- 320 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADSIZ MEZAR
Bu yana yatmış mezar benim. Yıllardır bu yatık mezarda yatarım. Bütün olan biteni buradan izlerim. Ziyarete gelenleri, gözyaşı dökenleri, dedikoduları, dua edenleri, yoldan geçenleri, yağmuru, güneşi, buradan, bu yatık mezardan dinlerim. Yıldızlara buradan bakarım. Duyduklarımdan eminim, ama gördüklerimden o kadar emin değilim. Bir ölü, üstelik mezarı yana yatmış bir ölü gördüklerinden ne kadar emin olabilir ki?!
Mezarımın yana yatmış olması tamamen teknik bir sorun. En azından öyle olduğunu umuyorum. Şimdi siz bakmayın mezarların sağlam, şatafatlı yapıldığına. Eskiden çimento, kum satın almak, hele bunları uygun bir şekilde karıp taşlarla ören bir usta bulmak büyük bir meseleydi. İşte bu yatık mezar, yani benim mezarım o zamanlar böyle acemi bir ustanın kurbanıdır. Yapıldıktan iki ay üç gün sonra, ani bir gürültüyle uyandım. Önce deprem oluyor sandım ama sonra bunun sadece mezarımla sınırlı olduğunu anladım. O günden beri böyle yan yatar, yan duyar, yan bakarım...
Yan yattığımı ilkin odun toplamaya giden komşumuzun küçük oğlu fark etti. Öcü görmüş gibi eşeğini dehleyip uzaklaştı. Sonra yediden yetmişe bütün köy duydu. Eğri bir şeyi görmeye meraklı köylüler birer birer eğri mezarıma bakmaya geldiler. O günden beridir, “Aa, bu yatık mezar kimin?” cümlesini duyuyorum.
Neler neler söylenmedi ki mezarım hakkında! Çocuklarıma, kocama iyi bakmadığım için Allahın beni cezalandırdığından tutun da kaynanama kötü davrandığım için mezarımın yan yattığını söyleyenlere kadar akıl almaz bir yığın şey. Yaşarken duymadığım sözleri şu ölü halimle duydum. Hele sağlığımda beni hiç sevmeyen eltimin söyledikleri hala şu ölü kulaklarımda çınlıyor. Bir ölünün kulağının çınlaması ne demek bir düşünün! Güya Allah yaptıklarımdan dolayı mezarımda da beni rahat bırakmamış. Eğer öyle olsaydı o pis kaltağın mezarı çoktan ters dönerdi. Bir ölünün arkasından bunları konuşmak ne kadar korkunç! Her şey yatık bir mezarla kalsaydı böyle ölü ölü mezarımdan konuşmayacaktım. Beni bu ölü halimle konuşmaya iten asıl neden, mezar taşıma adımın yazılmaması. Eskiden hiç kimsenin mezar taşına ismi yazılmazdı ve hiç bir ölü buna gücenmez, darılmazdı. Yalnızca kodamanların mezar taşına ismi kazılırdı.
O zamanlar mezar taşı olarak köyde çokça bulunan bazalt taşı kullanılırdı. Taşın biçimsiz kenarları kırılır ve mezar taşı yapılırdı. Şimdi öyle mi? En fakirin bile bugün başucuna bir mermer taşı yerleştiriyor. Herkes büyük harflerle bu mermerlere isimlerini yazdırıyor. Sanki mermer parçasına ismi kazıtılan ölümsüzleşecekmiş gibi. En çok da hayattayken umduğunu bulamayanlar abartıyorlar. Haso, eşinin resmini kazıtmış mezar taşına. İki gözün çıksın e mi! Sağlığında kıymetini bilseydin ya! En güzel yemeklere bile itiraz edip dövdüğünü bilmeyen mi var köyde! Ben bile bu ölü halimle biliyorum. O kazıttığın resim şimdi çok sevdiğini mi gösteriyor yani?! O resim olsa olsa senin ikiyüzlülüğünün resmi olur. İnsanın öldükten sonra da bu ikiyüzlülüğe mezarlıkta tanıklık etmesi ne çirkin bir şey! Zoruma giden o bahtım gibi kara bazalt taşına adımın yazılmaması değil tabi ki. O dönem hiç bir ölünün böyle bir talebi de yoktu. Kodamanlar hariç biz diğer ölüler eşittik. Ama yıllar sonra ilk yazılı mezar taşı dikildiğinde kendimizi mezarımızda huzursuz hissetmeye başladık. Sonra bütün yeni mezarlara isimler yazılır oldu. Biz isimsiz mezarda yatanlar işte o zaman ölü halimizle ilk kez kendimizi öksüz hissettik. “Aa bu yana yatmış mezar kimin?” diye başlayan cümleye, “İsmi de yazmıyor” diye bir cümle daha eklendi. Çok meraklı olanlar bu sorunun peşini bırakmıyor, yaşlılara soruyor, sonuç alamayınca sanki bir yakınını kaybetmiş gibi hüzünlü hüzünlü mezarıma bir süre bakıp çekip gidiyor.
