- 518 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
721 – UZLET
Onur BİLGE
“Bursa Tarzan’ının uzlet-gâhı orman olmuş. Fatih odasında uzlet-güzin olmuş. Ben de Virane’de… Üçümüz de birer Uzlet-nişiniz.” diyor Define. Uzletin ne olduğunu sorduk. O da Kaptan’dan öğrendiklerini dilinin döndüğünce bize aktardı.
“Uzlet, bir yere çekilip kendi halinde yaşama, yani inzivadır. Tasavvuf ehli, çilehanede inzivaya çekilir. İnsanın kendisini kötü huylarından kurtarabilmesi, arınabilmesi için başvurduğu yoldur.
İnsanların arasındayken bile kalben herkesten ayrı olmak da uzlettir ve çok makbuldür. Kalbin, Allah’ı bırakarak insanlarla meşgul olmaması, masivadan korunması gerekir. Günahtan uzaklaşmak isteyenin sırrı, yani kalbi Allah’a bağlaması lazımdır. Çile, inzivâ, zühd, şimdilerde asetizm denilen uzlet hayatı ruhun olgunlaşması, insanın arınması içindir.
Uzlet, toplumdan ve dünyevi arzulardan mümkün mertebe uzaklaşarak istiğrak ve teemmülle, yani iç âlemine dalarak, düşünerek insanın ruhen aydınlanmaya çalışmasıdır.
Uzletle dünyevi zevklerden el çekmiş bir halde yaşamayak, manastır hayatına benzer. Hemen hemen her dinde, her inanç sisteminde günahlardan kurtulmak, gerçeği anlamak ve mânevî olgunluğa ulaşmak için çile çekmek diye adlandırılan bu mahrumiyet vardır.
Hindistan’da, kendisini bütünüyle meditasyona vermek için kalabalıktan çekilerek ormanda yaşayan keşişler vardır. Budizm’de de gerçek dindarlığın manastırda keşiş hayatı yaşamakla mümkün olabileceğine inanılır.
Uzlet, sükûnet, meditasyon, az yeme içme, az uyumayla olur. İnzivaya çekilen, kendince ibadete başlayan insanın hem kendi günahlarına hem de diğer insanların günahlarının affına vesile olacağından bahsedilir. Çekilen çile günahlara kefaret sayılır.
Bazı keşişler, nefisleriyle beraber bedenlerine de işkence ederek çileyi abartırlar. Hava Giyenler diye bilinen bazı keşişler, hiçbir şey yemez içmez ve giymezler. Bu şekilde hiçbir canlıya zarar vermediklerini düşünürler.
Gerçek benliğimiz olan ruhumuzun ilâhî âlemden gelerek bedenimizde hapsolduğu, kurtuluşunun ancak madde âleminden uzaklaşmakla mümkün olacağına inanılır.
Mutasavvıflara göre de beden, ruhun hapishanesi, zindanı ve mezarıdır. Bedenin arzuları ruhu saptırır, insanı günaha sokar, gerçek benliğini kavramasını engeller. Ruhun kurtulması, insanın gerçeğe ulaşması, bedeni isteklerden uzaklaşması için uzlet gerekir.
Uzlete çekilenlerin her din ve toplumda uymaları gereken bazı kurallar vardır. Onlar belirli bir program ve disipline göre yaşarlar. Giyecekleri, giyeceklerinin renkleri, saç biçimleri farklıdır. Özel işaretler ve sadaka taşı gibi eşyalar taşıyanlar da vardır. Münzevi yaşayanlar, sessizlik, meditasyon, teemmül, istiğrak, dua, oruç, nefis tezkiyesi ve sebat başta olmak üzere çeşitli yollarla gerçeği aramaya çalışırlar. Cemaatlere bağlı olanlarda da mürşide tabi olmak, mutlak itaat, mensup oldukları yerin kurallarına uyma ve disiplin şarttır. Bu kurallar, nefis terbiyesinde teslimiyet, tevazu ve alçak gönüllülüğü öğrenmek için lüzumludur.
Uzlet yaşantısı bir süreliğinedir. Ancak o zaman zarfında elde edilen alışkanlığın ölünceye kadar devam etmesi amaçlanır.
İlk münzevi Yahudiler, şaraptan ve evlilikten uzak dururlarmış. Belki Vaftizci Yahyâ da Hıristiyanlığın ortaya çıktığı zamanlarda münzevi Yahudilerin başkanıydı.
