- 710 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
702 - DOLUNAY
Onur BİLGE
“Dolunay,
İçimde volkanlar kaynardı. Erir akardı kayalıklarım. Ruhumda en vahşi yaratıklar cirit atardı. Tenimde akrepler gezinirdi uykularımda. Yılanlar belime dolanırdı teklifsizce, beynimde yuvalanırlardı, kalbimde çöreklenirlerdi. Saçlarımın dipleri tel tel yanarak ağarırdı. Her avuçladığımda avucumdaydı onlarcası. Kısacası, itirazsız hatta seve seve teslimdim romantizme.
Sessizce bakışan aralı iki dağdık seninle. Gölgelerimizin bile birbirinin üstüne düşmesi imkânsızdı. Yine de senden gelen bulutlar başımı okşasa mutlu olmama yeterdi.
Aynı gökte yer alan yıldızlardık ikimiz. Birbirimize göz kırpabilirdik sadece. İşte o da ancak o karanlık gecede… O zamanlar can ciğer arkadaştık. Kalabalıklar içinde bile yalnızlardık. İki yarımdık kısacası… Birbirimizi tamamlayamıyorduk.
Ay parçası gibiydin o gece rengi günlerde. Hem de tam on dördünde... Bedriye demek istiyordum sana o nedenle. Bedriye ayın on dördü gibi, dolunay kadar güzel demekti çünkü. Sonra Leyla geldi aklıma, vazgeçtim. Derler ki dolunay bile çatlamış Leyla’yı görünce kıskançlığından. Ortasından yarılmış. Erimiş akmış fesatlığından.
Yahya Kemal Beyatlı bir anlamda katil etmiş onu bir şiirinde Valla! Önce hastalandırıp yatalak etmiş, ne âlâ! Sonra öldürmüş zavallı kızı. Bir sabah söylenmiş son sözler, bakışlar şehla… Yummuş ela gözlerini Leyla. Kopmuş evden acı bir vaveyla! Odalar inlemiş: "Leyla! Leyla!.."
Leyla mı deseydim acaba sana? Gece saçlı, gece kaşlı, gür kirpikliydin. Işıl ışıl lacimavi gözlerin… Dolgun yüzlü, buğday tenliydin. İşte onun için gecede ayın on dördü gibiydin.
Kaptan diyor ki: “Yıldızlar da kaybolur, dolunay da… Güneş doğarken gökyüzünde kalabilmek ne hadlerine! Daha bir mızrak boyu yükselmeden silinir giderler. Sen Güneş varken neden ilgileniyorsun ki onlarla?”
Güneş’ten aldığı ışığı yansıtır ya ay… O Yaratan’ı sembolize edermiş, ay da Sevgili Peygamberimizi… O, Dolunay der O’na. “Güneş’e bakamayız ama O’na bakabiliriz. Geceden gündüze çıkarır bizi. Işık nasıl kaynağından geliyor da ay yansıtıyorsa, kaynağından alarak bilgileri O yansıttı bize. Bilgisizliğin karanlığını aydınlatan Dolunay! İşte biz onun için severiz O’nu.” diyor. Demek ki herkesin Doluınay’ı başka oluyor.
“Bunların hepsi sevgisizlikten kaynaklanıyor. Sevilmek arzusunun mahsulleri… Sevilmek istediğin için o kadar sevdin onu. Demek ki o kadar sevgisiz kalmışsın. Sevgisizlikten kurumuşsun adeta!” diyor.
“Ya güzelliği? Ya güzelliği? Onun hiç mi önemi yok?” diye soruyorum, safça.
“O, onun güzelliği mi? O mu meydana getirdi kendisini? Güzellik ona ait mi? Şayet öyle olmuş olsaydı, hiç ama hiç kaybetmek istemezdi. Hele bir rampayı dönsün… Bak, nasıl alacak sahibi o güzelliği onun elinden! Sen böyle miydin gençken? Ben böyle miydim acaba? Bizde ne varsa emanet… Gençlik de güzellik de, hayat da… Ruh bile emanet! Koşa koşa sahibine gidiyor! Işık hızından da fazla bir hızla… Anında!..”
