- 608 Okunma
- 3 Yorum
- 8 Beğeni
"GÖRMEK" VE JOSE SARAMAGO
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“GÖRMEK” VE JOSE SARAMAGO
“Körlük” adlı romanını büyük bir hazla okuduğum Jose Saramago’un “Görmek” adlı romanını bu hafta sonu okuma fırsatım oldu. Portekizli yazar Jose Saramago “Görmek” adlı romanıyla, adı belli olmayan bir ülkedeki siyasi manevraların, derin devlet olgusunun işleyişi ve demokrasinin değişkenliği üzerine etkileyici bir kitap sunmuş biz okurlarına. Kapitalist düzen demokrasisinin aslında bilinen özelliklerini şaşırtıcı bir yalınlık ve açıklıkla işlemiş olması da “Görmek” kitabının bir diğer öne çıkan özelliği.
Saramago, “Kölük” de olduğu gibi, “Görmek” romanında da anlatıcı ile roman kahramanlarının diyaloglarını tek bir monolog şeklinde sunuyor okurlarına. Yer yer uzun cümlelere başvursa da, bir görünüp bir kaybolan, anlatıya bazen hınzırca müdahaleler yapıp okuru da içine alan anlatıcının kimi zaman ironiye kaçan üslubuyla daha da keyifli bir anlatıya dönüşüyor roman. Anlatıcı yer yer okura romanla ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunarak, hayali okurla söyleşerek, zaman zaman romanın akışını bölüp okuru da bu keyifli, masalı andıran bu hikâyeye dâhil ediveriyor.
Olaylar adı belli olmayan bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağan yağmur nedeniyle evlerinden çıkamayan halkın yağmurun durduğu saat dörtte koşarak sandık başlarına gitmesi ve sandıklar açıldığında kullanılan oyların yüzde 83’ünün boş oy (ya da kitaptaki deyimle “beyaz oy”) çıkmasıyla başlar. Devletin merkezi olan başkentte, üstelik bu kadar yüksek oranda beyaz oy çıkması, devleti dehşete düşürür. Kendi yasalarında beyaz oy kullanma demokratik bir hak olarak tanımlanmış olmasına rağmen koymuş olduğu bu yasaları çiğnemeyi büyük bir başkaldırı, devletin temellerine vurulmuş bir darbe olarak görür.
Romanda insanların neden ve nasıl böyle bir davranış sergilediklerine dair bir ifade göremiyoruz. Her şey sanki kendiliğinden olmuş ve bitmiş gibi görünüyor. İnsanlar beyaz oy vermiş ama neden verdiğini de bilmiyor gibidir ya da dışarıya karşı öyle görünürler, belki de bir savunma mekanizmasıdır bu. Ancak romanın son bölümlerinde gizli gerçekleri yazıp dağıtan insanlar, posta kutularına bunları ulaştıran gençler bize o konuda minicik de olsa bir ipucu verir. Buna dair başka da bir ifadeye rastlamayız roman boyunca.
Zaten romanın derdi de bunu anlatmaktan çok, demokratik hak sayılabilecek bir durumun bile bir tehdit olarak görüldüğünde devlet mekanizmalarının nasıl işlediğini, kapı ardında dönen hesapları, yeniden yeniden konumlanışları ve kirli uygulamaları gözler önüne sermektir. İşte devleti böylesi büyük bir korkuya sürükleyen bu davranış, herkese ulaşma tehlikesini de bağrında taşıyan ve kullanılan oyun renginden adını alan bir salgındır. Ya da romandaki devletin tanımıyla beyaz bir vebadır… Diğer illere bulaşmaması için başkent karantinaya alınmalıdır.
Beyaz veba yayılmadan kurutulmalı, irin temizlenmelidir. Böylece devlet mekanizmaları işlemeye başlar… Bu büyük suçu işleyenlerin aklını başına getirecek planlar, öneriler sunulur ortaya… Herkes içindeki ve aklındakini, gücünün de verdiği yetkiyle koyar birbirinin önüne; bürokrasinin ağır çarkı döner, el enseler çekilir, dişler gösterilir, kılıçlar çekilir… Ve sonunda devletin bekası adına en doğru karara varılır.
Bunu yapan başkent halkı bir cezayı hak etmiştir: Başkent bir gece vakti, sessizce terk edilir… Devlet tüm mekanizmalarıyla çekip gider; polisi, belediyesi, adliyesi, bürokratlarıyla… Başkent halkı kendisiyle baş başadır. Hatta bunu öylesine büyük bir tehlike olarak algılar ki devlet (ki bu uluslararası bir örgütün işi olma ihtimalini de taşımaktadır), bu salgının başka yerlere yayılmasını önlemek için şehre giriş çıkışlar yasaklanır, tellerle çevrilen şehir kontrol noktalarıyla dev bir hapishanedir artık. OHAL ilan edilmiştir. Devlet elbette sadece bununla yetinmez. Onun yalanlarını ülkenin diğer şehirlerinde yaşayan insanlarına ulaştıracak medyası da vardır. Ve bu basın zehrini devletin istediği biçimde kusmaktadır: Ülke korkunç bir tehlikenin, bir hastalığın, yok edilmesi gereken bir canavarın tehdidi altındadır.
Devlet bir türlü anlam vermediği/vermek istemediği, başkentlilerin bu davranışının sorumlusu olacak bir kurban arar. Ve aranan kişi bulunur… Delilleri, tanıkları yaratmak ise zaten onun uzmanlık alanıdır. Ve çarklar tekrar dönmeye, döndükçe arasına aldıklarını öğütmeye başlar. İşin diğer yanında -mesela beyaz oy olayını soruşturmak isteyen komiser gibi- işin farkına varan ve sorgulayıp vicdanı ve aklıyla yollarını çizebilen insanlar da vardır. Ama devletin karanlık yüzü beyaz puanlı mavi kravatlı bir tetikçinin suretinde, onun silahının ucuna sürülmüş mermide cisimleşerek çıkar romanın sonunda karşımıza.
Kapitalist düzen demokrasisinin sınıflar arasındaki güç ilişkisine bağlı olduğunu, bu denge içinde esas olarak zenginlerin çıkarlarını gözettiği, bu noktada en basit bir tepkinin dahi nasıl büyük bir tehdit olarak algılanabildiğini ve o andan itibaren tüm demokratik uygulamaların nasıl kolayca rafa kaldırılabileceğini Jose Saramago’ya has sade bir anlatımla okuyoruz.
Saramago 1998 Nobel Edebiyat ödülü almış bir yazar. Kitap Can Yayıncılık tarafından dağıtımda.(Elimdeki 8. baskısı. Şu an 12. baskısı satılmakta) Aykut Derman tarafından dilimize çevrilmiş, 324 sayfa. Okumanızı önerir, bol kitaplı günler dilerim.
Göksel Rıza ÖZKAN
Okur Yazar
YORUMLAR
Yaptığınız roman özeti için teşekkürlerimi sunuyorum ilgiyle okudum. Demokrasilerde uzaklaşan her ülkede raslanabilecek durumu bütün çıplaklığıyla yansıtıyor. Malesef aydınlar, gerçekleri yazan yazarlar, gazeteciler birer birer yok ediliyor, özgür basın yalanlarla susturuluyor. Ve vahşi kapitalizm gene galip geliyor. Bu roman içinde bulunduğumuz düzeni o kadar güzel yansıtıyorki sihrine kapılmamak mümkün değil.
emeğinize yüreğinize sağlık. güzel yorumlar anlamlı mesajlar. okunması gerekli bir kitab olduğu her paragrafta iyice betimlenmiş. kısmet ne zaman.