Eskiden mezarlar tahtadan yapılırdı. Tahtadan ilk yapıldığında gerçekten görkemli görünen mezarlar, üzerinden çok değil bir kış geçtikten sonra solar, şişer ve çürümeye başlardı. Daha üçüncü kışa kalmaz bizi kemirip bitiren börtü böcek tahtaların orasına burasına girerek parça parça ederlerdi. Bir kaç yıl sonra da sanki orada hiç mezar yokmuş gibi tahtalardan geriye bir toz kütlesi kalırdı. Bir çok mezar böyle yok olup gitti. Mezarlarla birlikte isimler, anılar, ilişkiler... Yok şuradaydı, yok buradaydı tartışmaları derken yıllar sonra tamamen unutulup gittiler. Ölenin ismi, o da yakın çevresinde bir iki kuşak orada burada anılır ve sonra sanki hiç yaşamamış gibi anılardan tamamen silinirdi. Bugün köye ilk gelip yerleşenleri kim hatırlıyor! Bir mezarları bile yok.
Öldükten sonra bir sohbette bile anılmamak ne kötü!
Ben bu mezarlığa getirildiğimde iki mezar ötemdeki mezarın çürümüş tahtaları duruyordu daha. En son gördüğüm tahtadan mezar da o oldu. Ondan sonra bizim isimsiz, bazalt taşlı kuşağın mezarları başladı. Mezarımız geleceğe kalacak, torunlarımızın torunları görecek diye ölü ölü ne kadar sevinmiştik. Ama öyle olmadı. Çok değil kısa süre sonra zor hatırlanır olduk. Küçük torunlarımız bile geldiklerinde anne babalarına, “Ninenin mezarı nerede?” diye sormaya başladılar. Bir süre sonra kadir-kıymet bilenler, parası olanlar yakınlarının mezarlarını yeniden yaptırdılar. Bu kez kara bazalt taşının yerine ölenin ismini yazılı olduğu beyaz birer taş koydular. Benimki öylece kaldı. Çocuklarımın durumu önceleri kötüydü. Paraları olduktan sonra da tümüyle beni yan koyup, unutulmaya bıraktılar. Beni köyün hepsi yatık, isimsiz mezarımla hatırlıyor. O kadar!
Keşke benim mezarım tahtadan yapılsaydı da tamamıyla unutulsaydım. Yoksan yoksun. Bunda üzülecek, dertlenecek, yakınacak bir şey yok. Kötü olan insanın bir mezarı varken inkar edilmesidir. Tıpkı yaşarken insanın yok sayılması gibi. Konuşuyorsun ama dinleyen yok. Dokunuyorsun ama hisseden yok. Oradasın ama gören yok. Varsın, ama yoksun. Yaşarken bu duyguyu çok tattım. İnkar edilmenin, unutulmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordum. Öldükten sonra bu duyguyla yeniden karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Ama öyle olmadı. Bir ölü olarak en çok bu duyguyu yaşadım. Şu koca mezarlıkta vardım ama yoktum.
Tamam bir ölüydüm ama her ölünün de bir var olma şekli vardır. Bizim gibi yaşarken adı sanı bile anılmayan insanların öldükten sonra tek tutunacakları şey mezarı ve mezarın üzerindeki isim. Oysa benimkisi adsız, eğri bir mezar. Şu şatafatlı mezarların arasında kendimi yabancı, yalnız hissediyorum. Bir ölünün ölü olarak kendini yalnız, yabancı hissetmesi ne kadar kötü! Hem de bir mezarlıkta.
