- 459 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kayıp
Eskiden ölen kimse için “vefat etti” denirdi. Dilin canlı, değişken bir unsur olmasından mı nedir, onun yerine “kaybetme” fiili kullanılır oldu. Belki 25,30 yıl önce şöyle diyaloglar muhtemeldi:
-Ne var ne yok arkadaşım?
-Ne olsun, babamı kaybettik.
-Hadi ya! Polise falan haber vermişsinizdir. Bulurlar.
-Neden? Öyle değil. Yani vefat etti!
-....
Türkçemizin zengin bir düşünce, mantık, felsefe dili olduğunu anlıyoruz. Fakat "kayıp" kelimesini ölüm anlamında kullanmayı tuhaf, gereksiz buluyorum.
Kaybedilen bir eşyanızı aramaz mısınız? Ben ararım, her zaman umut vardır. O gün hava yağışlıydı. Şemsiyem alıp okula gitmek üzere yola koyuldum. Uzaktan eğitim yaptığımız dersleri sınıf defterlerine yazmam gerekiyordu. Bir durakta az bir süre bekledikten sonra gelen minibüse bindim. 2 km. Yolu 20 dakikada varabildik. Sınıf defterlerini imzalayıp çıkıyordum ki şemsiyemin elimde olmadığını fark ettim. Geri dönüp baktım, yoktu. Demek ki oturduğum koltuğun yanında unutup inmiştim. Aklıma unutabileceğim gelmişti. Yine de nasıl unutmuştum? Bir ara cep telefonuna bakıyordum. Başımı kaldırdığım vakit okulu geçmek üzere olduğumuzu görüp biraz telaşlandığımı hatırlıyorum. Dönüşte yürümeyi seçtim. Zaten her gün yürüyordum. Bir zamanlar aşağılık kompleksiyle “centrum” yazısının olduğu şehir merkezinde bulunan ana durağa gelmiştim. "Centrum" yazısı Müslümanların gönlünün ve aklının işgal edildiğini gösteren basit bir örnek olabilir. Bekleyen minibüs şoföründen kibarca yardım istedim, durumu anlattım. Buradan bindiğimi ve kalkış saatini söyledim. Genç minibüsçü tahmin ettiği kişiyi telefonla aradı. O değilmiş. Benden sonra gelene sor, dedi ve arabayı çalıştırdı. Çok teşekkür ettim.
Az daha bekledim. Hava hem esintili hem hafif yağışlıydı. Aslında şemsiyem miadını doldurmuş sayılmaz mıydı? Sağlam ve taşıması kolaydı ama 15 yıllık olmalıydı. Fazla da kullanılmadığından çok dayanmıştı. Kısa saplı, kumaşı kalın, çağla yeşili bir şemsiyeydi. İnat ettim bir kere, o dolmuşu bulacaktım. Şimdiye kadar şemsiye, kalem gibi birçok eşyamı kaybetmiş olduğumu hayıflanarak hatırladım. Buna son vermeliydim.
İkinci olarak durumu anlatıp yardım isteğim şoför de elinden geleni yaptı. İnsanımız böyle durumlarda seve seve yardımcı oluyorlar. Ona da teşekkür ettim.
Dedektif gibi izini sürdüğüm koltukları kırmızı kaplı minibüsün belki 200 metre ötede, aşağıya giden yolun kenarında bir marketin yanında olduğunu öğrenmiştim. Yağış kuvvetlenecek gibiydi, adımlarımı olabildiğince hızlandırdım. Minibüsü buldum. Aradığımı bulabilir miyim diye merakla camdan içine göz gezdirdim. Bu o araba değildi. Tam evime dönmeyi düşünüyordum ki bir genç geldi. Selam verdim.
-Şemsiye mi arıyorsun dayı? Diye sordu.
-Evet, fakat o minibüs bu değil!
-Bunun gibi miydi?
-Aynen.
Kendi kendine sordu: Koltuğu kırmızı başka kimin vardı? Hemen yanımızdaki garajda duran minibüsü gösterdi: Bu olmalı, 13’e 10 kala ana duraktan kalkış yapan minibüs. Gittik, benden önce şoför koltuğunun ardındaki koltuğa baktı. Yoktu. Öne dolaştı ve işaret edip “şu mu dayı? “ dedi. “Yeşilse odur”, dedim. Gerçekten bulmuştuk. Bu kadar emek boşa gitmemişti. Açtı kapıyı, aldık. Ona da çok teşekkür ettim. Ne derler, helal parayla alınmıştır.
25.01.21
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.