- 676 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
737 – İSRA
Onur BİLGE
"Yüce Allah, yüreklerimizi sevgiye programlamış ama O’nu görmeden sevmek kolay mı! Görmek istiyorum ben! Sevmek istiyorum!” diyor Işıl.
“O’nu sevmek niçin zor olsun kızım! Görüp görmemek hiç de önemli değil, var olduğunu hissediyor, biliyoruz ya... Bizi insan olarak yarattığı, yeryüzünün halifesi kıldığı, sayısız nimetlerle donattığı, en önemlisi de İslâm’la şereflendirdiği için Allah’ı nasıl sevmez ve ona şükretmeyiz!” dedi Define. Mahir tamamlamaya çalıştı:
“O’nun yarattıklarına karşı olan sevgimiz de yine Allah’ın rızası doğrultusundaysa, yani onları yalnız Allah için seviyorsak çok değerlidir. Orçun onun kaldığı yerden devam etti:
“Herkes, Allah’ı sevdiğini söyler. Bakma sen onlara Işıl. O’nu sevebilmek için öncelikle sevebilme yeteneğinde bir yürek gerek. O yürek ki önce sevgiyi, sonra aşkı tanımalı, bilmeli, aşka ayarlı olmalı. Ondan sonra O’nu sevmeye soyunmalı!”
Işıl, Allah’ı nasıl seveceğini bilememekte, O’nu aramaktaydı. Göremediği için sevdiğini söyleyememekte, onun için de kendisini suçlamakta, mazur göstermek için savunmalar yapmaktaydı.
“Anneyi sevmek doğal... Üç yaşlarında başlayan cinsiyet ayrımı sonucu karşı cinse ilgi, sevgi, sonraları aşk gibi duyguların uyanması da doğal… Allah, aslında bütün yürekleri sevgiye programlamış. Ya Allah’ ı sevmek? Kolay mı, görünmeyeni sevmek, onu hayal etmek bile yasaklanmışken!”
“Musa Aleyhisselam gibi başladın sen de… Tecelli ettiği dağın ne hale geldiğini görünce kendisini kaybetti! Hem gördükten sonra imana ne gerek var! O görülseydi, herkes secdeye kapanırdı! Ne imtihana gerek kalırdı ne de sabra… Önemli olan, Fail’i fiillerinden görebilmek! Bir şey oluyorsa, onu bir olduran vardır. Hangi olayın arkasında onu bir yapan yoktur?”
“Tabii ki dede… Bir olma varsa kendiliğinden değildir. Biliyorum, kendiliğinden hiçbir şey olmaz. Her şeyi dolaylı ya da doğrudan O’nun yaptığını biliyorum ama sevemiyorum. Yani aşkla sevemiyorum. Allah âşığı değilim. Anlatabildim mi? Ben de O’na aşık olmak istiyorum. Onu anlatmaya çalışıyorum. Görsem, görebilsem, anında âşık olacağımı da biliyorum. Onun için görmek istiyorum.”
“O’na âşık olanlar gördüler mi Işıl?”
“Görmediler mi? Yani görmeden nasıl oluyor? İşte ben o noktaya takıldım kaldım! Rabbim bana da Hak âşığı olup, hem kendini hem de onu sevenleri gerektiği gibi sevmeyi nasip etsin!”
“Âmin!.. Efendimiz Miraca çıktığında, cennette bir yerde, zümrüt ve zebercetten köşkler görmüş ve meleklere: “Bu köşkler hangi peygamberler için hazırlandı?” diye sormuş. Onlar da: “Bu köşkler, birbirlerini sadece Allah rızası için severler için hazırlandı.” demişler. Kızım, sen Allah’ı sevenleri görüyorsun ya… Onları sevmeye çalış. Onları seversen, O’nu da sevmiş olursun. Onlar çok seversen, O’nu da çok sevmiş olursun. Aşkla seversen, o zaman da Allah âşığı olursun.” dedi Define. Çareyi bulmuş ve tavsiye etmiş olmanın rahatlığı içindeydi. Hayatından örnekler vermeyi severdi. Aklına Kaptan gelmiş olmalı ki onu da anmadan geçemedi:
“Allah’ı seveni severken severken, bir de bakmışsın ki Allah âşığı oluşuz! Allah’ı seveni sevmek, Allah’ı sevmek demektir. İbadet sayılır. Bir nevi ibadettir. Ben Allah’ı, Kaptan’ı severken sevdim! O zamana kadar kul aşkından başka aşk bilmiyordum. Ben kul aşkıyla meşguldüm. İntiharın eşiğine gelmiştim ki onunla arkadaşlık etmeye başladım. Baktım ki o da sevdalı ama çok mutlu… Ancak yaratılana değil, Yaratan’a âşık. Bana Allah’ı o tanıttı ve sevdirdi. Hem öyle bir sevdirdi ki diğer her maddi sevginin hükmü kalmadı.”