Bir ölü gerçekten ne zaman bir ölüdür biliyor musunuz? Ölümün son nefesin tükenmesi, son bakışın bulanıklaşması, son sesin sönmesi olmadığını öldükten sonra anladım. Hatta börtü-böceğin bütün bedenini kemirip yemesinden sonra da insan ölü haliyle bir şekilde vardır. Ölüm duvardaki son resim indirildiğinde, son anılar çekildiğinde başlar. Bir ölü olarak bunları öldükten sonra öğrendim.
Oysa daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Büyük bir kalabalıkla beni sırtlarına almış buraya getirmişlerdi. Hayatımda en güzel sözleri cenaze törenimde duymuştum. Beni seven, sevmeyen herkes en güzel sözlerini ben öldükten sonra sarf etmişti. Bir çoğunun yalandan üzüldüğünü, yalandan güzel söz söylediğini biliyordum, ama bazen insan yalancıktan da olsa iyi şeyler duymak istiyor. Her ölünün isteği de budur aslında. Ama çok değil, aradan daha bir hafta geçmeden bu güzel sözlerin yerini küfür, bedduaların alacağını biliyordum. Öyle de oldu. Eltim evde beni hatırlatan her şeyi yok etmeye çalıştı. Önce elbiselerimden başladı. Yırtık pırtık bezleri, elbiseleri bile herkesten saklayan eltim, ben ölür ölmez bana ait bütün elbiselerimi herkese dağıttı. Ona sorarsan gelenekten dolayı diyecekti, ama ben biliyordum ki bunu alelacele beni unutturmak istediği için yapıyor. Yastık yüzleri için günlerce yaptığım güzel nakışları bile sökmek için elinden geleni yaptı.
Ama tüm bunlara rağmen bir teselli buluyordum. Orada burada, arada bir ismim sohbetlerde geçiyor, elbiselerimi giyenler beni anıyor, doğurduğum çocuklar beni anıp üzülüyor ve mezarımı ziyarete geliyorlardı. Ama bütün bunlar bir ölü olarak hayatımdan çekip gittikten sonra bir mezarın, bir ölünün hayatında ne anlama geldiğini anladım. En azından bir ölü olarak orada bir taş olarak yaşar giderdi. Ama öyle olmadı. Adı sanı bilinmeyen bir mezarı kim dikkate alır ki! Üstelik eğri bir mezarı.
Daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Ne çok ağıt yakılmıştı cenaze törenimde. Bu kadar sevildiğime ben bile şaşırmıştım. Ama sonra anladım ki insanlar kendi dertlerine ağıt yakıyormuş. Kırk yıllık bir ölü olarak tecrübelerimden biliyorum. Cenazeler, ağlayacak insanlar için birer bahaneden başka bir şey değildir. Eğer insanlar ağlayacaksa ölen hiç sevmedikleri birisi de olsa ağlıyorlar. Hele o, her cenazede ölesiye ağlayan kadınların dertleri olmasa o kadar gözyaşını dökerler mi sanıyorsunuz? Gözyaşları ölenden değil, dertlerden sökülüp göz çukurlarına yerleşir. Hatta birisi ölse de ağlasam diye içinden geçiren kadınlar olduğunu biliyorum. Tabii şimdi bu yok. Artık cenaze cenaze gezip ağlayan kadınlar kalmadı. Yas en fazla iki, üç gözyaşı ile geçiştiriliyor. Artık ömrü de uzun olmuyor yasın. Oysa eskiden iki üç ay radyo bile açılmazdı, ölene saygısızlık olur diye. Şimdi insanlar yas yerinden çıktığında basıyor televizyonun düğmesine. Kimsenin yas tutacak zamanı yok.
