- 631 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
706 – MUCİZE
Onur BİLGE
“Mucize,
İstanbul’un havası çok kirli olduğu için Güneye, temiz hava ve güneşe gitmeye karar vermiştik. Ailemi getirmeden evvel onları nerede yaşatabileceğime karar vermem gerekiyordu. Antalya’ya gelmeden önce Mersin’e gitmiştim. İlkin oraya yerleşmeyi düşünmüştük.
Mersin’e gidince bir otele yerleştim. O gece, hayatımda unutamayacağım gecelerden birini yaşadım. Aniden yağmur başladı. Yer gök bir anda birbirine kapıştı. Cereyan kesildi. Yağmur başlar başlamaz tedbir amaçlı hemen elektrikleri keserlermiş. Her yer zifiri zindan… Koca otel karanlığa gömüldü. Gökyüzünde art arda şimşekler çakmaya başladı. Ara ara gökyüzü bembeyaz oluyor, muhteşem bir hal alıyordu.
Bir yandan rüzgâr ıslıklık çalıyordu. Denizin uğultusu ta otele kadar geliyordu. Ağaçların dalları, yerden alıp göğe veriyor, bana Mevlevi dervişlerinin semalarını hatırlatıyorlardı. Bütün bunları, dördüncü kattaki odamın güneye bakan penceresinden seyrediyordum. Camı açmıştım. Hava serindi ama olayı olduğu gibi yaşamak istiyordum.
Gökyüzü ağlamazsa yeryüzü gülmezmiş. Rüzgâr, iri iri damlalar atıyordu içeriye. Ellerime ve yüzüme çarpışlarını hissediyordum. Mutlaka giyeceklerimi de tavlıyordu. Karşımdaki, eşsiz bir manzaraydı. Bu tabiat harikasının seyrine doyamıyordum.
“Bu nasıl bir olay!..” demekten kendimi alamadım. Şimşeğin biri çakıyor, henüz gök gürültüsü sona ermeden yenisi çakıyordu. Bir gök gürültüsü daha ekleniyordu öncekine. Muhteşem bir havai fişek gösterisi şeklinde seyretmekte olduğum olayda, denizin üstünde şimşeğin, gökyüzünde gümbürtünün sonu geleceğe benzemiyordu.
Sanki bir ülkenin kurtuluşu şenliklerle kutlanıyordu. Sanki padişahın oğlunun düğün töreni yapılıyordu. Bilmem Muhammed Rıza Şah Pehlevi, Prenses Süreyya’nın veya Farah Diba’nın dillere destan düğünlerini bu kadar görkemli yapabilmiş miydi! Acaba o muhteşem kutlamalarda İran semaları böyle aydınlanabilmiş miydi! Gökyüzünden nurlar indiğine inanacağım geldi.
Kapkara bulutları bembeyaz aydınlatan o kudret nasıl bir kudretti! Akıl sır erecek gibi değildi, sergilenen sanata! O ışık oyunları hangi merkezden idare ediliyordu? Az daha Allah’a inanacağım geliyordu. Böyle şeylerin tabiat olayları olduğunu biliyordum. “Şimşektir çakacak tabii ki! Göktür gürleyecek! Yağmur yağacak, rüzgâr esecek. Bunlar coğrafi olaylardır.” diyordum.
Bir keresinde bu olayı Kaptan’a anlatmıştım. Dehşete kapılmıştı ve demişti ki: “Zalimlere, cehennemde başlarına gelecek olanlar gösterilmiş olsaydı, o anda imana gelirlerdi! Firavun’un mucizeyi görür görmez yere kapandığı gibi secde ederlerdi ama o secdenin hiçbir önemi olamazdı. Mucize görüldükten sonraki pişmanlığın ve imanın ehemmiyeti yoktur! Onların tövbeleri kabul olunmaz!” demişti. “Vay ki vay onların hallerine!..”
Sonra da demişti ki: “Orada herkes pişman olacak! Cennete girenler bile! Herkes, elindeki hayat denilen süreyi daha iyi değerlendiremediği için kahrolacak! Cennet de derece derecedir, cehennem de… Herkes: “Keşke biraz daha gayret etseydim de bari bir kademe daha yükselebilseydim!” diye kendi kendini yiyecek! Cehennemde de durum aynı olacak. Hele oradakilerin halleri!.. Hele oradakilerin halleri!..”
Ben o zamanlar ölmüş olsaydım, galiba o Esfel-i Safilin denilen yeri boylardım!.. Allah razı olsun Kaptan’dan! Bataklığın içinden alıp çıkardı beni! Yuğdu yıkadı, temizledi pakladı! İnşallah arzu ettiği gibi olabilmişimdir!
Bir gönül macerasından diğerine sürüklenip dururken, kör köstebek gibi yeraltında debelenip dururken tutup çıkardı beni ensemden! Yine bir gönül macerası içine attı ama bu yer cennet gibi bir yer! Tasa yok, endişe yok, tehlike yok! Üzüntü, ümitsizlik, sıkıntı… Hiçbir olumsuzluk yok!
Onu karşıma çıkardığı için Allah’a ne kadar hamd etsem az! Acaba ne iyilik yaptım da Allah beni böyle ödüllendirdi? Ruhum ateşler içindeyken beni Hazreti İbrahim’i kurtardığı gibi kurtardı o cehennemden ve cennetine dâhil olanlardan eyledi! Ateş nasıl gül bahçesi oluvermişti Halil’ine! Ateş nasıl göle dönüşüvermişti! İşte aynen öyle olmuştu ruhumun kurtuluşu.
