- 613 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALMAN PAPAZ MARTİN NİEMÖLLER OLMAK
ALMAN PAPAZ MARTİN NİEMÖLLER OLMAK
Antakya – Atayurt Gazetesi
“Önce komünistleri - sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; ben sosyalist değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü, ben Yahudi değildim. Sonra, sendikacıları topladılar; yine bir şey demedim. Sonra beni almaya geldiklerinde; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.
Martin Niemöller (Alman Papaz)
Martin Niemöller, 1892 – 1984 yılları arasında Almanya’da doğmuş, yaşamış bir papazdır.
Bu sözler, pişmanlığın çok ötesinde; toplumuna, gelecek kuşaklara, insanlığa ve tarihe karşı duyulan sorumluluğun, bir iç hesaplaşmanın muhasebesidir.
Bir ruh hastası – Neroist Hitler’in; “Dünyanın anahtarını Tanrıya vereceğim” hezeyanlarıyla; insanlığı kana bulamasında - sessiz kalmakla – kendisinin de payının olduğu itirafıdır.
Doğa ve üzerinde yaşayan tüm canlı ve cansız varlıklar da bir kurallar manzumesine bağlıdır. Hele insan gibi bir üst varlık, aklını kullanarak; doğanın ve evrenin kurallarına uyum sağlayan, bir birini yadsımayan çağdaş hukuk’u yaratmıştır.
Halkların uzun yaşam deneyimlerinden süzüle süzüle gelen; “En kötü devlet, devletsizlikten; en kötü kanun, kanunsuzluktan daha iyidir.” sözünün ne anlama geldiğini herkes bilir.
İnsanlık, en ilkel çağlardan günümüze değin gelenek, görenek, örf ve adetler, törelerle günümüze ulaşmıştır. Tarihin her aşamasında bile bir kabilenin, bir çadır devletinin; korsanlığın, mahalle dayanışmasının, mafya gibi örgütlenmelerin de herkesi bağlayan, kendine özgü bağlı oldukları bir kurallar sistemi vardır. İnsanlığın hiçbir aşamasında kuralsızlık, kural olmamıştır.
Bütün toplumsal çürüme ve yıkımlar; her şeyin, ama her şeyin insanın küçük, basit, kişisel çıkarlar ve beklentiler girdabına düşmesiyle; özünü, onurunu kaybettiren korkaklıkla başlar. -Korku demiyorum, korkaklık diyorum. Çükü korku, insana ve canlılara özgü bir savunma, var olma duygusudur.- Kişisel çıkarların her şeyin ve herkesin üstünde tutulması; kapitalist felsefenin, kültürünün kendisidir.
İnsanları örgütlülükten ve toplumsallıktan uzak; kişisel kurtuluşlara – Yaşadığı mahalleye milyoner, bulunduğu köyünün ağası olmak hayali, safsatasına inandırmak – örgütsüzlüğe iteklemek… Tek başına kalınca da onun iliğini, emeğini sömürmek; bir karınca, bir solucan gibi ezmek…
Bedenini, benliğini, bilincini, özgürlüğünü, uygarca, insanca ve kardeşçe yaşamayı; mal – mülk, servet, makam sahibi olmayı… Bu topraklara borçlu olan Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Laz halkları; kişisel kurtuluş, başka yurt, başka Anadolu yoktur. Hepimiz bu yurdun, bu toprakların öz evlatları ve sahipleriyiz.
Ülkenin ve tüm halkların Kurtuluşu; dini, dili, mezhebi, cinsiyeti her kim ne olursa olsun; “Ya hepimiz, ya hiç birimiz” inancıyla, ezen – ezilen sınıf temelli bir devrimci, demokrat, yurtsever mücadeleden, muhalefet oluşturmaktan geçer.
Her birimiz, teker teker Alman Papaz MARTİN NİEMÖLLER olma hatasına ve pişmanlığına düşmeyelim.
Her kötüye, yıkıma giden yol ve anlayış; güzel, parlak vaatlerle, toplumun dayanılmaz din, mezhep, etnisite ve bölgesel gibi sinir uçlarını okşamakla başlar. Başlangıçtaki bu hoşa giden okşamalar; daha sonra kaşımaya, kanamaya, kangrene dönüşür..
Krallıkların, imparatorlukların, despotizmin ve diktatörlüğün geleneğinde; konuğa zehri; tatlı dilli, selvi boylu bir dilbere, altın tepsi içinde sundururlar.
