- 326 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARSTAKİ ALMANLAR.
KARSTAKİ ALMANLAR.
93 harbinden sonra Ruslar, Estonya sınırından getirdikleri Almanları Kars’a yerleştirmişler. Almanlar, burada kendilerine bir köy inşa ederek yüzlerce yıl yaşamışlar. Ancak bugün koca köyde sadece 4 kişiden oluşan bir Alman aile kalmış.
Hicri takvime göre 1293 yılına denk geldiği için 93 Harbi olarak adlandırılır 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı. Tahta II. Abdülhamit vardır. Savaş, Osmanlı imparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarının beşte ikisini kaybetmesiyle sonuçlanır. Doğuda ve batıda kaybedilen topraklarda yaşayan yaklaşık 5.5 milyon Osmanlı vatandaşı bir anda imparatorluğun sınırları dışında kalır. Bu savaş, aynı zamanda "93 Harbi Göçleri"nin de başlangıcı olur. Balkanlar ve Kafkaslardan yüz binlerce aile, bugün Anadolu’da yaşadıkları bölgelere göç eder. Savaş sonrasında Berlin’de 18 Haziran 1878 tarihinde toplanan konferans da Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın kuruluşu, Bulgaristan’ın da temellerinin atılmasıyla sonuçlanır.
"Serhat ilimiz" tanımlamasını o yıllarda alan Kars ile Ardahan’ın "Rus" tarihindeki yeri de Berlin Konferansı sonrasında başlar. Kars yaklaşık 40 yıl boyunca işgal altında kalacak; çehresi, Rusların 1918 yılında şehirden çekilene kadar yaptıkları imar çalışmalarıyla bir Rus şehrine dönüşecektir.
Ancak, Kars sadece mekânsal olarak değil, nüfus yapısı olarak da önemli bir değişimin öznesi olur. Rus işgaliyle birlikte açık tenli, sarı saçlı, mavi gözlü insanların sokaklarında cirit attığı Kars’ın sakinleri arasına, Almanlar da katılır. Ruslar, artık Estonya sınırları içinde kalan topraklarında yaşayan yüzlerce Alman aileyi Kars’a yerleştirir.
Almanların kurduğu köy Karacaören
Bugün, Kars’a on kilometre uzakta, Karacaören Köyü’nde, yüzlerce yıl önce bu topraklara yerleştirilen Almanlardan bize ’miras’ gibi kalan tek bir aile yaşıyor. Olga teyze eşi Frederik’in vasiyeti gereği köyünü, "Her türlü zorluğa ve yokluğa rağmen terk etmeyeceğini" söylüyor.
Olga Albuk’un 35 yaşındaki oğlu August, köye yerleştirilişlerinin neredeyse, artık bir söylenceye dönüşmüş tarihini, "Duyduğumuza göre 1893 yıllarında Ruslara esir düşmüş dedelerimiz. Bu nedenle de buraya gönderilmişler. Bir de bölgedeki tarımın geliştirilmesi için Kars’a yerleştirildiğimiz söyleniyor. Ancak, hangisinin doğru olduğunu bilmiyoruz" sözleriyle anlatıyor.
Karacaöeren Köyü, bu topraklarda kurulan belki de ilk Alman köyü ve bu yönüyle bile tarihsel bir öneme sahip. Köyün kurucuları olan Agust’un dedeleri, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde başlayan Türk- Ermeni çatışmalarından etkileniyor. Bu nedenle kısa süreliğine köylerinden ayrılarak, Rusya’ya giden Almanlar, bir süre sonra tekrar Karacaören’e geri dönüyor. Bu kısa kesinti dışında yüzlerce yıldır kendi kurdukları köylerinde yaşıyorlar.
August, dedesinin I. Dünya Savaşı sırasında Türk ordusunun yayında yer almasını, at arabalarıyla cepheye mühimmat taşımalarını övünçle anlatıyor ve onunla aynı adı taşımaktan gurur duyduğunu vurguluyor ve aile tarihini barındıran isimlerini bir çırpıda sayıveriyor: "Ben büyük dedemin ismini taşıyorum. Kardeşim Petro ismini annemin babasından alıyor. Babaannemin adı Nina. Anneannemin adı Benderina. Burada kendilerine verilen toprakları işlemişler yıllarca. Hayat şartları zorlaşana kadar, buralardan ayrılmayı hiç düşünmemişler."
August’un ailesi için 1967 yıllında yeni bir göç başlıyor, bu sefer adres Almanya. Amcalar, teker teker Almanya’ya yerleşiyor, son amcanın da 1982 yılında Almanya’ya gitmesiyle birlikte de göç büyük ölçüde tamamlanıyor.