Nereden mi biliyorum? Tabi ki gelenlerin anlattıklarından. Eskiden bu tür şeyleri mezarlıkta konuşmak ölüye saygısızlıktı. Şimdi öyle mi! Gelenler neler neler konuşmuyorlar ki! Bütün dedikodularını, iş görüşmelerini de alıp geliyorlar mezarlığa. Ağız dolusu gülenler bile var. Hele ölen yaşlıysa kimse hocayı bile dinlemiyor. Hocaya sadece elini ne zaman yüzüne götürecek diye yan yan bakıyorlar. Bu son hareketten sonra sanki bütün görevlerini yapmış gibi rahatlıyorlar. Gençleri anlıyorum. Onlar ölüme karşı her zaman kibirli oldular. Ben de öyleydim gençliğimde ama bize çok yakın olan yaşlıların tuhaf tuhaf bakmalarına bir anlam veremiyorum. Ölecekmiş gibi değil de ölmüş gibi bakıyorlar. Kırk yılda ölümden başka burada her şey değişti. Ölümün şekli bile değişti. Eskiden ölüm doğal olarak insanları bulurken şimdi türlü türlü hastalıktan insanlar ölüyor. Kanserli gelenler, intihar edenler, kurşunlananlar, varillere betonlananlar, ayrılıyor diye çoçukların gözleri önünde benzin dökülerek yakılanlar, dövülerek öldürülenler ... Eskiden toprak sarardı mezarımızda cesedimizi. Ve hemen börtü böcek saldırırdı daha sıcak cesetlerimize. Oysa şimdi cesedi bir ilaçla yıkıyorlar ve betona gömüyorlar. Börtü böcek bile yaklaşmıyor.
Köyde neredeyse bir tek yaşlılar kalmış. Çocuksuz ve torunsuz. Pasaportlu, pasaportsuz insanlar dışarı kaçıyorlar. Bir anne-babanın çocukları ve torunları yanında olmasa insan nasıl yaşlanır ki? İnsan bunlarsız nasıl ölüme hazırlanır ki? Bunlarsız insan zaten bir ölüdür. Bizim durumumuz köyde kalan bir kaç yaşlıdan çok daha iyi. En azından biz ölüyüz. Oysa onlar yaşarken ölü. Ziyarete geldiklerinde mezarlıkta çoğunun eskisi kadar üzülmemesi hatta sevinmesi bundandır. Köyün şimdi bir mezarlıktan farkı kaldı mı ki? Hele o soğuk kış gecelerinde her evde ölüm soluklanıyor. Bari gelin buraya yerleşin bir an evvel.
Ta Almanya’lardan, İsviçre’den, Kanada’dan, Fransa’dan gelip bizi ziyaret ediyorlar artık. Çoğu kendi aralarında bilmediğim dillerden konuşuyor. Üzülüyorlar mı, seviniyorlar mı bilemiyorum. Artık insanların konuşmalarından duygularını çıkaramıyorum. Bir tek mezarımın yakınından geçtiklerinde kendi dilleri aklına geliyor: “Aa bu yatık mezar kimin?” Kim nereye giderse gitsin dönüp dolanıp buraya getiriyorlar. Yaşayanlardan daha çoğuz burada. Kimse yediği, içtiği, sevdiği yaşadığı memlekete gömülmek istemiyor. Köy azalıyor, biz çoğalıyoruz. Yayılacağız şu tarlalara. Yatacağız sere serpe bu topraklarda.
Yakın zamana kadar koyun koyuna yatardık bu mezarlıkta. Mezarlarımız birbirine değerdi. Şimdiki mezarlar öyle büyük yapılıyor ki sanırsın on kişi gömülecek. Para her şeyi bozduğu gibi mezarları da bozdu. İnsanlar artık mezarın büyüklüğüne göre konuşuluyor. X’ler sülalesi yandaki tarlayı alıp mezarlığa ayrımcılığı soktu. Kimse girmesin diye de telle çevirdiler. Oysa insan ölü de olsa bir koyunun, bir keçinin sesini özlüyor. Zaman değişti. Biliyorum. Artık eskisi gibi yılda bir, bütün köyün toplanıp bizi ziyaret edip adaklar adayıp mezar mezar gezip ruhumuzu okşamalarını beklemiyorum. Hayır bunun zamanı çoktan geçti. Bir ölü olarak artık büyük beklentilerim yok, yeter ki insanlar kulağımın dibinde, “Aaa bu yatık, adsız mezar kimin?” demesinler. Bir ölü olarak son isteğim de budur.
H. Hüseyin Arslan – 22.01.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.