- 350 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Karadelikler görülür mü?
“Aranızda alıp verdiğiniz bu gülümseme bir daha hiç ölmeyecek, hiç, anlıyor musun?”
Heinrich Böll, Cüce ile Bebek’ten...
Bence ‘özlemek’ de sonsuzluğun delilidir arkadaşım. Öyle ya: Varolmayan artık can acıtamaz. Acıtamaması gerekir. Yoktur çünkü. Gidenlerse kalanlardan çok canımızı acıtır. Yokolsalardı canımız bu kadar yanmazdı. Değil mi ama? Yokun acısı da yoktur. Etkisi yoktur. Olmamalıdır. Demek ‘gitmek’ ile ‘yokolmak’ arasında da farklar var. Her gidiş yokoluş değil. Evet. Bana sorarsan derim ki arkadaşım: Yokolmak cümle izlerinle birlikte yokolmaktır. Hiç varolmamış gibi olmaktır. Onun dışındakiler sadece gidiştir.
Mutlak bir yokluktan ziyade ‘bir yanıyla yokoluş’ denmeli ona belki. Belki sadece kaçmak. Belki yalnızca ‘azalmak’ denmeli. Hatta iddia ederim: Bir kere ‘şey’ olan şey asla tam anlamıyla yokolmaz. Yansımalarıyla varlığı devam eder. Denize atılan taşın tam da atıldığı yerde varlığı son bulmuş olsa da dalgası devamlıdır. Sürücüdür. Demek varlığı yokolmamıştır. Ancak başka şekle girmiştir. Terketmemiştir. Değişmiştir. Bir giden de hep gitmeye devam eder. Her hatırlandığında gidişi yeniden dalgalandırır denizimizi.
Dedemin adını hatırlayanın kalmaması varolmasını engellemez arkadaşım. Benim varlığım varlığının da delilidir. O olmasa ben de varolamam. Tıpkı torunumun bensiz varolmaması gibi. O halde kim söyleyebilir ki: “Deden yokolmuştur.” Dedemin yokluğu varlığın yokolmasıyla mümkündür ancak. (Varın yokolmasıyla yokluk varolur.) O varlık denizine atılmış bir taştır zira. Bu taşın dalgalarının nereye kadar gittiğini ancak Halık-ı Alîm bilir. Dedemin varlığın içinden mutlak bir şekilde çekilip alınması, yani gitmesi değil de yokolması, şu an varolmayan yeni bir düzenin varlığını gerektirecektir. İçine taş atılmış deniz, atılmamış denize benzer, fakat kesinlikle aynısı değildir. O halde taş yokolmamıştır. Varlığım bir kere varoluşa katılmıştır. ‘Şey’ artık ‘hiçbirşey’ olamaz.
Demek biz birşeyin yokluğundan bahsederken bile varlığına yaslanıyoruz. ‘Daha az var’ kalana ‘daha çok var’ olana kıyasla ‘yok’ diyoruz. (Yakındığımız aslında varlığının yokluğudur.) Çünkü biliyoruz: Mutlak yokluk ‘hakkında konuşulamaz’ birşeydir. Farkına varılamaz birşeydir. Bilmek bir kıyasa dönük olarak yaşanır. Biz ancak varlık mertebeleri arasında kıyaslamalarla bir kısmî yokluk (hakikatte sadece azlık) tahayyül ediyoruz. Ve ondan korkuyoruz. Mutlak yokun bilgisi sezişimizde yoktur ki hakkında konuşalım. Yokla tanışmak mümkün değildir. İz bırakmayanın hatırası da olmaz. Karadelikler görünür mü arkadaşım? Görünmez. Karedeliğin görünmezliği görülür.
O halde iz bırakan hiçbirşey hakkında ‘yokolmuştur’ diyemeyiz biz. Dedemin varlığının ‘ben’de devam etmesi gibi bizde yer tutanın varlığı da ‘biz’de devam eder. Etkileyenin varlığı daima bizimledir. “O benim için artık yok!” diyen aslında hiçbirşeyi yokedemediğinin farkındadır. Çünkü yokluğundan bahsettiği şey varolmadan bu yokluk vurgusu mümkün değildir. Hatta muhatabı için de o şey varolmamışsa yokluğun bahsi saçma olur. “Hayatımda artık ‘filanca’ yok!” diyen kişi filancanın varlığını bilebildiğim için bunu söyler. ‘Yok’ derse de bir varlık bilgisini kasteder. Bana anlatmak istediği varlığının şiddetini azalttığıdır. Azaltmayı arzuladığıdır. Rengini değiştirmeye kastettiğidir. Azmettiğidir. Mutlak yokluğun bahsiyse bilgisizlikte aranmalıdır.
Arkadaşım bunu da bir düşün isterim: Ateistin iddialaştığı yokluk bir varlık bilgisi olmadan konuşulabilir mi? Eğer mutlak bir yokluktan bahsediyor olsaydı ateist zaten konuşmuyor olurduk. Konuşuyor olabilmemiz, bir ‘ilah’ varlığını kabul ettiğini, ancak tarif ettiğim şekilde kabullenmediğini gösterir. Mürşidimin ‘bir ilahın inkarının herbir zerreye bir ilahlık payesi verilmeden mümkün olamayacağını’ söylemesi de buna işaret etmez mi? Yani ‘nasıllık’ı tartışır ateist aslında. Fakat bunu varlık tartışması olarak satar.
Düzen ortamızda durmaktadır. Dayattığı varlık bilgisi ortamızda durmaktadır. Biz bu varlık bilgisi üzerinden ancak işaret ettiği şeyleri konuşabiliriz. “Bir iğne ustasız olmaz!” diyebiliriz. Allah mutlak bir şekilde yokolsaydı, hakkında konuşamıyor olurduk, o halde vardır. Bizim girdiğimiz tüm tartışmalar bu varlığın ‘nasıllığına’ dair tartışmalardır. Nihayetinde mürşidimin dediği gibi derim: “Çünkü Allah’ı inkâr etmek kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar. Yalnız sıfâtında hata ediyorlar.” Evet. Biz bir yoku tartışmıyoruz. Ancak izleri kime vereceğimiz tartışmalı.
Neden? Çünkü bazılarımız kaldıramadıkları varlıkların gitmesini istiyorlar. Tıpkı kıskanç kraliçenin pamuk prensesin gitmesini istemesini gibi. Halbuki gitmesiyle aynada yansıyan değişmeyecek. Masal bunu söylemiyor ama: Prenses öldürülse de ölmeyecek. Niçe’nin “Tanrı öldü!” demesinin üzerinden nice zamanlar geçti. Ne sular-seller varlık köprüsünden aktı gitti. Niçe öldü. Allah ise el-Bakî’dir. Dünya daha Niçe’leri gömecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.