Burası bizim vatanımız
Kendilerinin neden Almanya’ya gitmediklerini, sorunca sözü Olga Teyze alıyor ve "Babam Rus benim, kocam Frederick ise Alman’dı. Bu köy bizim köyümüzdü. Bizimkiler kurmuş burayı. Akrabalarımız Almanya’ya gittiler. Diğer Alman dostlarımız da. Ancak kocam Frederick istemedi" diye konuşmaya başlıyor.
"Neden istemedi eşiniz Almanya’ya gitmeyi?" sorumuza ise Anadolulular kadar Anadolulu bir sıcaklıkla cevaplıyor: Bana derdi ki, "Olga, burası bizim vatanımız. Bizim karnımız yıllarca burada doydu. Biz bu topraklarda büyüdük, yaşadık yaşlandık. Bizim için en güzel vatan Kars. Yaşadığımız müddetçe buraları terk etmemize gerek yok. Burada doğdum, burada öleceğim, dedi"
Edip Cansever’in "İnsanlar yaşadıkları yere benzer" dizesini haklı çıkartırcasına buralara, bu toprakların "haleti ruhiyesi"ne benzeyen Olga teyze, "Böyle de oldu. Burada öldü Frederick. Biz çok seviyorduk birbirimizi. Eşim buradan ayrılmadıktan sonra ben ne yapayım. Kaynım, Almanya’ya onları ziyarete gittiğimde "Sen kal, gitme, ben kardeşimi getirtirim" demişti, kalmadım. Çünkü çok mutlu, güzel geçimimiz vardı. Aramızda on yaş fark vardı, ancak birbirimizi çok seviyorduk. Hastalandı, dört kardeşinin acısını kaldıramadı. Ablası Mayıs’ta öldü; O da Kasım’da. Bu vasiyetten, bu istekten, bu sevgiden sonra terk edilir mi Kars? Evet, epey sıkıntı çekiyoruz. Biraz yoksulluk var. Ancak, burası benim eşimin, çocuklarımın vatan toprağı" diye konuşuyor.
Olga teyzenin üç çocuğu var;. August, 32 yaşındaki Petro ve bir Türk’le evli olan, sevgili kızı 27 yaşındaki Kanida. August’un çocuğu Melisa’ya bugünlerde babaannelik değil, annelik yapıyor ve şehir merkezinde oturan kızının çocuğu Alihan ve Aydanur’u fırsat buldukça ziyaret ediyor. Damı toprak bir köy evinde, bahçesinde kazlarıyla ve tezek yığınları içerisinde süren "vatanda tutunma" azmiyle geçiyor günleri.
Olga teyzenin, çocuklarının işsizliği ve yoksullukları da özellikle yerel yöneticiler için bir ayıp olarak Kars’ın başında bir kılıç gibi sallanıyor. Oysa, Avrupa Birliği’ne girmek için her yolu deneyen Türkiye için Olga teyze ve ailesinin durumunun iyileştirilmesi de bir katkı sağlayabilir, hiç şüphesiz.
- Burada yaşam nasıl August?
Çocukluğumda burası çok güzeldi. Halktan, komşularımızdan çok memnunuz. Hiçbir problemimiz yok. Örflerimiz, adetlerimiz, ananelerimiz tamamıyla birbirine uymuş. İki toplum halinde değil de tek toplum halinde yaşıyoruz. İyi günde de kötü günde de komşularla beraberiz. Her şeyimiz müşterek devam ediyoruz.
- Çocukluğun da Karacaören nasıldı?
Hatırladığım kadarıyla 6-7 ev vardık biz. Ondan öncesi tamamen bizim di zaten köy. Göçler nedeniyle köy boşalmaya başlayınca, özellikle dağlık bölgelerden Türkler gelmeye başladı. Burası ovalık olduğu için.
- Okulda küçükken kızdırırlar mıydı sizi arkadaşlarınız?
Hayır! Yalnızca din derslerinden muaf tutulurduk. Ancak, ben kendimi muaf olarak görmezdim, öğrenmeye çalışırdım Müslümanlığı da. Ortaokul ve lise dönemimde de hiçbir problem olmadan arkadaşlarımızla bir arada okuduk. Oyunlarımızda da beraberdik. Hiç ayrım görmedim ben, ne de büyüklerimiz. Dini bayramlarımızda biz paskalya yumurtası dağıtırdık, köylülere. Onlar da örneğin, kurban bayramlarında kurban etti getirirlerdi bize. Bayramlarımız bir arada kutlardık. Komşularımızın çocukları bayramlarında ellerimizi öper, şekerlerini ve harçlıklarını alır, giderler. İftara çağırırlar ramazanlarda. Ben oruç tutmuyorum, çarşının ortasında kesinlikle sigara içmem, saygı duyarım onların inançlarına.
-İbadetleriniz nasıl devam ediyor?
