- 315 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hikayesi Olmak 2 / 7
Güçlü olanlar, güçsüz olanlara kendi El ilahlarına inanılmasını dayatıyordu. Güçlüler, güçsüzlerden; kendilerinin mülk sahibi olmasına meşruiyet veren El mana anlayışına, boyun eğmelerini isteyecekti.
Bu mantık, yeni tip iman akdi olan köleci ittifaktı. Bu köleci ittifak giderek gelenekleşti. Kendi yasasını ortaya koyan meşruiyet ve şeriatla (yol ile) o dini anlayışın ikamesi olacaktı. İsyanları bağrında taşıyan ikameydi. Artık süreç köleci isyana karşı köleci ittifaklı din savaşlarının ve köleci VAİZLERİN cirit attığı ortamdı
Köleci ittifaklı vaizler; isyanların kötü olduğundan demle, pekişmiş bir cennet ve cehennem anlatıları eşliğinde sabredenlere kurtuluş vaat ediyordular. Kurtuluş vaaz eden kurtuluştu dinler mülkün sahibi olan efendiye karşı insanları kulluğa (köleliğe-imana) davet ediyordular. El adamına itaat ve biat etmek; El ’e itaat etmek, El ’e biat etmek gibiydi.
Köleci zaman içinde akan süreç; El ‘ler savaşıydı. Kolektif ittifakların yıkılmasından sonra yerinde mülk sahibi olan bir efendi etrafında kurulan monarşiler boy gösterdi. Bu monarşiler El icazetli olan El mülküydüler. Gelişmeyen bir oluşum ölürdü.
Köleci yapının gelişmesi daha çok yağmaydı. Toprak genişlemesiydi. Çevresindeki başka El topraklarını ele geçirmeydi. Ve galip gelen El mülkünün sahibi olan El ‘e, biat etmeydi. Talan ya da savaş yoluyla veya ittifak ederek en az iki monarşin yapının ittifakı bileşimli büyümesi oligarşiydi. Yapı oligarşin devletti. Oligarşiler bir çeşit monarşin ikizleşmeydi. Bir oligarşin yapı içinde monarşi de mümkündü.
Galip veya ittifakı olan bir El mülkü, işgal edilen veya ittifak edilen El toprakları nedenle oligarşin sentezler üzerinde gittikçe büyüdü. Bu yapılar çevresinden yeryüzüne doğru, birçok El toprağı olan âlemler üzerine açılan ve büyüyen salınımlar veriyorlardı.
Büyüyen salınımlar içinde her biri başka bir El ’in köleci toplumu olan köleci ilişkilerle monarşilerin her biri bir âlemdi. Monarşiler bileşimi içindeki oligarşin yapılı köleci ittifakının her bir âlemleri farklı El akidesi nedenle de yeni sürecin uyumsuzlarıydılar.
Bu uyumsuzlukları giderme nedeniyle ganimetçi savaşların adı tevhit savaşları olmakla akide savaşlarıydı. Yeni hedef monarşin ve oligarşin yapı içinde; monarşiler oligarşiler birliği Babil, Kudüs, Roma, Mekke panteonlarıyla tevhidi kurmaktı.
Bileşen âlemlerden oluşan uyumsuzluğu terbiye eden, âlemlere de kucak açıp; onu da rahmetiyle sarıp sarmalayan "Rab"; yeni El ’di. Yeni El ’in mutlaklığı monarşi olan El topraklarından hareketle, yeryüzü âlemine doğru genişlemişti.
Monarşinin ya da oligarşinin rızk veren El ‘i olmak yerine; yeryüzü sahipliğiyle, yeryüzüne rızk veren âlemlerin Rabbi olmaktı. Rızk köleci sistemle özdeş, köleci kavram olmakla; köleciliği meşrulaştıran dinlerin kavramıdır.
Artık yeryüzüne sahip olma idealleriyle yeryüzünde imparatorluklar vardı. İmparatorluklar, hem birbirini; hem her bir âlemleri "El toprağı, din toprağı, Hırstıysan toprağı, İslam toprağı, cihan âlem devletinin toprağı vs. yapmanın hünerlerini sahneye koyuyorlardı.
Monarşiler, oligarşiler, âlemlerin Rabbi savıyla yöneten monarşin, oligarşin güç ve iradeye dönüşen imparatorluk eliyle hem mülk veren mutlak gücün ihdasıydılar. Hem mülk sahipliği olan imleçle biat ettiren akait ideolojisini güden egemenlik savaşlarıydı.
