamalarını istediklerini ön plana çıkaran kişilerdir. Bu da Allah’a değil de onlara tapmak gibidir.” diyordu.
“Çok acımasızca bir düşünce tarzı bu Orçun!” diye dudak büktü Işıl.
“Bu düşünce tarzı, bir hadise göre şekillendi Işıl. Yaklaşık anlamıyla, başkalarının emir ve yasaklarına göre hareket edenler, Allah’tan başkasına tapmadıklarını söyleyemezler. Birilerin koydukları yasalara uymak, onlara tapmak demektir.”
“Öyle şeyler söylüyorsun ki elim kolum bağlanıyor, Orçun. Ben de bazen birilerine göre hareket ediyorum. Çünkü hepimiz farklı çevrelerde yaşıyoruz. Bazı yerlerde yapılması hoş karşılanmayan hareketler, bazı yerlerde cemiyet hayatı gereği olarak kabul edilmiş durumda... Biz de topluma ayak uyduralım derken iyi veya kötü bir takım alışkanlar ediniyoruz.”
“Sonra da o alışkanlıklarınızı bırakamaz duruma geliyorsunuz. “Alıştım bir kere, ne yapayım! Bırakamıyorum!” diyorsunuz. Sizi, bahsettiğiniz topluluk mu cezalandıracak ya da ödüllendirecek?”
“Ya, hayır! Biliyorum ki Allah...”
“O zaman Allah’ın kazanmanı istediği alışkanlıkları edinmeye çalışacaksın, ne olduğu belli olmayanların değil! Örnek şahsiyetler var. Onlar gibi olmaya çalışacaksın! Şeytana ayak uydurana ayak uyduran, şeytana ayak uydurmuş olur!”
“Neleri kasdettiğini anlıyorum Orçun. Zaten işin başında dediğin gibi davranmış olsaydım, her şey bambaşka olacaktı!”
Işıl’ın hayat hikâyesini bildiğim için onun ne demek istediğini en iyi ben anladım. Bir de Define biliyor Işıl’ın başına gelenleri. O öne çıkardığı kişiler yüzünden bir türlü tam anlamıyla düzelemiyor. Ara ara Bakırköy’e yatmak zorunda kalıyor.
Allah, insana o kadar değer vermiş ki örselenmemesi için kurallar koymuş. Uymak ya da uymamak...
İşte bütün mesele bu!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 738