Hitler de Alman halkına kömür, makarna ve patates dağıtmış. Alman halkını, dünyanın en soylu ulusu olduğuna inandırmış. Dünyanın anahtarını Tanrıya vermek gibi, yüksek idealli görünen deli saçması, parlak söylemlerle iktidara gelmiştir.
Ülkenin birinde de Hitler gibi masum yüzlü, kuzu görünümlü; Roma’yı yakan neron hastalıklı biri; din, iman ve Allah gibi söylemlerle, mağduriyet edebiyatı yaparak; Hitler gibi kömür, makarna, pirinç dağıtmış; toplumun sinir uçlarını okşayarak iktidar olmuş. Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurarak; halifelik sevdası hastalığına yakalanmış.
Kendisine; yanındaki, yakınındaki onurunu ve vicdanını satmış, yağcı ve yalakaların şirklikle eşdeğer olan –sırf neroist duygularını doyuma ulaştıran- benzetme ve sıfatlarına ses çıkartmamış, onları ödüllendirirmiş.
İktidarının çıraklık, kalfalık dönemlerinden sonra; ustalık döneminde kuzu postunu çıkarmış. İnsanın duygularını okşayan o parlak sözlerin yerini; küfürler, hakaretler, tehditler ve şantajlar almış. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi, en yakınlarını bile düşman olarak algılamaya başlamış.
Ulemaya, ülkesini dar-ul harp (savaş ülkesi) fetvası verdirerek; soyup soğana çevirmeyi günah olmaktan çıkartmış. Dünyanın en zengin devlet yönetenlerinden biri olmuş.
Yargıçların, yürürlükteki yasalara göre değil; yasaları, kendi beklenti ve görüşleri doğrultusunda (Hitler gibi) yorumlayarak karar vermelerini istemeye başlamış. Her ne kadar gömlek değiştirdik deseler de bunların DNA’larında ve siyasal kodlarında cumhuriyet, demokrasi, hukuk, kadın düşmanlığı; 1400 yıllık Hazreti Muaviye oğlu, Hazreti Yezitlik ruhu vardır.
“Ben anayasa, baba yasa tanımam; benim, cübbeleri havada uçan, sakalları yeri süpüren ulemalarım var. Benim, yorgansız yatan, fakat; ..sız yatmayan Suudili Vahabi – Selefi dostlarım, Müslüman kardeşlerim var.” diyerek dünyaya meydan okumuş.
Hızını alamamış, ülkesinin yanında; komşu ülkelerin de rejimlerini değiştirmeyi kendine iş edinmiş. Bir komşu ülkenin liderine; “ Haftaya, başkentin Şam’daki benim mezhebimin camisi olan; Emevi Camisin de namaz kılacağım.” naralarıyla Ortadoğu’yu hercümerç etmiş.
Kargaların bile güldüğü akıllara ziyan, nerotik duyguların doyumsuz güdüleri içinde, -halifelik sevdasıyla- “Stratejik derinlik” hayal mahsulü hezeyanlarıyla; safi saf Sünni eksenli Anadolu İslam Cumhuriyetini kurmak amacıyla, BOP eş başkanlığı ihanetine soyunmuşlar. Ortadoğu’daki Kürt, Türk, Arap halklarının kanlarını, -Vahabi – Selefi anlayışıyla- ZEMZEM niyetiyle içmeyi ibadet saymışlar.
Bunlar, Vahabilik ve Selefilik gibi Kuran İslamı’ndan uzaklaşmış bir sapıklığın egemen olduğu; ve akla ziyan ve insanın kanını donduran “Kadınlar insan mı?” sorusunun tartışıldığı Suudi Arabistan’ın, Katar’ın dostu olmuşlar.
“Analar ağlamasın” yalan ve takiyesi ile PKK’nın kanlı girdabına sürüklenerek; onu, uluslar arası zeminlere taşımışlar. Kürt halkını PKK’nın insafına bırakmışlar. 1071’den bu yana, bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliği arasına nifak tohumları ekmişler.
Emperyalizmin ve yerli uşaklarının en büyük amaçları; mazlum halkları; etnik, din, mezhep, bölge gibi; sınıf ve demokrasi temelli mücadeleden uzak tutmak, yapay farklılıklar ve ayrılıklarla Alman Papaz Martin’ler yaratmaktır.
8 Mart 2016 / ANTAKYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.