- 230 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANADİLDE NAMAZ
Müslümanlar bildikleri dilde namaz kılabilirler bunun dinen hiçbir sakıncası yoktur. Sakıncalı olan insanın bilmediği dilde namaz kılmasıdır. Zira Allah sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın demektedir. Bir Müslüman Arapça bilmediği hâlde Arapça namaz kılarsa Arapça bilmediği için namazda neler dediğinin şuuru içerisinde olamaz. Zaten ilk zamanlar Müslümanlar bildikleri dilde namaz kılıyor Kur’an sûrelerini anadillerine tercüme edip namaz kılıyorlardı. Hamidullah, Kur’an’ı Kerim Tarihi 102 ve Fehmu’l Kur’an 52’de aktardığına göre el-Mebsud adlı eserde geçen bir rivayete göre Selmân-ı Fârisî’ye atfedilmekte olan bir rivayete göre bazı İranlılar Müslüman olmuşlar fakat Arapça bilmedikleri için namazda Fatiha sûresi’ni orijinal şekliyle okuyamamaktadırlar bunun üzerine Selmân-ı Fârisî’ye bir mektup yazıp ondan dilleri Arapça ile okumaya alışıncaya kadar onun yerine okumak için, Fâtiha Sûresi’nin Farsça tercümesini yazıp göndermesini isterler. O da Fâtiha Sûresi’ni Farsça’ya çevirir. Tâcu’ş-Şeri’a, Nihâyetu Hâşiyeti’l-Hidâye adlı eserinde Selmân’ın bu istek karşısında Resulullah’a başvurduğunu, onun kabûl ve tasdiki üzerine Fâtiha Sûresi’ni Farsça’ya tercüme ettiğini kaydetmektedir. Yine tercümeyle namaz kılındığına dair haberlere ikinci olarak Tabi’îler döneminde rastlamaktayız. el-Ensari, Fevatihu’r-Rahamut bi şerhi Müsellemi’s-Subut, II/8’de yer aldığına göre El-Hasan el-Basrî’nin yakın dostu olan el-Habib el-A’cemi’nin, dili Arapça ile okumaya elverişli olmadığı için namazlarını Farsça ile kıldığı kaydedilmektedir.
Yine en-Nerşehî- Tarihu Buhara sayfa 73-74’te yer aldığına göre Hicri 85 senesinde, Haccac
tarafından Horasan niyabetine tayin edilen Kuteybe b. Müslim, uzun uğraşlardan sonra, Buhara’da İslamın yayılmasını sağlamış ve ahiliyi İslami hükümlerle mükellef kılmıştır. Bu arada Buhara kalesinin içinde bir mescid yapmış ve cuma namazlarının burada kılınmasını emretmiştir. Kuteybe, Hicri 94 (miladi 712) yılında yapılan mescide gelmeyi teşvik etmek için, gelenlere iki dirhem verileceğini ilan eder. ışte bu camide Buhara ahalisi, Arapça öğrenme imkanları olmadığı
için namazlarını Kur’an’ın Farsça tercümesi ile kılıyorlardı. Buharalılar rükü’a "kinita nikinet", secdeye ise, "nikunya nikuni" diyerek gidiyorlardı. Bu tabirler, kadim Fars lisanı el-fazındandır.
Yine İmam Ebu-Hanife şöyle demiştir. Kişi ister Arapça ile kıraate kadir olsun, ister olmasın
Farsça ile namaz kılarsa, namazı caiz olur.
Bununla beraber, hicri dokuzuncu asrın başlarında yaşamış olan Konya Aksaraylı Yusuf oğlu Abdurrahman’a ait ’İmadu’l-İslam adlı eserde diniyyatın Türkçeleştirilmesine bir özlernin olduğu ve böyle bir tezin ileri sürüldüğü söylenmiştir.
Balıkesirli Devlet oğlu Yusuf adında bir zat da hicri 827-828 tarihinde fıkha dair manzum bir eser yazar. Fatih’in babası Sultan Murad döneminde yazılıp ona takdim edilen Vikaye Tercümesi adlı
eserde şöyle denir:
"Ey nice gördün şer’if alimleri,
İlm birle alim u kamilleri.
Türk dilinde dizdiler bunca kitap
Ma’n’i yüzünden götürdüler nikab.
Kimse anı görüp inkar etmedi.
Hem idenler dahi hiç ar etmedi.
Türkçedür ders, müderrisler dahi,
Hem müderrisler, müfessirler dahî.
Bu Han’ife -kim odur sahip usul-,
"Ma’n’idür Kur’ an" dili bir kavl ol!
Farisî Kur’an’ı caiz gördü pes!
Kim namazda okunsun "kılsın heves.
Öyle olacak her dile gerek olur,
Lafz elbet mu’teber mana olur."
Ayrıca 1908 inkılabından sonra Türkler arasında da başlayan milliyetçilik ve Türkçülük cereyanları sonucu, Kur’an’ın ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi görüşü açıkça belirtilir. Bu
görüşü savunanların başında Ziya Gökalp gelmektedir. Ziya Gökalp, minarelerinde
Türkçe ezanın okunduğu, camilerinde Türkçe namazın kılındığı ve okullarında Türkçe Kur’an’ın okunduğu bir ülke hayal etmekte ve "Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın" demektedir. Bu yazı dahada uzatılabilir. Ama sizler okumaktan sıkılırsınız diye kısa kestim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.