- 694 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
SUÇLAYICI DİLİN ELEŞTİRİSİ
Müslüman topluluklarda genellikle öteden beri tanık olduğum bir kronik açmaz var; kendilerini bir özeleştiri veya özsorguya tabi tutmak yerine sürekli suçu başkalarının üzerine atmak… Bunun nedeni ne olabilir? Düşünceyi, aklı ve eleştirel bakışı yeterince esas alan bir eğitim sisteminin olmayışı mı? Okumamak mı? Ya da yer yer dillendirdiğimiz Şark kurnazlığı mı? Veya genlerimize kadar işlemiş bazı pedagojik yanlışlıklar mı? Hani bir çocuk düştüğünde “Dikkat et! Bir daha düşme” demek yerine hemen koşup kaldırmamızın, ardından da “ağlama, seni bu taş” veya “bu kapının eşiği düşürdü” deyip o taşı veya eşiği dövmemizin neden olduğu tuhaf ve akla ziyan yetiştirilme tarzımız mı?
Bence sorun bunların hepsi... Ancak bizim kronik bir hâl almış suçlayıcı bakış açımıza göre suçlu hep başkalarıdır. Yollardaki taşlar, kapılardaki eşikler... Münafıklar, kâfirler, Abdullah İbn-i Sebe’ler... Dış güçler, Siyonistler, gizli mahfiller… Tamam da her şey bundan ibaret değil ki... Bizim hiç mi hatamız veya yanlışlığımız yok? Tembelliğimiz, gafletimiz, değişime direncimiz, akla ve bilime önem vermeyişimiz ne olacak? Uyanık olsaydık da oyununa gelmeseydik Abdullah İbn-i Sebeler’in veya dış güçlerin… Aklımızı kullansaydık da biz olsaydık yeryüzünün en ileri ülkeleri… Çalışsaydık ve zengin olsaydık da biz dağıtsaydık İsveç’in Nobel ödüllerini dünyaya…
Konuyu bu şekilde ele almadığımız zaman ne mi oluyor? Hep bir günah keçisi arıyor, kendi sorumluluğumuzu unutuyoruz. Yüzyıllardır yaptığımız gibi, aynı kısır döngülerin etrafında dolaşıp duruyoruz. Hiç yoğurdum ekşi diyen olmuyor. Sorunlarımızı samimice masaya yatırmak, zaaf ve yenilgilerimizi açıkça ortaya koyup alternatif çözümler bulmak yerine hep başkalarını suçluyoruz. En nihayet bir süre sonra kınadıklarımıza öykünüyor, küçük gördüklerimize büyük gereksinim duyar hâle geliyoruz. Dahası, onların güven veren konforlu Mersedeslerine binmek için birbirimizle yarıştığımız halde hep Batılılar yüzünden geri kaldığımızı iddia etmiş, onların ürettiği ilaçlarla tedavi olduğumuz halde hep onların hasta toplum olduklarını öne sürmüş, onların keşfettiği cep telefonlarıyla birbirimize cuma mesajları gönderdiğimiz halde sürekli onlar yüzünden birbirimize düşman olduğumuz suçlamasını yapıyoruz. Kısacası çelişkiler içerisinde debelenip duruyor, konuştukça batıyor, battıkça da oraya buraya kara çalmaya çalışıyoruz.
Bu sadece dünün ve bugünün değil yüzyılların problemi… Bir yerlerde metodolojik bir yanlış yaptığımız muhakkak. Belki de bunun önde gelen nedenlerinden biri biziz, kendimizi yenileyemeyişimiz… Belki eğitim sistemi; belki öteden beri bizi etkisi altına alan, lafzı ve ezberi öne çıkaran; ama üretimi, aklı, sorgulamayı, düşünceyi, görgüyü ve medeniyeti ıskalayan klasik bakış açımız… Hülasa yetersizliğimiz, başarısızlığımız, acziyetimiz... Elbette başarısızlığın gerekçesi ve bahanesi olamaz ve olmamalı. Bunun sorumlusu hepimiziz. Kendimizi eleştirmekten çekinmemeliyiz. Dolayısıyla problemlerimizi en net haliyle ortaya koymalı; kirlerimizi ve süprüntülerimizi halının altına kürümemeli; yeni çözüm yolları bulmalı, ülkemizi bu atalet ve verimsizlikten hep birlikte kurtarmalıyız.
Demem o ki, bu başkalarını suçlayıcı dilden tez zamanda kurtulmalıyız. Her şeyden önce, onun bunun yaptıklarına değil de kendi yapmadıklarımıza odaklanmalıyız. Bunun da yegane yolu; aklı, araştırmayı ve eleştirel düşünceyi esas alan bir eğitim modelini ülkemizde bir an önce hayata geçirmektir. Eleştiri tövbe gibidir. Bundan böyle eleştirel bakış ve özsorgu, Müslümanların ilk dinî yaşam pratiğinde bizatihi vardı ve uygulanıyordu. Dahası “nefis muhasebesi” denilen kavram, bugün olduğu gibi ütopikleştirilmiş, sadece tasavvufi alana hapsedilmiş sığ ve işlevsiz bir değer değildi. Yani nefisler önce kendilerine sonra karşılarındakine eleştirel bakabiliyordu. Hatta Hz. Peygamber dahi önemli bir öneri getirdiğinde sahabe tarafından “Bu sizin kendi düşünceniz mi yoksa vahiy mi?” şeklinde zaman zaman sorgulamaya tabi tutuluyordu. Ve bu tutum, bir saygısızlık veya hat bilmezlik olarak değerlendirilmiyordu.