Biz pazar ve bayram günleri bir araya toplanır, ibadetlerimizi yapardık. Şimdi okul olana yer eskiden kiliseydi. Okul da taşımalı eğitim başlayınca kapandı. Şimdi yalnızca bizim aile kaldı, kiliseye de gerek yok zaten. Biz pazarları, evimizde Protestan inançlarına göre ibadetimizi yapıyoruz. İncil’i Türkçe okuyoruz, herkesin anlayabileceği dilde.
-Peki hiç din adamı ihtiyacınız olmuyor mu?
Olduğu zaman karşılanıyor. Mesela, benim vaftizim, Kanada’dan gelen bir keşiş tarafından yapılmış. Kızımın vaftizi ise İsviçre’den gelen bir keşiş tarafından yapıldı. Babamın cenazesi ise Ankara’dan gelen keşiş tarafından kaldırıldı. Ancak, şunu da söylemek istiyorum, babamın cenazesinde hem Kuran okundu, hem de İncil. Bu bile kaynaşmamızın örneği.
-Mezarlığınız ne durumda?
Aşağı yukarı 150 mezar olmalı. Şeker Fabrikası’nın sınırları içinde şu anda. Ancak, hiçbir engel yok. Önceden, bazı kendini bilmezler tarafından özellikle haçlar tahrip ediliyordu. Bu nedenle epey uzun süredir cenazelerimiz gömerken, haçlarımızı mezarın içine koyuyoruz. En son 1997 yılında babamı gömdük, oraya.
-Sen hiç, Almanya’ya gitmeyi düşünmedin mi?
Gittim ben, ancak bazı nedenlerden dolayı kalamadım. Ancak, şu gerçek var ki hiç iltica etmek istemedim. Türk vatandaşlığından vazgeçmek istemedim. İnsan, sosyal imkanlar bakımından elbette Almanya’da olmak ister, fakat buralar benim doğduğum topraklar. Esas mesleğim kaynakçılık ve işsizim ama yenirde ayrılmam buralardan. Şu anda çiftçilikle uğraşıyorum; biraz arpa, biraz buğday. Bir iş bulsam, her şey çok daha güzel olacak. Düşlerim de güzel bir iş var, o kadar. Bir de köyümüzün sorunları giderilse. Köyümüzün su ve yol sorunu var. En temel sorunu da su. Evlerimizde su yok, iki tane çeşmeden taşıyoruz suları. Onların suyu da kışın kesiliyor.
----------------
Olga, çocuklarına iş istiyor, o kadar!
Yaşım 62’ye dayandı. Karacaören köyüne gelin geldim ben. Gençliğim Arpaçay’da geçti. Orada da çok güzel bir hayatımız vardı. Yalnızca üç evdik, Arpaçay’da. Bir ayrımcılık hiç yaşamadım ben. Hâlâ da görmüyoruz. Arada sırada yurt dışında eş dost gelip ziyaret ediyor bizi. Almanlığımı hiç hissetmiyorum burada, hiç de hissettirmiyorlar. Arada sırada köyün kadınlarıyla dertleşiriz. Kötü günlerimiz de hep bir aradayız zaten, iyi günlerimizde de olduğu gibi. Kadın erkek demeden konuşurum, sohbet ederim. Severim. Tüm yokluğa rağmen seviyorum ben Türkiye’yi. Ki zaten insan sevmediği sevilmediği yerde yaşayabilir mi? Şu anda tek düşüm var. İki çocuğuma iş imkanı doğması. Çok yoksul düştüler. Bir traktör var elde ancak, o da ortak. Çocukların elinde imkanları yok. Benim hiçbir gelirim yok. Sağlık güvencem de yok. Şu çocuklarımın bir işi olsa. Her şey çok daha güzel olacak.
Alman hükümeti yardım ediyor mu size?
Kimsenin aklına Almanya’nın bize yardım ettiği gelmesin. Kimse yardım etmiyor bize. Eskiden hayvanlarımız vardı, toprağımız vardı. Hiçbir şey kalmadı. Fakirleştik.
Bazen kırlardan topladığım otlarla ilaç yapıyorum. Sarılığa karşı devadır yaptığım ilaçlar. Babaannemden öğrendim ilaç yapmayı, otların adını bilmiyorum, ama tecrübeyle tanıyorum artık.
Fakat bir derdim var? Buradan yetkililere bir çağrı benden. Kaz yuvasının hemen yanına İzmir’den gelen biri arı kovanları yerleştirdi. Arılar, kazlarımın gözlerini kör etti. Muhtara söyledim, sonuç alamadık. Böyle evlerle, kümeslerle iç içe arı yetiştiriciliği olmaz ki! Bir tedbir alınsın, bir yol bulunsun. İsteğim budur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.