Mutlu Olun Lütfen
Özgürlük… Ne kurala, ne dine, ne kanuna, ne birine itaata… Razı olmak! Ne dersem o olur, ekmek elden su gölden, nerde akşam gezerken sabah başka yerde uyanmak! Herkes böyle olmasını ister ama olması da mümkün değildir.
İnsan hep genç değildir… Sürekli yaşlanır… Acılara ve dertlere dur diyemez. Ölüme koşar adeta. Yalnız yaşayamaz. Hep başkalarının olduğu ortama muhtaçtır. Üstelik herkeste de aynı ben duygusu vardır. Yani herkes aynı şeyleri ister. İnsanı düzenleyen ve ortak yaşama alınına iten o kadar çok sebep var ki… Ben değil biz demek gerektiğini, belki hapishanede, belki umutlarını yitirdiğinde, belki açlığın içinde, belki afetlerin yükünde anlar. Her ne kadar ateistte olsa, içten içe onu yaratan ve yaşama bağlayan ilahi gücün varlığını hisseder. Ne kadar inat etse, çaresizliğinin bir anında Onu zikir eder, ondan yardım bekler.
Özgürlüğün düşmanı çaresizlik, dertler, acılar, açlık, susuzluk, nihayet ölüm… O kadar onu frenleyen olaylar ve akıbetler var ki! Bunları yaşamamak için kurallara ve kanunlara tabi olmak zorundadır. Her kişi bunların kabul etmezse, yaptırımlarla karşılaşır ve normal yaşama lüksünü kaybeder. Bunun dışında kuralların içinde olmayan alışkanlık halin gelmiş ortamlar da vardır. Herkesin içki ve sigara içtiği, davul zurna çaldığı bir ortamda her ne kadar kötü alışkanlık olsa da, yaşanıldığında buna o toplumda kötü diye bakılmaz, eleştirilmez. Yahut ezan okunduğu, herkesin namaz kıldığı, Kur’an okunduğu ortamda içkiye, kumara ve sigaraya kötü bakılır, eleştirilir. Bu kişiler toplum dışına itilir. Kısacası kurallar kadar benimsenen yaşam biçimi de önemlidir.
Yaşam biçimi ve kurallar kişilerin yaşama alanını zenginleştir ya da fakirleştirir. Yanlış tercih ve sonuçları kişileri zor durumda bırakır. En iyi kural ve bu yaşama alanı nedir diyen oldumu, ön yargısız araştırdı mı? Hangi milletten, dinden ya da ırktan olursanız olun, kendiniz için en doğru zeminde araştırıp, nereye ait olmanız gerektiğini araştırdınız mı? Bugünün en temel konumu kuralların ve yaşama alışkanlıklarının değişime neden olacak güzelliklere yelken açmaması için sürdürdüğümüz ön yargılardır, manasızca direnmedir. Ne düşünmek, ne de doğruyu bulmak için özverili bir araştırma yapmak istemeden, rastgele bir özgürlük ile… Kah esen tayfuna kapılarak, kah depremlerele savaşarak, kah savaşın acısını tadarak, kah kronikleşmiş kötü alışkanlığın vazgeçilmez olduğu toplum dışına çıkmak istemeyiz. Bir yerlere ait olduğumuzu, ne çok yanlışını görmemize rağmen savunmakta ve onunla yaşamakta ısrar ederiz. Bu düşünce ve varsayımlarımıza karşı gelene, her şekilde hücum ederiz. Yok etmeye, sindirmeye çalışırız.
Geçmişte yaşadığım bir anım aklıma geldi. İstanbul’da Dolmabahçe semtinde lüks bir otele seminer için gitmiştim. Otelden çıkıp Taksime yürümeye başladığımda, adının John ve İngiliz vatandaşı olduğunu öğrendiğim, yaklaşık altmışlı yaşlarda bir turiste rastlamış ve aynı yere gittiğini öğrendiğim bu kişiyle yürümeye başlamıştık. Bir süre teknik konular konuştuk ve Taksimde bir Kafe’de bir şeyler içtik. Kafe’de otururken, sohbetin en derin anında, bana Müslüman mıyım ve neden Müslüman olduğumu sordu aniden. İçimden buna ne cevap vermeliyim ki, halimi ve ne yaşadığımı en doğru anlatayım. Cevap vermekte biraz tereddüt ettikten sonra dedim ki, “Ben Müslüman bir ülkede, mecburen bu dini seçtim. Akıl barik olduktan sonra, gerçekten ben Müslüman olmalıyım diye kendi kendime sordum. İncili, Tevratı, Budist … Ne kitap varsa okudum. Verdiği mesajları yaşama deneyimlerim ile kıyasladım. Sonunda gördüm ki, Müslüman olmak en doğrusu ve güzeliydi…” der demez dedi ki, “bu soruyu her sorduğum kişi, gözlerini kapatıp yalnızca dar bir bakışlı at gibi ileriyi gördüğü ve söylediği tek şey vardı, Ne demek ben Müslüman’ım… diyerek sert bir şekilde cevap verdiler. Sizde bu dar bakıştan kurtulduğunuzu gördüm. Şaşırttınız beni. Ne güzel… “ dedikten sonra “ Ben nasıl ki, farklı kaynakları okuduysam, siz de Kur’anı okuyup, benim yaptığım karşılaştırmaları yapabilirsiniz… Din değiştirin elbette demiyorum. Kim bilir ne faydalar bulacaksınız!” diyerek sohbet ve paylaşım başka alanlara kaydı. Sonra da vedalaştık.
Ön yargısız ve en doğruyu araştırmak, bizim faydamıza doğrusu… Aslında özgürlük denen şey, bir Amerikalı profesörün dediği gibi Allah’a teslim olmak… İnsanlığı ve diğer her şeyi yaratan Allah’ın yolunu araştırmak. Bu araştırmayı da, bunu yaşayanlara göre değilde, kaynağından okuyarak yapmak gerekiyor. Doğru değil, meselenin özü ve en doğrusu nedir demek… Dar alanı açmak ve en geniş çerçeveden bakabilmek… Bizim referansımız insan değil, parti değil, tarikat değil onu yaşayan değil… En doğrusudur. Yani Peygamberin vahiy yoluyla ilettiği Kur’an ve onu nasıl yaşadığıdır. Herkesin ameli de ne yaşadığı da kendisini bağlar. Eğer insan en doğrusu ile mutlu yaşıyorsa ve özgürlüğünü kazandıysa, bizde mutlu oluruz.
Mutlu olun lütfen…
Saffet Kuramaz