Köleci hikâye böyle gelişiyordu. Yeni aitlik köleci hikâye aitliğiydi. Ezenler ezilenler, zenginler fakirler, mülklüler mülksüzler hikâyesi olmanın aitliğiydi. Bu somutluğun uçuk şekli imanlılar imansızlar olmanın hikâye aitliğiydi.
Savaşlar yaşama tasallutla mecburi ve hayati olmadıkça cinayetti. Savaşlar köleci sistemle birlikte bir yaşam biçimi olmakla da kasıtlı olarak ortaya konan mülk edinmeydi. Yapaydı. Yaşamı savunma dışında illa da gerekli olmayan; köleci insan özneli vandallıktı. Köleci sistemle sömürücü, kan dökücü bir sürecin ikamesidir.
Gelişmenin özü olan savaştan kasıt ancak şöyle bir savaşı dile getirebilir. Bu savaş varlıkların ve aklın geliştirici özü dediğimiz diyalektikledir. Diyalektiğe göre gelişme, karşıtların birliği ve savaşımı yasası kapsamındadır.
Üreten ve karşılıklı gerektirme olan yükümler içinde üretim hareketinin sentezleriyle genleşen ilişki köleci mülkiyet ilişkisine sokuldu. Köleci ilişki içine sokulan zengin fakir karşıtlığı, üreten ilişkinin geliştirici özü değildir. Sistem geçmişi olan paydaşlığı, kişisi mülk sahipliği üzerinde parçalamaktı.
Köleci sistem içine paydaşılar tanıyan kolektif özneli özgeciliğe karşın, ortaklar tanımayan mülksüzlere karşı mülk sahibi köleci ve bencil insan öznesi sokuldu. Yapay karşıtlıktı. Oysa özgecil aklın ve özgecil özneli bencilliğin kolektif inşayı böylesine bir yıkıcı talebi ve bilinci yoktur.
Köleci savaşlar mülk savaşlarıydı. Üreten ilişkiyi teslim alma savaşlarıydı. Savaş ve savunma illa üreten kolektif yapınızın selameti ve tekil hayatların tehdidi durumunda söz konusu oluyorsa kaçınılmazdı.
Savaşlar, dinlerin de cevazıydı. Savaşlar başka El topraklarının ele geçirilmesini ve başka El ‘in malının, mülkünün çalınmasını yağma ve çapul yapılmasını günah saymaması nedenle cevazdı. Savaşlar başka El topraklarının darulharp saymasıyla cevazdı.
Din savaşları darulharp talanını ahlaksızlık saymayıp ta, üstelik çapul mallarını övgülerle savaşa katılanlar arasında bölüştürmesi gibi ganimetçe savaşlar olmadıkça; diyalektik mantıkla sömürü ahlakı olmayan “varlığın geliştirici özü gereği” savaşmanız da kaçınılmazdır.
Ahit eden ittifaklarla köleci uygarlık dönemi başlamıştı. Görünüşte iman ahdi ve kurtuluşu vaat eden ve vaaz eden dinler, bu sürecin yapay eylem aktörüydüler. Bu anlamıyla dinler ve hikâyelerdeki ilinek sel ve ganimeti bahane nedenlerle anlatılanlar, hikâyelerin imleç rol modeldiler. Asıl neden değildiler.
İlk köleci ahitler kurtuluş vaat eden tanımlar değildi. Bozulan yapı ile artan sefalet ve direnç karşısında dinler ikinci bir dil söylemi vaat ve öğüt ortaya koymakla, sınav yeri saydıkları dünyada kurtuluşu vaat etmişlerdi. Tüm bu hikâyeler üretim gücünü ele geçirmekle, kişileri köle kılmakla ortaya çıkan bin bir oyuna karşı her bir oyunu ortaya koyan bin bir hikâyelerdi.
Her hikâye de çıkarılacak bir ahlak ve öğüt, o hikâyedeki anlatımları takip ediyordu. İlahlar ahlakı bilmeden karşılıklı gerektirmenin yükümü ile bir tutum içinde somut gerçeklerle eylemliydiler. Oysa El kırıp döktüğü ile ortaya koyduğu zenginlikler karşısında; fakirliğe, sefalete sadaka, zekât vermeyi acıma merhamet başlığı altında açtığı alan içinde kural, vaaz ve öğüt ediyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.