Sadorini, dört bir tarafı suyla çevrili bir toprak parçası… Ortasında bir yanardağ… Yanardağ, Allah dileyince lav püskürüyor, ada bir anda cehenneme dönüyor!
Bir yerde büyük bir orman yangını oluyor. Kimse söndüremiyor. O anda bir yağmur başlıyor, ne ateş kalıyor ne duman ne de kül… Yeter ki dilesin! “Ol!..” desin!..
Ah Kaptan ah!.. Sen benim hayatımın başında nerelerdeydin! Yoksa ben oğlumun sağlığı için değil de seni bulmak için mi şehir beğenmeye çıkmıştım taşraya? Mersin’in neyini beğenmemiştim de Antalya’yı görür görmez ona vuruluvermiştim! Galiba Antalya’ya ben sırf senin için gelmiştim.
Oğlumun hastalığı bir felaket gibi çökmüştü başımıza. İkide birde hastanelik oluyordu. O felaket Güneyde nimete dönüştü. Benim hidayete ermeme sebep oldu. Onlar İstanbul’a elleri boş döndüler. Ben, bana yetecek kadar bilgi topladım.
“Füze, atmosferi çıkacak kadar yakıt alsa ona yeter. Sonrasında o hızla epey bir mesafe kat eder. Çünkü artık hızını kesecek hiçbir şey yoktur orada. Boşluk… Boşluk… Sana da bu kadar ilim şimdilik yeter.” diyor. “Depo boşaldıkça yakıt ikmali yaparsın.”
Benden bıktı mı acaba? “Artık yakamdan düş!” mü demek istiyor bana? Yoksa kabiliyetime göre çok bile yüklediğini mi ihsas ettirmeye çalışıyor? Anlayamıyorum. Belki önümüzdeki günlerde açıkça söyler de bu kalın kafama girer!
Benim kafam kalındır. Zor girer bilgiler kafama ama yeteri kadar kalın olduğu için muhkemdir, kolay kolay da kafamdan çıkıp gidemez. Kalbim de labirente benzer. Giriş kolaydır, çıkış kapısını bulmak çok ama çok zordur!
“Allah aşkı bir kalbe girdiği zaman, ayrıkotu gibi her yeri kaplar. Sarmaşık gibi her yere ağar. Çıkış yolu aramaz o asla! Orada kalır, yeşerir de yeşerir! Sevinç filizleri fışkırır içinden! Mutluluk mutluluk çiçekler açar. Feyiz tohumları saçar etrafa. Mantar gibi sporlarını dağıtır. Bir aşk, bin aşk doğurur, Allah nasip ederse. Kimse kimseye fayda edemez, O dilemezse! Ancak vesile edebilir bizi birbirimizin hidayetine.” diyor, Bilge Kaptan.
Çevremdeki gençler onlarca… Gelenin gidenin hesabı belli değil ama içimdeki bir yer hiç dolmuyor. O yer senin yerindi. Öyle büyük bir boşluk bıraktın ruhumda. İki oğlum, kızım ve anneleri gitti de böyle hissetmedim.
Nasıl benimsemişim seni! Nasıl kazımışım hafızama! “Allah’ın dolu kalpte işi ne!” diyor bizim Bilge. “Nasıl boşalacak? Bari onu da söyle!” diyorum. “Onu sen yapacaksın!” diyor. Demesi kolay!
“Allah’ı seveceksin! O üzmez kulunu. Sen dilersen O açar yolunu ama samimiyetle isteyeceksin! O dilerse her şey olur. Ben de bir zamanlar o duyguya kapılmış, epey uğraşmıştım yenmek için. Allah yardım etmeseydi belki helak olurdum! Allah aşkı çok güzel! Huzur deryası… Allah her zaman yanımda… Beni bekletmiyor. Seslendiğimde duyuyor, sorduğumda cevap lütfediyor. Beni bir an bana bırakmıyor. Beni hiç üzmüyor. İhmal etmiyor. Kul aşkı keder veriyor, sıkıntı yaratıyor, ayrılık hissettiriyor. Allah her nefeste yanımda… Bire on, bire yüz, bire bin seviyor!”
O gün Mersin’de seyrettiğim olay ne kadar mucizeviydiyse sen de öyle bir Mucize’ydin. Öylesine büyülemiştin beni. Nasıl bir sanat eseriydin!
Bizim Bilge diyor ki: “Allah, sıfatlarını sergiler. Onları görmeye göz ister! Allah mucizelerini gösterir. Anlayacak idrak ister. Her yerden seslenir. Duyacak kulak ister. İş işten geçtikten sonra ne yapsan nafile! Bir davet eder, iki davet eder imana… Gelmezsen kapıyı kapatır, bir daha giremezsin! O mührü kalbine vurdurtmayacaksın azizim!..”
Kaptan bana, eşyanın arkasındaki gerçeği, olayların arkasındaki eli görmeyi öğretti. Öyle ki artık ben “Ben…” diyemez oldum! Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeri…” sırrı çözülmüş oldu.
Çok şey yok oldu. Asıl olan kaldı.
Yok”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 706
YORUMLAR
Cehennemin yedi kat dibi...
Benim kafam kalındır. Zor girer bilgiler kafama ama yeteri kadar kalın olduğu için muhkemdir, kolay kolay da kafamdan çıkıp gidemez. Kalbim de labirente benzer. Giriş kolaydır, çıkış kapısını bulmak çok ama çok zordur!
Ne güzel benzetme: "Allah aşkı bir kalbe girdiği zaman, ayrıkotu gibi her yeri kaplar. Sarmaşık gibi her yere ağar. Çıkış yolu aramaz o asla! Orada kalır, yeşerir de yeşerir!"