İstanbul ve Yunanistan’daki Athos, yani Aynaroz dağı Hıristiyanlar için inziva merkezi haline gelmiş.
Bazıları üç mühürden bahsederler. Bu mühürler, günah işlenebilecek yerlere vurulur. Ağız, el ve cinsel yaşama yöneliktir. Mensuplarının bu üç mühre sıkı sıkıya bağlanmaları beklenir. Onun için et yemezler, içki içmezler. Yalan, sahtekârlık, hırsızlık gibi her türlü kötülükten, doğaya zarar vermekten ve cinsellikten uzak durmak zorundadırlar. Yaşamlarının tamamını dua, ibadet ve oruçla geçirmek durumundadırlar. Fazla enerji almamak ve nefislerince zorlanmamak için bitkisel diyet yaparlar.
Uzletin zıddı ülfettir. Alışma, kaynaşma, tanışma, görüşme anlamına gelir. Halkın içinde olmak demektir. Cemiyet adamı olmak, dünya nimetlerinden istifade etmek… Zevk ü sefa içinde yaşamak… Allah’tan uzaklaştıracağı için tekin bir yol değildir. Yahya Kemal:
"Ülfet belalı şey, fakat uzlet sıkıntılı.
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?" demiş.
“Uzlet ehli bilişir Allah ile
Uzlet ehli buluşur ol Şah ile” demiş Eşrefoğlu Rumi de…”
Aşırı korumacı ailem de beni esir etmişti bir zamanlar. İlk gençliğimi odamda, kendi halimde bir şeylerle meşgul olarak geçirmiştim. Yıllar süren yalnızlığımda can sıkıntımı, tığ ve şiş işleri, dikiş, nakış, resim, her türlü malzemeyle çeşitli biblolar ve tablolar yaparak, okuyarak, yazarak gidermeye çalışmıştım.
Giritli mahallesinde oturuyorduk. Giritli kızları ilkokuldan sonra okumuyorlardı. Çok küçük yaşta evleniyorlardı. Annem okumamı istiyordu. Kız arkadaş edinmemi bile istemiyordu. Arkadaşlarımdan etkilenmemden korkuyordu. Hemen karşımızda oturan arkadaşımın yanında kalma sürem yirmi dakikaydı. Yirmi birinci dakikada annem kapıya dayanır, beni alır eve, yani hapishaneye götürürdü.
Ablam benden çok büyüktü ve evliydi. Kardeşim de yoktu. Üniversiteye kadar en çok arkadaş eksikliği duydum. Her şey fazlasıyla vardı. Yok olan sadece arkadaştı. Bu yokluk hayatımda okyanus yatağı kadardır! Keşke hayatımda her şey eksik olsaydı da arkadaşa aç, bir cana muhtaç kalmasaydım!
Arkadaşlık etmem için küçük bir pilli radyo verdi babam elime. Bir kilitli hatıra defteri… O yetermiş gibi yazdıklarıma, yazacaklarıma… Belki on defter de ben doldurup yırtmışımdır. Büyük bir dolap dolusu kitap ve mecmua vardı elimin altında… İstemediğim kadar da malzeme…
Resimde kendi çapımda yeteneğimi kanıtladım. Yazabileceğimi zannetmiyordum ilk zamanlarda. Yazabilmek için çok şeyin bir araya gelmesi lazımdı. Ben henüz okuma, kelime haznemi genişletme ve bilgi biriktirme safhasındaydım. Okumaktan büyük zevk alıyordum.
Yalnızlık bana bir takım beceriler kazandırdı. Beni sanata yönlendirdi. Şiiri, sonra da edebiyatı sevdirdi. Herkesin şikâyet ettiği Edebiyat dersi benim için dersten değildi. Lise Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı olan babamın öncülüğü ve gayretiyle yapılan Çağlayan Lisesi’nin ilk mezunlarındanım. Orada bana Edebiyatçı diyorlardı.
Bu kadar sevgi dolu oluşum, bir zamanlar kimseyle görüştürülmeyişim, hücre hapsinde tutuluşum nedeniyle, insana hasret bırakıldığımdandır. Onun için bence arkadaşlık, sevgililikten de güzeldir, önemlidir, çok büyük bir ihtiyaçtır.
Arkadaşlarım, tanıştığım anda kaydolurlar gönül defterime, büyük bir hata yapmadıkları ve kendileri istedikleri sürece sonsuza kadar benimdirler!
Arkadaşlığım vefalı, dostluğum devamlıdır.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 721