- 378 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uçup Gitti Sandığımız Kir
"Senle benin sınırı kaybolduğunda
Senle benim sınırımız kaybolduğunda
Psikoz diyor buna pis-ikiyartrii
Oysa sadece çocuğuz biz
Yeniden doğuyoruz sadece…
Küllerimizden
Üstelik de kavuşmadan önce
Kana kana, kanaya kanaya içtiğimiz hayatta..
Suyu bile sus/kın bırakıyoruz
Doludizgin tayların kanadında
Uçup gitti sandığımız beyaz kir"
11 mart 2012
Başımdan bir macera geçti.
Ha ha ha...
Hayatın bir macera olduğunu bilmiyorsun demek hâlâ. Belki de hiç öğrenemeyeceksin.Hayat bir maceradır, çünkü ...Böyle bir şeydir yaşamak. Bir macera için ölüme yakın olmak varsa...Ölüme yakındır hayat. Bir adım ötesi,bir nefes sonrası ölüm olabilir. Ölüm izin verseydi de.....her an ölümü içinde taşıyan hayat,tamamlasaydı bizi sevgiye,sadece sevgiye....İnsan olmaya değil! İnsan olmak, kötü olmayı da barındırır içinde çünkü.
Söze nasıl başlayacağını bilemiyor insan. Sebep ? Çünkü söylenilecek, anlatılacak ve anlatılmamış o kadar çok şey var ki. Ve masamda halen; biram,kuruyemişim,patates kızartmam ve hamburgerim varken.Ve evet işte,ben bu kadar zenginken.Ve siz,bu öyküyü; karnınız tok, sırtınız pek ,rahat koltuklarınızda oturup,okumaya hazırlanırken ve her an hazır sigara paketiniz ve sadece keyiften içeceğiniz bir iki kadeh şarabınız(zulanızda saklamaya bile gerek duymadığınız) orada dururken.... Söze başlamak biraz garip oluyor.!
Karşı karşıyayız.
Kim mi?
Siz ve ben elbette.
Ben,size dahil olamayanlardan....Tutunamayanlardanım.
O yüzden tutunamayanları sevdim hep.
Ne dahiydim,ne de deli .....Hiçbirisi olamıyordum işte! Ben sadece bir kaybedenim. Bu arada laf aramızda kaybeden lafı da yanlış bir tanımlamadır....Neden mi? Çünkü kaybedenler;en ilk önce en az bir şeye sahip olanlardır.....(Ve ben lanetlenmişçesine ve bir o kadar da kutsanmış gibi yazıyorum.) Yalanım yok. Faydam tartışılır. Yazıyorum ve gülüyorum size işte. Siz de benim yazdıklarımı okuyorsunuz.
Ey zavallı okur! ....O kadar fakirsin ki ve o kadar da zengin!...Farkında değilsin sahip olduklarının. Ve işte bu da bir yoksulluk demek. Ben hep o yoksullardan oldum. Ne olduğumu hiç bilemedim. Ayna insanlar;sırları dökülmüş,hiç sırlanmamış bomboş camlar gibi, sadece sur’etimi gösteren yansımaları geri gönderdiler, sevgiye susamış gözlerime....Sevgi yerine...Şefkate ihtiyacım vardı. Ama onların zamanı yok. İstemiyorum hiçbirini....Açılmış yaralarımı azdırmaya, çoğaltmaya hiç niyetim yok. Ne yazık! Çoğalamıyorum da... Aşka değil aslında sevgiye ve şefkate ihtiyacım var ve ne gariptir köpek dediğin, dayak yediği kapıdan hiç ayrılmazmış. Ruhumda bir köpeklik mi var, acaba? Oysa köpekler en güzel,en çok sevenlerdir....
Yalnızlığımı cilalıyorum, parlatıyorum bileklerimi. Ölürken güzel olmalıyım. Tüm dünyalıların,adı ’insan’ olan o iki ayaklı fanilerin hayran olacağı bir güzellik ve huzur içinde ölmeliyim.....
Ölüm bile ...... yani istediğim .... Ne zor !!! ........... Huzurla yaşamamışsa insan, huzurlu bir yüzü de taşıyamıyor. Ölümümü hayal ettiğimde, huzura kavuşacağımı düşünüyorum.
Ey okur,
Sonsuza kadar konuşabilirim, yazabilirim. Bir güzelleme çıkar belki bu ağıttan. Yalnızlık mutluluğu çağırmaz yanı başına ve sadece çığıl çığıl hüzün yansıtır benim sözlüğümde, yalnızlık...Yalnızlık bugün,biraz benim tercihim ve şimdi artık neredeyse zorunluluğum olmuşken,inan,paylaşılmıyor...Herkes kendi yalnızlığının bekçisi, herkes tüketmekten tükenmiş. Artık hiç kimse, ne Godot’yu bekliyor, ne de beyaz atlı prensi.Haber veriyorum. Godot da öldü ve beyaz atlar prenslerinden kurtulup,yılkı atlarına dönüşüp,birer bulut oldular....Geceler atların sırtında geliyor dünyamıza ve gündüzler balık sırtı ceketler gibi yüzüyor yalnız insanların arasında.Pırıltılarını fark eden yok sahte aydınlıkta.
Aşk romanları,öyküleri,şiirleri,sözcükleri saçma geliyor.Aşk denilen nedir ki,bir sahte aydınlık ,bir gerçek yok-karanlık yanılsaması;adlara,seslere,kokulara....kendini kaptırıp,koyuvermek. Kaybetmek; kendini...Demek, belki de, bir ihtimal (yine gülesim geldi) insan her daim en çok kendini kaybetmek sevdasında.Kendimizden o kadar çok sıkılmışız ki, o kadar çok sıkışmışız ki.
Bir ödev gibi bitirdim biramı. Garson çocuk avını bekleyen bir atmaca gibi anında yanımda bitiverdi.
_İçer misiniz?’
_İçerim de, seninle içmem.’
( Senin ayakkabıların, gömleğin var. Sen .... çıplak ayakla gezmenin ne olduğunu bilmeyenlerdensin..ne dersen,de,kaybedenlerden olduğunu iddia et.Yine de,kaybetmeyenlerdensin.)
Ben kaybedecek kadar yüce gönüllü olanı, yani önce kendini bulup da sonra kaybedeni seviyorum. Siz hiç bulmadınız ki. Kalbinizin, ruhunuzun en derinine indiniz değil mi? İndiniz de yine de sitemkar sözleri hak etti sevdiğiniz, sevgilim dediğiniz...
’Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın.......’
Vedalaşmak konusunda başarısızım. Ey okur! Hep yanında olacağım. Benden kurtulamazsın ki ....Çünkü sana ihtiyacım var.
(Umut bile olgunlaşmak için zaman gereksinir..Öyle her kozalak kolay kolay düşmez çamından ayrılıp,kül olmaya ve nar-ı-ateşte yanmaya meyletmez.
Yeşille dosttur ateş ve kor olacak bir yansızlık _ bir yalnızlık taşırsa da ruhlar ;ki onlar her daim kırmızıdır ,ışığın buğulu gölgesinde pervanelerin sayısı giderek azalır her baharda...Çıplak ampul üşür,buz tutar içinin en sıcağı.... Ölüm bekler bizi sonsuzlukta ...)
Ekim 2008-İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.