“Ya ne var bize ait? Ya ne var bizim elimizde?”
“Ahlak, düşünce ve amellerimiz…”
“O zaman, Büyük İskender de Sultan Süleyman da olsak fakiriz! Yusuf kadar yakışıklı olsak da… Karun kadar zengin olsak da…”
“Ya ne sandın Dostum? Sende sana ait ne var ki başkasındaki emanetleri gözlüyorsun? Peçesini aç da bak bakalım arkasına!”
“Yapma Kaptan! Bunu bana yapma! O zaman her şey değişir! İç içe girer! Girift bir hal alır! Arapsaçına döner! Zaten yarım akıllıyım. Aklımın yarısı gitmiş. Zar zor idare ediyorum kendimi! Bunu bana yapma!”
“Gördüğün güzellik, Dolunay’ın güzelliği… Işığın kaynağına git! O’na bak! O’nu gör!”
“O zaman çiçekte, böcekte, ağaçta, dalda, yaprakta, her şeyde…”
“Ha gayret!.. Devam et!..”
“Yok yok! Böyle olmayacak. Yarım akılla olmaz bu dediğin! Şimdi ben… Benim gördüğüm…”
“Her çiçeğin ayrı bir güzelliği, körpeliği, kokusu var mesela… Öyle değil mi? Fakat onda ne varsa güzel olan, hoş olan, ondan değil, onu Yaratan’dan… Bir süreliğine pankart açıyor bitkiler. Biz çiçek açıyorlar diyoruz. Pankartta yazılanları okuyalım bakalım! “Ben Allah’tanım! Beni O yarattı. Bendeki renk, kesim, desen, koku, zarafet, hoşluk, güzellik, ne varsa tümüyle O’nun eseri, O’ndan ödünç… Bir süreliğinde bende… Ben de bir süreliğine ben halindeyim. Bana bakma, O’na bak! Beni görme, O’nu gör!” Dahası da var muhakkak Azizim ama tamamını okuyabilecek göz yok bende. O göz belki de erenlerde… Mutlaka daha fazlası Peygamberlerde… Onlar da bir yere kadar… Kavrayabildikleri kadar… Aslını Yaratan bilir!”
Ben o karanlıklarda, gecelerin ıssızlığında gözlerini arardım ışık yerine. Mest olurdum yüzün hayalimde belirdiğinde. Aradığım huzuru sende, senin yüzünde gözlerinde bulurdum. Dinginliği ve ferahı yalnızca senin olduğun beldede…
Bundan böyle farklı yerlerde aramam gerekiyor, söylenenlere göre. Hastalığımın ilacı, her şeyin gizlendiği yerde… Gizlendiği değil, aksine her şeyin birer birer açıklandığı yerde… Kaptan diyor ki: “Yaratılan yaş ve kuru ne varsa, hepsi Kur’an’dadır!”
Mariz”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 702
YORUMLAR
Ne kadar güzel anlatmış yazar, iki yarım bir bütün aslında; eş olmadan eş olunmaz demeye getiriyor, sevgisizlikten geçe saçlı derken ayın güneş yansıması...
Her şeyin ilacı yani çaresi var yeter ki ara gizli değil; örneğin çiçeğin güzelliğindeki yaradanı gör, yaradan nasıl ve neden yarattı düşün, yaradılan her şeyin bir sebebi var;
Tarımla uğraşanlar dolunayı iyi kullanırlar; toprak ana (dünya), Ay dede etkileşimini kullanırlar.
Selamlar saygılar güzel anlamlı bir yazıydı...
Teşbihler kişileştirmeler hayranlık uyandıracak kadar güzel ve yerli yerinde. Ve daha güzeli kalem çoşarken sözün şehvetine asla kapılmıyor. Bu kadar coşku ile haddi aşmamakta büyük hüner.
Ve Tasavvufi semboller zikredilerek okura geniş kapılar aralanmış dileyelim her kese bir şeyler nasip olsun bu koskocaman sofra ve içindeki nimetlerden.
Ellerinize sağlık.
Onur BİLGE
"Ay doğdu üzerimize Veda Tepelerinden..."