Kısacası eleştirel bakış açısı, insanları doğru bilgiye, empatiye, yanlışlardan temizlenmeye, bireyi ve toplumu kendisine çeki düzen vermeye götürür. Çünkü bir kişinin bakış açısıyla ortaya konulan hemen her veri veya öneri, doğal olarak kifayetsizliğe daha yakındır ve kolektif bir fikrî eleştiriye gereksinim duyar. Eleştiri, yetiştirilmesi çok zor bir ağacın tatlı ve bol vitaminli meyvesi gibidir. Dolayısıyla eleştiri bir nevi geliştiri demektir. Kişiyi ve toplumları kalkındırır ve geliştirir. Eleştiri kültürünü içselleştirememiş kişi veya toplumlar; içe kapanık, geri ve gelişmeye kapalı kuru kalabalıklardır. Büyüme ve kalkınma hızı itibariyle yetersiz ve düşük oldukları halde hep büyüklenir ve kendilerini üstün görürler. Bu yüzden gerçek anlamda büyük olamazlar. Sadece büyük çelişkiler içerisinde bocalar dururlar.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Yazınızı dikkatle okudum. Katıldığım yerler de var katılmadığım yerler de.
Tasavvuf konusundaki genellemenizi eksik buluyorum.
Mecelledeki "bed misâl emsâl olmaz" kuralı gereğince tasavvufi uygulamalarda ki yanlışlara bakarak genelleme yapmamanızı rica ederim.
Tasavvuf pratiğinin şu anki örnekleri genelde kırsal yörelerin gelenekleriyle harmanlandığından biat geleneği ön plana çıkmış görünmekteyse de bunu tüm dervişlerin yaşantılarının da öyle olacağı şeklinde yorumlamayalım.
Her eylemde kendi dışında bir suçlu arama alışkanlığı şeytan aleyhillâ'ne ile gelmiştir. Atamız adem as. işlediği suçtan ötürü kendini eleştirerek tevbesini isterken şeytan tanrıyı suçlayarak benim böyle yapacağımı bilerek sen yarattın o halde bunun sebebi de sensin deme cür'etinde bulunmuştur. Halbuki bilmek Allah'ın ilim sıfatıyla olurken yaratmak kudret sıfatıyla olmuştur. Yani şeytan yanlış bir sonuca vararak hem kendini hem de avanelerini ateşe sürükleyecek yola girmiştir.
Hem kendimize hem de çevremize eleştiriyle yaklaşmayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Başkalarının yaptığı yanlışlarda hikmet aramayı bırakmalıyız ama her doğruyu da bizim bilebileceğimiz gibi vehimlere de kapılmayarak eleştirilere de ( yapıcı oldukları sürece) açık olmalıyız.
Dua eder dualarınızı beklerim.
Mesut Özünlü
Mesut Özünlü
yorulduğumda bende yapıyorum usta bu tür davranışları,
anlamaya çalıştığımın zerre umurunda olmadığımı hissettiğim zamanlarda ve elbet
konu din olayına gelip düğümleniyor bir zaman sonra.
kollektif fikir dediğinize nice uzaklığımı düşündüğümde ( ki din )
zamanla içselleştiriyorum da bu durumu. ve elbet sizin din denilenden bahsetmediğinizi bilsem de, malum yapı, var olma, aidiyet , insan olarak kendini aciz hissetmeler derken
konunun din ve tabu ! olarak ortaya çıkması da gecikmiyor sonuçta. sonra acımak içimden geçen. anlamasalar da.
yazınızdan canım memleketimin resmini çekmek ne de kolaydı.
eyvallah.
Mesut Özünlü
Eleştiri, yetiştirilmesi çok zor bir ağacın tatlı ve bol vitaminli meyvesi gibidir.
İşte bu ağacı hiç yeşertmiyoruz çoğaltmıyoruz çünkü birilerinin menfaatine dokunuyor günah keçileride gittikçe çoğalıyor. ve herkes hızla ilerlerken biz yerimizde bile sayamıyor geri geri gidiyoruz. güzel bir çalışma olmuş. kaleme sağlık
“Bu sizin kendi düşünceniz mi yoksa vahiy mi”
Hangisi çağlarına ve insaniyete uygunsa onu kabul etmişlerdir değil mi üstad, çünkü bu çağa çoğu uymuyor vahyin..yani bence deyip gelecek imani salvolardan kurtulmak istesem de namümkün, en öz daireden kültürümüzdeki ve toplumumuzdaki en geniş daireye kadar vurun kırın oluyor..anayasımız da bir madde var,değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez diye, aslında o madde olmasa çoğu farklı düşünen insanın ne anayasanın ilk maddeleriyle ne de millet devlet düşüncesi ile sorunu olmayacak.. karpuz kapuğu düşürmek kimi akla, ya hu diyorum neden değiştirilmez, tamam değiştirilmesi benim aklımdan bile geçmezçünkü razıyım da niye öyle bir madde koyuyorsun dimi, aynı da kutsal sözler de öyle, daha iyisini kim yapar, kim bilir, onlar şöyle böyle dedim bitti...
sıkıntı belki de buralarda..
iki farklı lakin aynı amacı güttüğü düşünülen, birlikte ve insanca yaşamın maddeleri olarak düşünülen anayasalar ve kutsal -vahiy- lar çelişince bütün vahşilikler meydana çıkıyor, kim ne tarafı benimsiyorsa o tarafın kahramanı olma derdinde...
olan kendi halinde insanca yaşamak isteyen insanlara oluyor..
saygılarımla..
eksik olmayın efendim,yazınız güzeldi.