- 692 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Eskilerde Köy Yaşamı 2
.
Gençler pek bilmeyebilir ama biz eskiden komşuluğa değer verirdik.
Akrabalığı gözetirdik.
Birbirimizin evine akşam oturmalarına, misafirliklere giderdik. Uzun kış gecelerinde gürül gürül yanan sobanın çevresinde koyu muhabbetlerimiz olurdu. Gülerdik eğlenirdik.
Sobanın üstünde fokur fokur kaynayan su ile yapılan çayın tadına doyulmazdı. Acıktığımız olurdu. Hiç çekinmeden “Teyze / hala / yenge her neyse, acıktık, bir muska yap da yiyelim” veya "bir ekmek dür de yiyelim" diyebilirdik.
Yufka ekmeğin içine tereyağı, tulum peyniri konularak üçgen şeklinde katlanır, sobanın üzerinde hafif kızartılırdı. Üzerine biraz tereyağı sürülür, yanında da şeker şerbetiyle tadına doyulmazdı.
Kin güdülmezdi. Küskünler daha çabuk barışırdı. İnsanlar arasında bir sevgi, bir hoşgörü vardı. Kimse kimsenin namusuna kötü gözle bakmazdı. Bağnazlık yoktu. Kadınlı erkekli oturulur kaç-göç olmazdı. Bir odaya sığamayacak kadar kalabalık olursa o zaman kadınlar bir odaya, erkekler bir odaya geçer otururlardı.
Hırsızlık falan olmaz, çoğu zaman kapılarımızı bile kilitlemezdik. Harman yerlerinde ekinlerimiz gece gündüz günlerce açıkta dururdu. Kırda, yazı-yabanda kalan malımıza bir şey olmazdı. Ürününü beklemek için tek tük harmanda yatan olurdu.
Dini bayramlarda hem arife akşamı hem de bayram sabahı her evden kap kap yemekler gelir, cami mektebinde yada mahallelerde bulunan odalarda toplu yemekler yenirdi. Eski bir gelenekti. İnsanların birbiriyle kaynaşması sağlanırdı. Sanırım en büyük amaç yiyemeyecek durumda olanlara değişik yemekleri tattırma olayıydı.
İşinde geri kalmış olan varsa toplanılıp yardıma gidilirdi. Bir iki aile birleşir önce birinin, sonra diğerinin harmanını kaldıracak şekilde imece yaparlardı. Tarla sulamada, ekin biçmede aklınıza gelen her işte insanlar birbirine yardım ederdi.
Şe’re (Şehire) giderken bindiğiniz komşunuzun traktörüne para vermezdiniz. Değirmene giderken attığınız iki çuval unluk için herhangi bir ücret ödemenize gerek yoktu. Güle oynaya gider gelirdiniz. İnsanlar birbirleriyle şakalaşır, yüzleri gülerdi.
Eskiden dostluk vardı, eskiden insanlık vardı.
Eskiden köyler "köy" idi.
Suat Zobu
-
SÖZLÜK:
Anca beraber kanca beraber: Hep birlikte
Cami mektebi: Caminin hocası tarafından çocuklara namaz surelerinin öğretildiği cami yanındaki oda
İmece: Yardımlaşma
Kaç-göç: Haremlik selamlık
Kap: Genellikle bakır tabak
Muska: Yufka ekmeğin, içine tereyağı, tulum peyniri konularak üçgen şeklinde sarılıp kızartılması
Oda: Köylerde eskiden -özellikle kış gecelerinde- insanların toplanarak sohbet ettiği, eğlenceler düzenlediği mekân
Unluk: Un yapılacak buğday
Yazı-yaban: Yerleşimin dışındaki yerler
.
YORUMLAR
Sen bunları yazıyorsun ya abim. Her okuduğumda boğazıma bir şeyler tıkanıyor. Hani derin bir pişmanlık duygusu çöker ya insanın içine, aynen öyle!.. Sanki ben terk ettiğim için o dünya yok olmuş gibi...Ama diğer taraftan buruk bir mutluluk duyuyorum, anlatılır türden değil. Bütün o dünya yeniden canlanıyor gözümde. Ardından yine hüzün çöküyor üstüme. Dönüş olmadığı için o zamana.
Esas maharet yazan kalemde. Öylesine nefis bir anlatım ki. Ara sıra aklıma geldiği de oluyor geçmişin. Fakat o zaman böyle duygu zelzelesine kapılmıyorum bu denli.
Kalemin, yüreğin hiç susmasın abim. Susmasın ki bizler de bir zamanlar insan içinde yaşadığımızın hazzını duyalım yazdıklarını okudukça, gururla.
Sonsuz saygılarımla...
Suat Zobu
Bir gün bir hokus fokus olacak her şey griye dönecek gibi bir his var içimde.
Şimdilerde hep menfaat ilişkisi. Komşuluk akrabalık falan kalmadı.
O geçmişteki yaşanmışlıklar yok olup gitmesin. Ne yazabilirsek o kalsın. İnanıyorum ki yazdıklarımız bizden fazla yaşayacak.