“Miraç’tan bahsediyorduk dede. Bakma sen Işıl’ın aceleciğine! Sevgi siparişle gelmez!” dedi Neşe. Define, dilinin döndüğünce anlatmaya başladı:
“Efendimiz nerelere gittiğini, neler gördüğünü anlattığında müşrikler inanmadılar. Daha önce oralara gitmiş, bahsi geçen yerleri görmüş olanlar ona Beytülmakdis Mescidi hakkında soru sormaya başladılar, onu en ince ayrıntılarına kadar tarif etmesini istediler. O da onu tasvir etmeye başladı. Bazı yerleri anlatırken tereddüde düşünce, Beytül Makdis, gözlerinin önünde canlandırıldı. Sorulanları, onun bire bir kopyası olan o hayale bakarak cevapladı. O zaman hayretler içinde kaldılar. Olayı şöyle nakletti:
“Kureyşliler, gezip gördüğüm yerler, özellikle Beytü’l Makdis hakkında çok soru sordular. Ben İsrâ gecesinde o ayrıntıları aklıma yazmış değildim. Onun için, sıkıntıya düştüm. O zamana kadar hiç bu kadar darda kalmamıştım. Yüce Allah bir anda aramızdaki uzaklığı kaldırdı, adeta ona bakarak soruları teker teker cevapladım.
“Beytü’l–Makdis’in kaç kapısı var?” diye sordular. Gözümün önüne gelince, onları saydım ve söyledim. Bütün soruların cevaplarını doğru olarak verdiğim halde hâlâ inanmıyor, alay ediyor ve bunun bir sihir olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta imanları zayıf olanlardan bazıları da dinlerinden döndüler. Müşriklerden biri:
“Sen, bize kervanımızdan bahset! O daha önemli!” dedi. Diğeri:
“Sen, oralarda develerimize rastladın mı? diye sordu.
“Evet, filan oğullarına rastladım. Onlar da bir deve kaybetmiş, aramaktaydılar. Konak yerlerinde de kimse yoktu. Çok susamıştım. Onların dolu su kapları vardı. Üzerindeki örtüyü kaldırdım, içindeki suyu içtim ve tekrar üstünü örttüm. O kafile, şu anda Beyza’da Ten’im yokuşundan aşağıya iniyordur. Kafilenin önünde boz, siyah renkli bir erkek deve var. Üstünde de biri siyah, diğeri alacalı iki çuval var!” dedim. Velîd bin Mugîre benim için “Sihirbaz!” dedi.
“Geldiklerinde sorun bakalım, kaplarında su kalmış mı?” dedim. Müşrikler:
“Lât ve Uzzâ’ya and olsun ki, bu bir delildir!” dediler.
“Ben şu vadilerde filan oğullarının kafilesine rastladım. Onların develerinden biri, bir hayvanın sesinden ürküp kaçmış. Onlara devenin yerini gösterdim.” dedim. Kureyşli müşrikler, Ten’im yokuşuna doğru hızla giderek verdiğim haberleri yalanlamak amacıyla kervanı beklemeye başladılar.
Kervan gelince en öndeki boz deveyi ve üstündekileri gördüler. Tarifime uydundu. Kafileye, su kabını sordular. Onlar da, kaplarını dolu ve üstü örtülü bıraktıklarını, örtüsünü açıp baktıklarında boş olduğunu gördüklerini söylediler.
Diğer kafilelerdekilere de sordular. Onlar da söylediğim vadide develerinin ürkütüldüğünü ve bir develerinin kaçtığını, orada birinin onlara o devenin yerini bildirdiğini söylediler.
Kureyşli müşriklere, kervanlarındaki develerin ve çobanların sayısını dahi hatasız söylediğim halde iman etmediler. Olayın sihir olduğuna karar verdiler.” Gerçekleri, inanmak istemeyenlerin gözlerine soksan da görmezler!"
“Demek ki Peygamberimizin Semaya uruc etmesinden önce Mesci-i Aksa’ya götürülmesinin bir hikmeti varmış. Allah, gerçeği gizlemeye çalışanlara onu apaçık göstermek istemiş. Çünkü Miraç’a doğrudan Mekke–i Mükerreme’den çıksaydı, onun inkârcılara ispatı mümkün olmayacaktı! O, onların da bildiği gibi o zamana kadar oralara hiç gitmemişti. Şayet anlattıkları doğru olmasaydı o soruların tamamını doğru cevaplaması imkânsızdı. Onlar doğru olunca, Miraç olayı da doğru demekti. Bu olayla, inananların inancı, inkârcıların da zararı artmış oldu.” Mahir:
“Ya, öyle Orçun! O ne sevgili bir kulmuş ki o gece Allah’ın davetiyle Cebrail Aleyhisselam’ın rehberliğiyle Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan gökyüzüne, âlem içi âlemden o yüce âleme, İlahi huzura yükselmiş!” dedi Mahir. İsra ve Miraç mucizesi denen bu olay, Kur’an-ı Kerim’de İsra ve Necm surelerindeki ayetlerle sabittir. İsra olayı, Mekke’den Kudüs’e, Miraç olayı da gökler ötesine yaptığı yolculuktur.” diyerek konuyu noktaladı.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 737
YORUMLAR
"Allah, aslında bütün yürekleri sevgiye programlamış."
Günümüzün modern söylemiyle "yürekleri sevgiye programlamak." Böyle yüce bir yüreği karşı biz de saygıyla alkışlarız.
Anlatım...
Bildiğimiz adsız kişi; Işıl, Defne, Mahir, Orçun ve değişmeyen karakter Dede... Birbirlerini tamamlayan bilgilerle Yüce varlığa duyulan sevgi ancak bu kadar güzel anlatılır.
Saygılarımla Efendim...