Duyarlılığın, yakın alakan için çok teşekkür ederim kardeşim.
İyi ki varsın.
Selam ve saygılarımla sağlıklı günler diliyorum.
Biz köy yaşamını az çok şimdilerin yazlık diye adlandırdıkları babaanneme gittiğimiz Şile'de yaşardık ancak.
O eski Şile'de tabi. . .
Hani kıvrıla kıvrıla gittiğimiz eski yollarında. Durupta mis gibi köy yoğurdundan soğuk ayran içtiğimiz. Daracık odada kaç kişi yatar uyurduk, hatta sıcaktan bazen ayağımı pencereden dışarı çıkarıp uyuduğumu bilirim. Annemin;
-İçeri sok o ayağını köpek ısırırsa görürsün. Dediğini bilirim de, hırsız girer kapat o pencereyi dediğini hiç duymadım ne yalan söyleyeyim.
Her evin önünde ahşap sedirler vardı, (şimdi yok.) Üstlerinde sokak lambaları yanar, kadınlar o ışık altında Şile bezi üstüne resim çizer gibi nakış işlerdi. (Çocukluk işte unutamıyorsunuz bu nakışlar sizin aklınıza kazınıyor.)
Birde her ev özeldi. Kiminin dut ağaçları, kiminin incirleri, kiminin yoğurt yapan Ayşe Teyzesi. Kiminin hiç kimsesizliğine bütün mahallenin yardım edişi.
Şimdi mi? Kimse kimsenin kimsesizliğinden bihaber.
Eskidenmiş o dostluk, insanlık.
Ne iyi yapmış aklım kaydetmiş o güzellikleri.
Saygıyla.
Suat Zobu
"..... hatta sıcaktan bazen ayağımı pencereden dışarı çıkarıp uyuduğumu bilirim. Annemin;
-İçeri sok o ayağını köpek ısırırsa görürsün. Dediğini bilirim de, hırsız girer kapat o pencereyi dediğini hiç duymadım ne yalan söyleyeyim. ...... " işte buydu Anadolu.
O yoğurt yapan Ayşe teyze, bahçesinden biber domates koparıp veren Hüseyin amca dedemiz, babaannemiz samimiyetinde onların şefkatindeydi.
Hepimiz o yaşanmışlıklarımızı yazalım. Ben kağnıyı gördüm onu yazayım. Siz Ayşe teyzenin yoğurdunu yemişsiniz onu yazın. Hele koyun yoğurduysa, hele hele manda yoğurduysa..
Ben bu yazılarımda bizim orada kullanılan ama maalesef unutulmaya yüz tutmuş öztürkçe kelimeleri de kullanmaya çalışıyorum. Dah önceden biraz çalışarak yaklaşık 300 kelimelik bir sözlük hazırlamıştım. Tüm Anadolu taransa belki binlerce kelime ortaya çıkar. Sahan mesela = tabak. Sahanlık / Sahan konulan yer. Şimdi kullanılamaz mı? Rahatlıkla kullanılır.
Neyse çok uzattım kusura bakmayın lütfen.
Selam ve saygılarımla sağlıklı günler diliyorum.
Dün aşı oldum ya rahatladım. Uyumuş kalmışım.
Bu güzelliğin yeni farkına vardım.
Evet... Eski günler güzeldi.
Ama senin kaleminden okuyunca daha bir güzelleşiyor.
Hasretini çektiğimiz o günler aynen öyleydi.
Sen çok güzel anlatmışsın. Sözünün üstüne söyleyecek sözüm yok.
Ben okuduklarımın yalancısıyım;
Hapishanede Orhan Kemal yazdığı şiirleri değerlendirmesi için Nazım Hikmet'e
götürürmüş. Bir gün Nazım Hikmet:
"Mehmet sen şiirden vaz geç. Roman yazsan ya !" demiş.
O günden sonra Mehmet Raşit Öğütçü Orhan Kemal olmuş işte...
Seni yönlendirmek ne hakkım ne de haddim.
Senin şiirlerinin de aromasını biliyoruz. Onlarda çok güzel.
Yaz kardeşim sen. Ne yazarsan yaz.
Yeter ki yaz. Yüreklerimiz tatlansın.
Seviyoruz seniii...
Suat Zobu
Aşıyı olmana sevindim. Geçmiş olsun. Allah'ım hepimizi korusun abi. Ülkemiz ve tüm insanlık bu illetten tez zamanda kurtulsun inşallah.
Ağabeyim, koca yüreklim senin önerinle mevcut olanları ekliyorum. Bu arada başka yazdıklarım da oluyor. Köy yaşamı da başlı başıma bir kültür, başlı başına bir birikimdi. Evet yazmamız lazımmış. Gelecek nesillere bir şeyler kalmalı.
Bize ne köy yaşamından diyen de olabilir elbet. Biz de bize ne şundan bundan diyebiliriz değil mi..?
Desteğin ve teşvikin için teşekkür ederim.
Selam ve saygılarımla sağlıklı günler diliyorum.